• persembe@persembe.com

Tarihte Bugün Haziran

30 Haziran

2016: İsveç’in Älmhult kasabasında, 1958’de açılan ilk dükkanın yerine IKEA Müzesi açıldı. Marangozdan zengin olur mu diye sormayın. Kurucusu marangozdu. Ingvar Kamprad 2018’in Ocak ayında 91 yaşında öldüğünde $58,7 milyar servetiyle dünyanın en zengin adamlarından biriydi, ama hep orta halli bir evde oturdu, ekonomi sınıfı uçtu, ucuz otellerde kaldı. IKEA ismi de bir tek ona bir şey ifade ediyor: (I)ngvar (K)amprad (E)lmtaryd – büyüdüğü çiftlik ve (A) Agunnaryd – doğduğu kasaba.

Marangozun adam olacağı belliydi, işi hep tahtaylaydı. Daha 5 yaşındayken kibrit alıp satardı. İKEA’yı 17 yaşında marangozluk yaparken 1943 yılında kurdu, ilk mağazayı Älmhult’ta 1958 yılında açtı. Bugün dünyanın 52 ülkesinde 423 IKEA mağazası var (en büyüğü İsveç’te: 56 bin m2). Mağazaları yılda 600 milyon kişi ziyaret ediyor (dünya nüfusunun 12,5’inde biri). Yılda 2,5 milyar kişi internet sitesini ziyaret ediyor (dünya nüfusunun üçte biri).

IKEA 2018 ylında $44,6 milyar ciro yaptı. IKEA dünyanın 3. büyük kereste tüketicisi (dünyadaki kerestenin %1’ini kullanıyor). IKEA kataloğu dünyanın en çok satan kitabından (İncil) daha fazla basılıyor (1951’den beri): yılda 200-250 milyon adet. Paketlenmiş mobilyayla tanınıyor ama bugün Avrupa’nın bazı kentlerinde prefabrike ev bile satıyor.

Ürünlerin isimlerine dikkat ettiniz mi? Diğer mağazalardaki gibi numaraları yoktur. Bunun nedeni Ingvar’ın disleksik olması. Yataklar isimlerini Norveç, koltuklar İsveç, mutfak masaları Finlandiya yer isimlerinden alıyor. Sandalyeler erkek isimleri, bardaklar sıfat, vs. vs. IKEA sadece mobilyada değil, gıda işinde de dev. Yılda 2 milyar $’lık yiyecek satıyor. Bunların arasında yılda 150 milyon adet sattığı meşhur köftesi de var (4.200 ton et eder). Bugün bir IKEA mağazasına gidenlerin %30’unun yiyecek için gittiği biliniyor.

Dünya nüfusunun üçte biri IKEA internet sitesini ziyaret ediyor ama IKEA dünya nüfusunun artmasına da katkıda bulunuyor. Bugün Avrupa’da her 10 bebekten biri bir IKEA yatağında doğdu. Bu oran İngiltere’de beşte bir. İngiltere’de her evde 2 IKEA yatağı var.

IKEA grubu kurumsal olarak öyle güzel yapılandırılmış ki, Avrupa Parlementosu’na göre sadece 2009-2014 yılları arasında neredeyse 1 milyar Avro’luk vergiden kaçınabilmiş.

. . . . .

2011: Pekin-Şanghay arasında çalışacak ve saatte 220 km. hızla gidebilen mermi tren hizmete girdi. 1.318 km. uzunluğundaki demiryolunun yapımı 2008’de başlayıp $34 milyar yuttu.

1969: Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Batman’ın Kuzey Magrip bölgesinde petrol buldu.

1938: New York Hisse Senedi Borsası yıllar süren direnişinden vazgeçti ve başkanlığa ilk kez bir bağımsızı getirdi. William McChesney Martin dünyaya bir etik dersi vererek daha ilk gün ortağı olduğu aracı kurumdaki paylarını sattı ve borsa üyeliğinden çıktı.

Yale Üniversitesi’nde İngilizce ve Latince okumuştu ama mezun olduktan sonra bir aracı kurumda işe girdi ve daha ikinci yılında şirketin ortağı oldu. 1929 çöküşünden iki yıl sonra da borsa üyesi oldu. 1938’de borsa başkanlığına getirildiğinde 31 yaşındaydı. O günkü yıllık maaşı $48 bindi. Bugünün parasıyla $873 bin eder.

Bitmedi. ABD Başkanı Truman onu 1951 yılında Federal Reserve’in başına getirdi. Aslında kendi istediklerini yapsın diye getirmişti ama Martin merkez bankasının bağımsızlığını korudu ve en uzun süre hizmet veren başkanı oldu (19 yıl). Bu sürede 5 cumhurbaşkanı değişti.

Aslında Federal reserve onun genlerinde vardı, çünkü babası Federal Reserve’in kurucuları arasındaydı ve o da St. Louis Federal Reserve’in başkanlığını yapmıştı.

Bugün tüm dünya liderlerinin tipik takıntısı olan merkez bankasına çatma huyu o zamanlarda da vardı. 1960 yılında Cumhuriyetçilerin adayı olan Nixon seçimi kaybedince kanahati Martin’in sıkı para politikasında buldu.

Martin 91 yaşına kadar yaşayıp kalp krizinden gitti. Bugün Washington DC’deki Federal Reserve binalarından biri onun ismini taşıyor.

29 Haziran

2011: Peru Cumhurbaşkanı Alan Garcia, Lima’da Rio de Janeiro’dakine benzeyen 37m. yüksekliğinde dev İsa heykelinin (Cristo del Pacífico) açılışını yaptı. Heykel Brezilya menşeli inşaat şirketi Odebrecht’in hibe ettiği $837 bin ile yapılmıştı. Daha sonra Odebrecht’in Peru’da kamu ihalelerini kazanmak için $29 milyon rüşvet dağıttığı ortaya çıkınca Cristo del Pacífico önce Peru’da en çok nefret edilen yapı, sonra da dünyanın en büyük yolsuzluk timsali heykeli oluverdi. Yolsuzlukların arkası gelmeksizin ortaya çıkmakta olduğu bugünlerde bizim buralara da bir heykel dikilebilir.

. . . . .

2010: Tesla hisse başı $17’den halka açıldı. İlk gün fiyat $25’e kadar çıkıp $23.89’dan kapandı.

2009: Finans tarihinin en büyük saadet zincirlerinden birİsinin yaratıcısı Bernie Madoff 150 yıl yedi. 65 milyar $’ı yok eden olay bugüne dek Enron’un çöküşünden ($78 milyar) sonra en büyük sahtekârlıktı. Enron yöneticisi Skilling 24 yıl yemişti, hakim Madoff’a yasaların izin verdiği en büyük cezayı verdi. 150 yıl yargıçların talep ettiğinin 10 misli daha uzunuydu. Hüküm açıklandığında mahkeme salonu alkışa boğuldu ama bu sahtekârlıktan varını yoğunu kaybeden 30 bin yatırımcının çoğu 5 kuruşlarını bile kurtaramayacaklardı. Duruşmaya Madoff’un tek dostu bile gelmedi, lehine tek bir sözcük sarfedilmedi.

Bu 30 binin arasında Steven Spielberg, Kevin Bacon ve John Malkovich gibi ünlüler de vardı. Hukuki süreçten asıl parayı avukatlar ve hukuk firmaları kazandı (1 milyar $’dan fazla). Örneğin Baker Hostetler hukuk firmasının ortağı Irving Picard’ın ücreti saatte $890 idi. Her ay mahkemeye faturasını yolluyordu. Faturaların birinde $60 bin fotokopi ve $161 bin online araştırma ücreti vardı.

SEC (Amerikan SPK’sı) Madoff’u yakaladı ama bu 15 yılını aldı. Oğlu gammazlamasaydı yine yakalayamayacaktı. Madoff Polonya, Romanya ve Avusturya kökenli göçmenlerin torunuydu. Hukuk okumuştu ama plajda cankurtaran olarak çalışırken finansçı eşi ile birlikte firmasını 5 bin $’la kurdu. Bir ara New York Borsası’nın işlem hacminin %5’ini o gerçekleştiriyordu. Her gün yeni yatırımcı buluyor, onlardan topladığı paralarla daha önceki yatırımcılarına güzel getiriler ödüyordu. Hayali getiriler buhar olunca 2008’de paralar suyunu çekti, saadet zinciri de kırıldı. Manhattan’daki 7 milyon $’lık teras katı, Florida’daki malikaneleri, Fransa’daki evi ve dev yatı uçtu gitti.

Hapsi boyladıktan sonra bir oğlu intihar etti (evde kendini köpek tasmasıyla astığında yeni yürümeye başlayan oğlu yanıbaşında uyuyordu), diğeri kanserden öldü. Madoff da içerdeyken kalp krizi geçirdi ama atlattı. Şimdi kolej kampüsüne benzeyen bir hapisanedeki lüks hücresinde televizyon seyrediyor, telefon ve bilgisayarları temizleyerek ayda $40 kazanıyorken 83 yaşında doğal nedenlerden öldü ve arkasında bize Madofflar, Kastelliler, Tosuncuklar ve Ponzilerin hiç tükenmeyeceğine dair dersler bırakıp gitti.

. . . . .

1979: Amerikan otomobil endüstrisi düşüşte, teknoloji sektörü yükselişteyken, The Wall Street Journal gazetesinin editörleri Chrysler’i Dow Jones Sanayi Endeksi’nden çıkarıp yerine IBM’i aldılar.

28 Haziran

2011: Christine Lagarde IMF’nin başına geçen ilk kadın oldu. 2016 da tekrar 5 yıllığına seçildi. Yılda 800 bin $ maaş alıyor (yâni günde 2.200 $ yapıyor). 6 milyon $’ı var.

1.78m boyunda, incecik, vejeteryan ama sıkı sporcu. Senkronize yüzmede milli olmuş. Babası İngilizce profesörü, annesi Fransız ve Yunan edebiyatı. 17 yaşındayken babasını kaybetti. İngilizce, Fransızca ve İsponyolcayı ana dili gibi konuşuyor. İki kez boşanmış, iki oğlu var. Son derece düzenli ve disiplinli (belki de onun için 1 Ocak’ta doğmuş). Forbes’un 2018 En Güçlü 100 Kadın listesinde Angela Merkel ve Theresa May’den sonra üçüncü.

Liseyi ABD’de, hukuk fakültesini Paris’te, doktorasını (siyaset bilimi) da Aix en Provence’ta tamamladı. En beceremediği, en sevmediği ders matematikti, şimdi en matematik mesleği yapıyor.

Sıkı bir CV’si var. Hepsine yer yok ama 2005’te Fransa Dış Ticaret Bakanı, iki yıl sonra Tarım Bakanı, kısa bir süre sonra da Dış İşler, Finans ve İstihdam Bakanı oldu. G-7 ülkeleri arasında finans ve ekonominin başına getirilen ilk kadın o oldu. Sarkozy onun sayesinde başarılı oldu.

IMF’de işe alınmadan önceki mülakatını izdivaç programlarına benzetti; “20 erkeğin önünde tek kadındım ve herbiri ile teke tek 20 dk. konuşmak zorunda kaldım”.

2010’da HSBC’nin Genevre şubesinde hesabı olan 1991 adet Yunanlı vergi kaçakçısının ismini Yunan hükümetine servis etti. İsimlerin arasında Yunan hükümetinden isimler de vardı.

2008 yılında Fransa finans bakanıyken Marsilyalı cingöz işadamı Bernard Tapie’ye 404 milyon euro tazminat ödemiş olmaktan dolayı yargılanıp suçlu bulundu ama hiçbir ceza almadı (??). 2012 yılında basına verdiği bir demeçte “Yunanlılar bol bol eğlendiler, artık ödeme zamanı” diyerek bütün bir ülkenin kalbini kırdı (yalan değil ama diplomatik de değil). 2015’in Ocak ayında Saudi Arabistan Kralı Abdullah’ın cenazesinde kraldan “o sıkı bir kadın hakları savunucusuydu” diye övgüyle bahsetti (pfrttthfffff!!).

1982: TV, radyo ve gazetelerde banker reklamlarının yapılması yasaklandı.

1939: Pan American Havayolları tarihin ilk düzenli tarifeli transatlantik uçuşlarını başlattı. O gün New York’tan kalkan Dixie Clipper isimli deniz uçağı Azor Adaları ve Lizbon’a uğradıktan sonra Marsilya’ya indi. Tek yön fiyat $375 idi (bugünün $8.400’ü). Bu fiyatı ödeyen 22 yolcuya o gün okkalı bir kahvaltı ve altı kap akşam yemeği servis edildi. Uçuş süresi mi? Sadece 22 saatçik.

27 Haziran

2012: Gabon Cumhurbaşkanı Ali Bongo, hükümetinin kaçak avcılarla mücadele ve filleri kurtarma konusundaki kararlılığını göstermek amacıyla 14 milyon $ değerindeki beş ton fildişini ateşe verdi. Beş ton. Yani para için katledilmiş 850 fil.

1979: Ağrı valisi iş verimini azalttığı gerekçesiyle resmi dairelerde çay içmeyi yasakladı.

1969: 67 yaşındaki Hatice Göker, Kocamustafapaşa’daki evinin balkonuna Sovyetler Birliği bayrağı asınca kıyamet koptu. Hayır Brejnev’in ajanı değildi, sadece bir çamaşırcıydı.

12 Mart muhtırasına uzanan yolda sokaklar heyecanlıydı. İstanbulda zamanın Sovyetler Birliği Konsolosluğu’nun önünde bir miting düzenlendi ve Sovyet bayrağına yumurtalar, domatesler atıldı. Hatice Göker Amerikan Konsolosluğu’nda çamaşırcılık yapıyordu. Konsolos kirlenen bayrağı yıkaması için Hatice teyzeye verdi. Hatice teyze de bayrağı evine götürüp, bir güzel yıkayıp kuruması için balkonuna astı. Kısa sürede aşağıda bir uğultu başladı. Balkona çıkmasıyla girmesi bir oldu. Halk yuhalıyordu. Çok geçmeden “teslim olun etrafınız sarıldı” anonsuyla polis geldi. Hatice teyzenin çay ikramını geri çevirip apar topar karakola götürdüler. Teyzenin siyasetle bir ilgisi olmadığı ve bayrağı da tanımadığı ortaya çıktı ve SSCB konsolosuunun da araya girmesiyle serbest bırakıldı.

Geçtiğimiz Şubat ayında da, çift taraflı ajanlar Sergei ve Yulia Skripal’in Sovyet ordusunun geliştirdiği Novichok sinir gazıyla zehirlenip öldürülüşlerinden neredeyse 1 yıl sonra, İngiltere’nin Salisbury kentinin katedraline Rusya bayrağı asılmıştı ama orada bir teyze bulamadılar.

ABD başkan adaylarından Bernie Sanders’ın 1988 yılında Burlington belediye başkanı iken hem iş hem de bir nevi balayı için Sovyetler Birliği’ndeki kardeş kent Yaroslavl’ı ziyareti sırasında Sovyet meslektaşı ile Sovyet bayrağı altında üstsüz dans edişi de seçim kampanyalarında aleyhinde kullanıldı.

Bayrak hassas bir bez. Bir de sahte bayrak var. Deniz savaşlarında kullanılan eski ahşap gemiler zamanından kalma. Düşmanı yanıltmak için gemiye düşman bayrağı çekildiği zamanlardan. Tarih boyunca da tekerrür etti. Sovyetler bu işin uzmanıydı. KGB Rus apartmanlarını bombalayıp suçu Çeçenlere attı. Kruşçev Rus köylerini yakıp suçu Finlandiya’ya atarak işgale sebep buldu. Amerikalılar Güney Amerika’da hergün sahte bayrak operasyonu yaptılar. Naziler kendi parlemento binalarını yaktılar.

1955’te halkı Yunanistan’a karşı kışkırtmak için Atina konsolosluğumuzun bombalanması, 70’li yıllarda Rumlara karşı galeyan tetiklemek için Kıbrıs’ta cami yakılması, daha yakınlarda rejim hükümetini karalamak için Suriye’de bazı yerlerde kimyasal silahlar kullanılması gibi sahte bayrak operasyonlarının da Türkler tarafında yapıldığı hep Amerikan kaynaklarca yayınlanıp durdu.

26 Haziran

2006: Moskova’nın, 1992’den beri birinci sırayı tapulamış olan Tokyo’yu geçerek dünyanın en pahalı kenti haline geldiği açıklandı. Artık öyle değil.

Bu sıralamayı Economist Intelligence Unit‘in yıllık Küresel Yaşam Maliyeti raporu yapıyor.  Rapor 160 farklı ürün ve hizmet hakkında 400 fiyatı hesaplıyor. Bu ürünlerin içinde gıda, içecek, giysi, kira, ulaşım, eğitim, eğlence gibileri var.

Artık Tokyo ilk onda bile değil. İlk sırayı üç kent paylaşıyor: Singapur, Paris ve Hong Kong (4. Zürih, 5. Cenevre ve Osaka, 7. Seul, Kopenhag ve New York, 10. Tel Aviv ve Los Angeles). Singapur 2014’ten beri birinci sırada. Bunun ana nedeni otomobil fiyatları. Orası otomobil sahibi olmak için dünyanın en pahalı yeri, çünkü yer dar ve hükümet kısıtlı sayıda ruhsat veriyor. Bu ruhsatlar 10 yıl geçerli ve 37 bin $’a satılıyor. Vergiler de yüksek. Singapur’da giyecek fiyatları da çok yüksek. Bunlara rağmen kent hem yaşanacak hem de çalışılacak en iyi kentler arasında hep en yukarılarda.

Bu yılın sıralamasında en çok düşen kent 48 sıra aşağı inen İstanbul. Nedeni belli: $$$. Buenos Aires de aynı. Dünyanın en ucuz kenti ise Venezuela’nın Caracas’ı. İkinci sırada da Şam var. İsimlere bakın! The usual suspects: İstanbul, Buenos Aires, Caracas, Şam. Ne güzel gözüküyor değil mi, ekonomiyi kötü yönetenlerin güzelim kentleri nasıl alaşağı ettikleri??

2005: Burda corona’nın müssebbibi gören kafalar varken Kudüs’ün belediye başkanı eşcinsel hakları yürüyüşünü durdurmak istediği için mahkemeden $6.500 ceza yedi.

. . . . .

1950: Kuzey Kore’nin Güney’i işgal ederek Kore Savaşı’nın fitilini ateşlemesinden bir gün sonra, Dow Jones Endeksi %4,7 düştü. Paniğe kapılan yatırımcılar yıl sonuna kadar tüm yatırım fonu varlıklarının sekizde birini elden çıkardılar. Çıkardılar ama borsa tarihinin en muhteşem on yılını kaçırdılar. S&P 500 takip eden 10 yıl içinde yılda ortalama %19,4 değer kazandı.

25 Haziran

2010: Kanada darphanesinin çıkardığı, kraliçe ve akçaağaç kabartmalı, nominal değeri 1 milyon Kanada doları, ağırlığı 100 kg., çapı 53 cm. olan dünyanın en büyük altın parası Avusturya’da bir müzayedede $4 milyona alıcı buldu.

. . . . .

1997: Prenses Diana’nın 79 kokteyl ve gece elbisesinin müzayedesi $3,26 milyon getirdi. Bu para kraliyet ailesinin kasasına mı, yoksa devlet hazinesi mi gitti vergi mükellefleri bilmiyor, ama 22 yıl sonra, aynı 25 Haziran günü İngiliz kraliyet hesaplarının, Prens Harry ve eşi Meghan’ın Windsor’daki yeni evinin yenilenmesi için vergi mükelleflerinin $3,05 milyonunu harcamış olduğunu gösterdiğini biliniyor. İngiliz vergi mükelleflerinin kafaları karışırsa, geçmediği köprülerin parasını ödeyen vergi mükelleflerinin bulunduğu ülkelerden danışmanlık alabilirler.

1960: İşadamı Vehbi Koç, Hazine’ye 26 kilo altın ve bina bağışladı. Biraz vicdan, biraz iş, biraz siyaset. Sonra da “alyans evler” söylentisi.

1950’lerin sonlarına doğru ülkedeki siyasi dalgalanmalara ekonomi dayanamadı. Bir de 27 Mayıs darbesi gelince çökme noktasına gelsi. Darbeden 2 hafta sonra, 8 Haziran 1960’ta 1. Zırhlı Tugay’a bağlı subay, astsubay ve erlerle aileleri devlet hazinesini  sağlamlaştırmak ve altın stokunu takviye etmek amacıyla alyanslarını hazineye bağışladılar. Bu bağış kısa sürede diğer ordu birliklerinin ve ardından sivil halkın katıldığı bir kampanyaya dönüştü. Binlerce kişi alyans ve bilumum mücevherlerini hazineye bağışladı. Kimi yerlerde halkın gelirinin bir kısmını hazineye bıraktığı, esnafların fiyat indirdiği de oluyordu. Alyanslarını bağışlayanlara Milli Birlik Komitesi yönetimi tarafından üzerinde 27.5.1960 yazan sembolik bakır “devrim” yüzükleri verildi.

Kampanyaya ünlüler de iştirak etti. Hahambaşı Rafael Salon dini altın kolyesini, Vehbi Koç 26 kilo altın ve bir bina bağışladı. Böylece hem vicdanını dinledi, hem halkın coşkusuna katıldı hem de askeri yönetimin hakkındaki şüphelerini dindirdi. Vehbi Koç, tek parti döneminden CHP’liydi. DP iktidarında bazı işlerinde zorlukları çıkarıldı. Hem bu zorlamalardan hem de dost DP’lilerden gelen baskılar sonucunda hem DP’ye hem CHP’ye yardım yapıyordu. DP devrilince askeri yönetime DP’ye yaptığı yardım nedeniyle hesap verdi.

Kampanya birkaç ay sonra sona erdi. Bağışların hazinenin açığını kapamaya yetip yetmediği meçhul, ama sonraları ihtilâlin zorunlu emekli ettiği 235 general ve 3.500 subay için  yapılan Ankara Yücetepe ve İstanbul Gayrettepe’deki askeri lojmanların bu kampanyanın paralarıyla yapıldığı söylentisi yayıldı. Bu lojmanlar o günden sonra ‘Alyans Evler’ olarak anılmaya başlandı.

Söylenti, söylentidir. İspat edilmediği müddetçe de söylenti olarak kalır. Kaldı ki, lojman ailelerin çoğu daha sonra nasıl zorluklarla ödeme yaparak o lojmanlara sahip olduklarını anlattılar. Ne var ki, söz konusu iddia ile itham edilen kurum ordu olunca, bu olayı konuşmanın yaptırımı da ülkemizde hep ağır oldu. Örneğin, 11 ocak 1962 tarihinde Ankara Anadolu kulübünde konuşma yapan AP Milletvekili Nuri Beşer, lojmanlardan “alyans evler” diye bahsedince dokunulmazlığı kaldırılarak yargılandı ve 1 yıl ağır hapis ile 4 ay sürgün cezasına çarptırıldı.

24 Haziran

2020: Tanzanya’daki küçük ölçekli bir madenci, ülkedeki en büyük buluntu olan iki kaba Tanzanit taşını sattıktan sonra bir gecede milyoner oldu. Saniniu Laizer, toplam ağırlığı 15 kg. olan değerli taşlar için ülkenin madencilik bakanlığından $3,4 milyon aldı. Dünyadaki en nadir değerli taşlardan biri olan Tanzanit, yalnızca Tanzanya’nın kuzeyinde bulunuyor ve süs eşyası yapımında kullanılıyor. Niyeti bozduysanız vize gerek.

. . . . .

2016: İngiltere Başbakanı David Cameron bir gün önce yapılan Brexit referandumunda %51,9 çıkalım oyu çıkınca istifa etti. Bugün oy verseler %54 kalalım diyecekler, ama ok yaydan çıktı. Bu arada Muhafazakâr Parti’ye oy verenlerin %23’ü de çıkma taraftarı.

Avam kamarası AB ile varılan anlaşmaları bugüne dek 3 kez reddetti. Parlementoya 12 B plânı sunuldu, hiçbiri kabul edilmedi. Partiler 3 kez yeni bir referandum için girişim yaptılar, hepsi boş çıktı. 2016 oylamasından beri parlemento konuyu 600 saate yakın (neredeyse durmaksızın 1 ay boyunca konuşma) tartıştı, hâlâ tartışıyor. Konu başbakan dahil 18 vekilin başını yaktı.

Brexitçilerin kampanyası Ulusal Sağlık Servisi’nin bu işten haftada 350 milyon sterlin kâr edeceği yazıyordu ama anlaşmasız çıkarlarsa tam tersi olacak. Anlaşmasız çıkış senaryosunun ülkeye toplam maliyeti 2030 yılında 100 milyar sterlini bulacak. Halbuki May hükümeti anlaşmasız çıkış hazırlıkları için 4 milyar sterlin harcadı.

Büyük Buhran yıllarında ülke %7 küçülmüştü, anlaşmasız çıkarlarsa %8 küçülecek, gıda fiyatları %10 artacak. İngilizlerin bayıldığı Mars çikolatalarının stoğu ancak 2 hafta dayanacak, çünkü içindeki 21 maddenin ikisi sadece Avrupa’dan temin edilebiliyor.

Manş Tüneli’ni Avrupa’ya doğru geçmeye çalışan her taşıt gümrük işlemleri için sadece 4 dakika geçirse bile ana M20 otoyolunda kuyruğun boyu 50 km. olacak. AB’de yaşayan 1,3 milyon İngilizle İngiltere’de yaşayan 3,2 milyon AB vatandaşı kader birliği yapıp türküler yakacak.

Daha neler neler. Demet demet naneler, patlamış kestaneler. Sidik yarışının sonu bu olur.

. . . . .

1971: Fred Smith paketleri bir günde alıcıya ulaştırarak postaneye rakip olmak istedi. Bunu tezine yazınca profesörü onu sınıfta bırakmak istedi. Yılmadı, şirketini kurdu. Bugün ABD’de bir yere paket gönderilirken şirketinin ismi kullanılıyor. “Fedex yaptım”!

1964: First Lady Mrs. Lyndon B. Johnson, Washington’daki National Geographic binasında yaptığı ve New York’un Grand Central Terminali’ndeki büyük ekrandan yayınlanan konuşmasında görüntülü “Picturephone”u tanıttı. Görüntülü telefon konuşması yapmanın bedeli ilk 3 dakika için New York-Wahington arasında $16, Chicago-Washington arasında $21, Chicago-New York arasında $27 idi. AT&T görüntülü telefonlar geliştirmek ve pazarlamak için $500 milyon harcadı. Bell Laboratuvar’ından bir yetkili, görüntülü telefonların yüzyıl bitmeden tüm diğer iletişim araçlarının yerini alacağı kehanetinde bulundu. Neyse ki hangi yüzyıl olduğunu söylememiş.

23 Haziran

1999: İran 1979 devriminde el konulan fabrika ve gayrimenkullerin sahiplerine ödenmek üzere $128 milyonluk bir fon oluşturduğunu duyurdu. Elbette Pehlevi ailesinin mülkleri bu programa dahil değildi.

. . . . .

1973: Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (FIJ), Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığını açıkladı, tutuklu gazetecileri serbest bırakılmasını istedi. Plus ça change, plus c’est la même chose.

Bu hicviyeyi ilk kez Fransız gazeteci, eleştirmen, yazar Jean-Baptiste Alphonse Karr çıkardığı “Eşekarısı” isimli derginin Ocak 1849 sayısında kullanmıştı. O zamandan beri dilimize takıldı kaldı. “Her şey ne kadar değişirse, her şey o kadar aynı kalıyor” gibi bir tercümesi yapılabilir.

Karr taşlamacı tarzı ve keskin zekâsıyla bilinirdi. Birçok kitap yazdı, Le Figaro gazetesinin editörlüğünü yaptı. Çiçekçiliğe (yeni bulunan birkaç türe onun ismi verildi) ve balıkçılığa meraklıydı. İnsanlar onun hicviyelerine taşlamalarına bayılırlardı:

“Eğer erkekler kadınların ne düşündüklerini bilselerdi yirmi misli daha cesaretli olurlardı.”

“Mutluluk önlenmiş şanssızlıklardan oluşur.”

“Bazı insanlar gülün dikeninden şikayetçiler. Ben dikenin gülü olduğu için mutluyum.”

“Aşk tutkular arasında hem en korkunç hem de en cömert olan, çünkü başkasının mutluluğunun rüyasını gören bir tek o.”

“Davadan pek umudum yok, çünkü yargıcın karısıyla yattım.”

. . . . .

1836: ABD ulusal borcunun 1835’te ortadan kalkması ve federal bütçenin büyük bir fazla vermesiyle birlikte Başkan Andrew Jackson’ın bu fazlayı eyaletlere dağıtma planı yürürlüğe girdi. Bu dağıtım 1837’de fiilen gerçekleştiğinde, hükümetin ilk tahmini olan 50 milyon dolardan %25 daha az olan 37,5 milyon doların altına düşmüştü bile. Jackson ise, artık ulusal borç olmadığı için ABD’nin bundan sonra “her zaman” bütçe fazlası vereceğini beyan etti. Yüksekten uçmuş. Bütçe açıkları bugün ABD’nin göbek ismi.

1757: Robert Clive komutasındaki İngiliz Doğu Hindistan Şirketi kuvvetleri Bengal nevvabı Siraj-ud-Daulah’ı yenilgiye uğratarak Bengal’i ele geçirdi. Lord Clive sonra Moğol imparator Mir Jafar’dan $140 milyon haraçla birlikte soyluluk unvanı ve Kalküta’ya konma hakkını aldı. Böylelikle Hindistan’da İngiliz sömürge yönetimi başlamış oldu. Clive da elbette 2 dönem Bengal valiliği yaptı.

22 Haziran

2011: Küresel krizden sonra uyanan SEC (Amerikan SPK’sı) hedge fonlarının çok daha sıkı gözetimini sağlayacak tedbirler getirdi. Daha önce, özellikle hedge fonlara yatırım danışmanlığı yapanlar yasa boşluğundan yararlanıp şeffaflık ilkesinden uzaklaşarak yatırımcılar için önemli bir risk teşkil ediyorlardı.

SEC’in kıskacı hedge fon endüstrisine bir zarar vermedi. Aksine, 2008 küresel krizinde kriz öncesinin neredeyse yarısına düşen hedge fonların yönettiği varlık miktarı sağlıklı bir şekile artıp 2016’da o seviyeyi geçti.

Bugün küresel olarak hedge fonların yönettiği varlık miktarı 3 trilyon doların üzerinde. Bu rakamın önümüzdeki 5 yıl içinde 4,5 – 5 trilyon dolara yükselmesi bekleniyor. 2008 krizinden sonra hızlı bir büyüme görüldü ama aslında son birkaç yıl hedge fonları için pek iyi geçmedi. Yönetilen varlık miktarı 2018’i $3,1 trilyonda tamamlamış olsa da 2008’den beri ilk kez azaldı (2017 rakamı $3,2 trilyondu). 2018’de getiriler de iyi olmadı. Hedge fonları ortalama olarak %4,5 (yıllık) para kaybettiler. Bu $3,1 trilyonluk varlığın $1,25’i New York’ta yönetiliyor.

Bugün dünyanın en büyük fon yöneticis Black Rock ($4,6 trilyon yönetiyor). İkinci; J.P. Morgan Asset Management ($1,7 trilyon), üçüncü Millenium ($207 milyar) ve dördüncü Bridgewater Associates ($197 milyar). Sadece hedge fon olarak bakacak olursak en büyüğü Bridgewater ($133 milyar).

SEC’in girişimi yerinde, çünkü hedge fonlar sütten çıkmış ak kaşık değiller. Blackrock gibi birkaç büyük şirket madencilik hakları karşılığında Zimbabve despotu Mugabe’nin kanlı seçim darbesini desteklediler. Elliot Management ve bazı diğerleri 2001’de Arjantin borcunu ödesin diye bir donanma gemisini rehin aldılar. Rennaissance Nova Fonu’nun (sadece 2 işlemcisi var) işlem hacmi bazen Nasdaq’ın %14’üne ulaşıyor! Kadrosunda 2 Nobel ödüllü profesör bulunan LTCM tarihin en büyük batışını gerçekleştirdi. Piyasa tamamen ölmesin diye ancak 16 banka kurtarabildi ($4,6 trilyon yönetir, x25 kaldıraç kullanırsan bu oluyor herhalde). Amaranth hava kötü gidecek diye bahse girip doğal gaz piyasasında $6 milyar batırdı. Harry Markopolos, Bernie Madoff’u 8 yıl boyunca SEC’e şikayet etti ama SEC kafasını bile dönmedi. O sürede sahtekârlığın boyutu ona katladı ($5 milyardan $65 milyara)…

. . . . .

2011: Suç örgütü lideri James “Whitey” Bulger (81) Los Angeles’ta kız arkadaşı Catherine Greig ile birlikte yakalandı. 16 yıl boyunca yakalanmayıp FBI ile dalga geçmiş ve büronun yeraltı dünyasındaki muhbirleri ile olan yozlaşmış ilişkilerini açık etmişti.

Daha sonra büro 1974 İzlanda güzeli Anna Bjornsdottir’e Bulger’in yakalanmasını sağlayan tüyoyu verdiği için $2 milyon mükafat ödedi. Anna ile Bulger’ın kız arkadaşı Catherine, Santa Monica’daki yerel bir sokak kedisine ortak ilgi duymalarıyla arkadaş olmuşlardı.

Kedi severken dikkat edin.

. . . . .

1990: Teksas petrol şirketi Harken Energy Corp. dev zararı açıklamadan önce bir yönetim kurulu üyesi $4’ten 212.140 hissesini sattı (hisseler $1,25’e düşmeden). Bu satış rapor edilmedi ve zamanında halka duyurulmadı. O yönetim kurulu üyesi George W. Bush idi.

1953: Gazete dağıtan bir çocuğa verilen 5 sentlik bozuk para daha sonra biraz tuhaf gözükünce yere attı ve içinden mikrofilm çıktı. Yıllar sonra o 5 sentin Sovyet casus Rudolf Abel’e ait olduğu anlaşıldı ve yakalanan Amerikan pilot Gary Powers’ın iadesi karşılığında Sovyetler Birliği’ne gönderildi.

1775: Kongre, Kıta Parası’nın, yani ilk Birleşik Devletler kâğıt parasının basımına izin verdi. Resmî olarak Continentals olarak bilinen bu para kısa süre içinde fırlayan enflasyon nedeniyle neredeyse değersiz hale geldi. O zaman da millet “o para ancak su ve unla karıştırılıp kırık kemikleri alçıya almaya yarar” demeye başladı.

21 Haziran

2007: Londra’da Damien Hirst’ün “Lullaby Spring” adlı eseri 19,1 milyon dolara satılarak yaşayan bir sanatçının eseri için müzayedede ödenen en yüksek fiyat oldu. Eser, 6.136 adet el yapımı ve boyalı hap içeren paslanmaz çelik bir dolaptan oluşuyordu ve Katar emirinin kızı Sheikha al-Mayassa al-Thani tarafından satın alındı.

. . . . .

2003: J. K. Rowling’in Harry Potter serisinin 5. kitabı Zümrüdüanka Yoldaşlığı yayınlandı. 1996’da işsiz ve evsiz, devlet yardımıyla yaşıyan bu kadın 5 yıl içinde dünyanın en çok kazanan yazarı oldu.

İlk kitabı trende bir peçetenin üzerine çiziktirmeye başladı, gerisini evde eski ve mekanik bir daktiloda yazdı. Başvurduğu ilk 12 yayınevi kitabı basmayı reddetti. Kabul eden Bloomsbury ön ödeme olarak Rowling’e 1.500 Sterlin verdi ve sadece bin adet bastı. Yürü kulum bu işte. Harry Potter serisi bugüne dek 500 milyon adet satış yaptı, 68 dile çevrildi ve yazarına 1 milyar $’ın üzerinde para kazandırdı.

Rowling bugün dünyanın en çok kazanan yazarı. Stephen King $400 milyon, Danielle Steel $385 milyon, John Grisham $350 milyon kazanıyor. Kitaplar, filmler ve bitmez tükenmez ticari ürünlerden Rowling şimdi ayda $8 milyon, günden $260 bin, saatte $11 bin, dakikada $180 kazanıyor.

Harry Potter markasının değeri $25 milyar. Kitaplardan $7,7, filmlerden de $7,7 milyar kazanıldı. Gerisi oyuncaklar, vs. Rowling’in yazdığı başka kitaplar da var. Onlardan da $50 milyon kazandı.

Rowling’in bugün 5 milyon Twitter takipçisi var. 2007 yılında Time dergisinde neredeyse yılın adamı seçilecekti, az farkla Putin’e kaybetti. Hem harcamayı hem vermeyi biliyor. İngiltere’de 3 malikânesi var. Başka bir tanesini 2012’de $3,6 milyona sattı. Edinburgh’da şimdi oturduğu evin bahçesine çocukları için yapacağı 330,000 $’lık bir ağaç eve yer açmak için gidip yandaki evi $1.3 milyona satın aldı. 45 yaşına geldiğinde multipl sklerozdan aynı yaşta ölen annesinin anısına Edinburgh Üniversitesi’ne bir dejeneratif nöroloji kliniği açmaları için 10 milyon Sterlin bağışladı.

1946: Türkiye Garanti Bankası Ankara’da 103 ortağın katılımıyla bir AŞ olarak kuruldu. İlk şube Ankara’da Anafartalar Caddesi’nde, ikinci şube İstanbul’da Bankalar Caddesi’nde açıldı.

Banka’nın kurucuları, II. Dünya Savaşı sırasında oluşan servet birikimini savaş ertesi kârlı iş alanlarına yatırmak isteyen tüccarlardan oluşuyordu. Kuruluş sermayesi, her biri 100’er liralık 25.000 hisseye ayrılmış 2,5 milyon liraydı.

1879: F. W. Woolworth, “Woolworth’ün Büyük Beş Sent Dükkanı” isimli ikinci dükkanını Pennsylvania’da açtı ve kısa süre içinde dünyanın en büyük alış veriş mağazası zinciri haline geldi. İlk dükkanını bir yıl önce New York’ta açmış ve hemen batmıştı (ilkinde başaramazsan…). İkinci dükkanın açıldığı ilk gün kasaları $127 ciro yapmıştı (bugünün $3.700’ü).

20 Haziran

1967: Askere gitmeyi reddeden Muhammed Ali’ye $10 bin ve 5 yıl hapis cezası verildi.

1948: Deutsche Mark hayata geçti ve 1990’a kadar Batı Almanya ve 1990’dan Euro’nun ortaya çıktığı 2002’ye kadar Birleşik Almanya’nın resmi parası oldu. Alman devletlerinin birleştiği yıl olan 1871’dan sonra hep bir çeşit Mark vardı.

Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Mark altın standardından çıkarıldı ve hep kâğıt Mark (papiermark) olarak anılmaya başlandı. Zaten önce enflasyon ve daha sonra da hiperenflasyonu hatırlarsanız bundan daha iyi bir isim olmaz. Bol bol kâğıt para. Bu paranın yerini 1923’de Rentenmark (RM) ve 1924’te Reichsmark (yine RM ama fontu değişik) aldı.

Deutschemark’ın çıkarılma amacı Almanya’yı ikinci bir hiperenflasyon sürecinden korumaktı ama çıkarılmasını tehdit olarak gören Rusların kafasını bozdu ve doğu Berlin’den batıya giden yolları bloke ettiler. Bunun üzerine ABD ve İngiltere Batı Berlin’e uçaklarla gıda, yakıt ve Deutschemark indirdi.

Sovyet işgalindeki Doğu Berlin’de Doğu Alman Markı kullanılıyor ve doğu Mark (Ostmark) diye anılıyordu. Doğu batı birleşince (1990) Deutschemark kullanılmaya başladı. Doğu Markları ilk 4000 Mark için 1:1, gerisi için de 2:1 oranında değiştirildi. Batıya geçen her Doğu Alman’a hoşgeldin parası (Begrüßungsgeld) olarak nakit 100 DM verildi.

2002’de de Deutschemark’ın yerini Euro aldı ama Bundesbank Deutschemark’ların Euro’ya çevirebilirliğini sonsuza dek garanti altına aldı. Bugün Deutschemark’ınız varsa (bozuk para olsa dahi) çevirmek için Bundesbank’a postayla bile gönderebilirsiniz.

Tamamen rastlantı ama ilginç: Deutschemark’ın hayata geçtiği 1948’den 43 yıl sonra aynı tarihte, 20 Haziran 1991’de Bundestag (Alman Parlementosu) ülkenin başkentini Bonn’dan Berlin’e aktarma kararı aldı.

. . . . .

1931: Viyana’da büyük bankaların ardı ardına batması üzerine ABD Başkanı Herbert Hoover, Almanya ve Avusturya’nın altın rezervlerinin tükenmesini önlemek amacıyla Avrupa’nın savaş borçlarının faiz ödemelerinin bir yıl süreyle askıya alınmasını önerdi. Bunu küresel bir ekonomik toparlanma olarak algılayan Dow Jones Endeksi coştu ve günü %6,64’lük bir sıçrama yaparak 138,96’dan kapattı ve takip eden altı işlem günü boyunca %13 daha yükseldi. Ancak bu bir ölü kedi sıçramasından başka bir şey değildi. Yıl sonuna kadar piyasa buradan %43,9 düştü.

19 Haziran

2017: Arjantin yatırımcılara 2,75 milyar dolar değerinde, 100 yıl vadeli dolar cinsinden %8 getirili tahvil sattı (son yüzyılda altı kez temerrüde düşmüş olmasına rağmen). Umarım kader ortağımız olmaz.

2002: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Pamukbank’ı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devretti.

BDDK Pamukbank’ın evvelki hafta Yapı Kredi Bankası ile birleşme başvurusunu, kuruma sunulan plân ve fizibilite roparlarının uygulanabilir olmadığına karar vererek kabul etmedi. BDDK; bankayı Bankalar Kanunu’nun amir hükümleri çerçevesinde alınması istenen tedbirleri almadığı, bu tedbirler alınmış olsa dahi mali bünyesinin güçlendirilmesine imkân bulunmadığı, yükümlülükleri toplamının varlıklarının toplam değerini aştığı, faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz ettiği ve 31.12.2001 tarihi itibariyle 2 milyar ABD doları tutarında sermaye açığı olduğu tespit edildiği için TMSF’ye devretti. Bankanın sahip olduğu Turkcell ve Yapı ve Kredi Bankası hisseleri de fona devredildi.

BDDK’ya göre, Aralık 2001 itibariyle 3 katrilyon 813 trilyon TL olan grup kredileri toplam kredi portföyünün %69’u ve toplam aktiflerin %40,5’i büyüklüğünde idi. 1 katrilyon 665 trilyon TL olan grup dışı kredilerin ise %35,5’i Fiskobirlik kredileriydi. Fiskobirlik kredilerinin hesabında banka ile Hazine’nin faiz hesaplaması konusunda da mutabakat sağlayamadığı ve herhangi bir düzeltme işlemi yapılamadığı kaydedildi.

Aralık 2001 itibariyle Pamukbank’ın dönem zararının 4 katrilyon 24 trilyon TL olup, %8 asgari sermaye yeterliliğine erişmek için gereken kaynak ihtiyacının 2 katrilyon 963 trilyon TL olduğu hesaplandı. %8 asgari sermaye yeterlilik hedefine karşılık Pamukbank’ın oranı %-46,2 idi.

1996: Sporcuların banka yönetmesiyle ayakkabı kutuları sadece bize has değil. Moskova’da birkaç yıl önce olan bitenler farklı sinemada benzer bir film. Enfes hikâye:

Tarih 19 Haziran 1996, gece yarısına 5 dakika var. Ulusal Spor Kurumu’nun (NSF) başkanı Boris Fyodorov kız arkadaşıyla yürüdüğü Moskova’nın bir caddesinde önce karnından silahla vuruluyor, sonra göğsünden dört kez bıçaklanıp kanlar içinde yerde kalıyor. Tam bir Korkunç İvan gecesi ama yaşıyor. Niye vurulduğunu bilmiyoruz ama tahmin edebiliyoruz. Boris bir ay önce, biri müthiş kazançlı diğeri fiyaskoyla sonuçlanan iki narkotik polis operasyonunun hedefi olmuş, kokain taşımaktan savcılığa verilmişti.

Boris ulusunun sağlığından sorumlu bir kuruluşun (NSF) başındaydı ama o kuruluş yasaların sağladığı vergi muafiyetinden faydalanıp alkol ve tütün ürünleri ithal ederek devlete yılda $2 milyar kazık atıyordu. Üstelik Boris Teksas Tommiks halindeki Moskova bankacılık sektöründe faaliyet gösteren ve $100 milyonluk borçlarıyla batık National Kreditny Bankası’nın da başkanıydı. Benzer film: spor, banka yönetimi, batıklar, vergi delikleri…

Boris Fyodorov aslında vasat bir iş adamıydı ama arkadaşı Şamil Tarpişev sayesinde NSF’n başına gelmişti. Şamil mi? O Başkan Yeltsin’in tenis hocasıydı. O da bu ilişkisi sayesinde tenis hocalığından NSF’in yönetim kurulu başkanlığına oturtulmuştu. Yine benzer film…

NSF önemli bir yer. Vergiden muaf alkol ve tütün ithalatının ne kadar kârlı bir iş olduğunu anlatmaya gerek yok sanırım. Tabi Boris vurulunca NSF’in başına Albay Valery Streletsky getirildi (ama eskiden KGB denilen kurumdaki işini de muhafaza etti).

Boris’in vurulmasından 24 saat sonra, Yeltsin’in seçim kampanyasında çalışmış olan iki kişi başbakanın ofisi olan Moskova Beyaz Saray’dan çıkarlarken tutuklandılar. Ellerinde içinde $500 bin olan bir kutu vardı. Benzer bir film hatırlıyorum… Bu iki adamı sorgulayan kimdi? Tabi ki NSF’in yeni başkanı, eski KGB albay.

Ardından olaylar hızlı gelişti. Yine Yeltsin’in seçim kampanyasının aktörlerinden biri olan İgor Malaşenko’nun yönettiği özel TV kanalı NTV sabahın erken saatlerinde daha önceden programı yapılmamış bir haber bülteni yayınlayarak tutuklamaların Yeltsin’in ikinci turda seçilmesini önlemek için General Korjakov, General Barsukov ve Bay Soskovets tarafından yürütülen bir kumpas olduğunu öne sürdü (sanki bu filmler yıllardır dünya sinemalarında).

O gün sabahın erken saatlerinde Yeltsin milli güvenlik kurulunu toplayıp kapalı kapılar ardında görüştü ve toplantının ardından başbakan Çernomirdin’in ofisi halka bir kriz falan bulunmadığını ve o tutuklamaların önemsiz bir olay olduğunu duyurdu. Sonra da Yeltsin televizyona çıkıp o iki general ve Soskovets’i kovduğunu açıkladı. Konuşması bittiğinde yüzünde geniş bir gülümseme vardı.

Hemen ardından, Yeltsin’in bir yıl önce kovduğu özelleştirme bakanı Çubais lüks Slavyanskaya Otelinde bir basın toplantısı düzenledi ve Yeltsin’in bu adamları kovmasıyla “Rusya’da düzenin kuvvetle değiştirilebileceğini düşünenlerin tabutuna çakılan son çivi” olduğunu söyledi (herhalde tekrar Yeltsin’in gözüne girmişti). … ve şöyle ekledi: “Evet, elbette hem bu kovulmalar, hem Boris’e düzenlenen suikast hem de içi $500 bin dolu kutu birbirleriyle alâkalıydı.”

Ah ah. Her yer aynı. Saatlerce uçup dünyanın öbür ucuna gidiyorsunuz, olan biten aynı. Her şey değişiyor ama hiçbir şey değişmiyor. Film aynı. Nepofilm.

18 Haziran

1982: Tanrının bankeri Roberto Calvi’nin cesedi Londra’daki Blackfriar’s Köprüsü’nün altında sallanırken bulundu.

Calvi, Vatikan’ın çoğunluk hissesine sahip olduğu İtalyan Banco Ambrosiano’nun yönetim kurulu başkanıydı. Vatikan bankayı mafyanın uyuşturucu parasını aklamak için kullanıyordu. İşin içinde Vatikan olduğu için banka işlemleri denetimlere takılmıyor, Vatikan da denetim sonrası yapılan transferlerden yüklü komisyonlar alıyordu. Saadet çok uzun sürmedi, banka battı. Batınca kirli çamaşırlar ortaya çıktı. Vatikan zararları karşılamak için 244 milyon dolar ödeme yaptı ama hiçbir zaman bir suçlamaya maruz kalmadı. Banka 800 milyon sterlin zarardaydı ve Sicilya mafyasına yüklü borcu vardı.

Calvi müthiş zeki bir bankerdi. Karanlık döviz işlemleri suçuyla hapse atıldı. İçerdeyken bileğini kesip aşırı dozda ilaç alarak kendini öldürmeye kalkıştı ama beceremedi ve serbest bırakıldı. Çantasında Vatikan’ı suçlayacak önemli evrakla Londra’ya kaçtı. Tanınmak istemiyordu. Bıyığını kesti, Chelsea’de ucuz bir otele giriş yaptı. Bu arada sekreteri kendiliğinden (!) bankanın Milano’daki binasının dördüncü katından aşağı uçarak öldü.

Errtesi gün, hapisten çıktıktan bir hafta sonra, köprünün altında asılı bulundu. Ceketinin cepleri yakındaki bir şantiyeden toplanan tuğlalarla doluydu. Kolunda hâlâ lüks Patek Philippe saati, cebinde de 10 bin sterlin değerinde döviz vardı. Mafya kokuyor tabi. Daha sonra sorgulanan kiralık katil Francesco “Adam Boğazlayan Frankie” Di Carlo, ben yapmadım ama yapmam için benle temasa geçildi dedi.

Vatikan mı? Orda duruyor. Bir şey olmadı tabi. Tanrının bankası orası. Bir şey olur mu?

1964: Dünyaya gelmiş en zalim, en kötü, en kalpsiz insanlardan biri olan Uday Saddam doğdu. Yaptığı kötülükler saymakla bitmez, ama belâsını buldu.

1988’de Hüsnü Mübarek’in eşi onuruna verilen bir partide, bir valeyi herkesin önünde bastonuyla dövüp elektrikli bıçakla keserek öldürdü. Adamcağız babasının uşağıydı ve ona genç bir kadın tanıştırmıştı. Babası sonra onla evlenince Uday öz annesinin onurunu kurtarmak istedi.

2000 yılında bir grup Fransız öğrenciyi Bağdat’taki evine davet edip silahlı muhafızların önünde birbirleriyle sevişmeye zorlayarak filme çekti.

Olimpiyatlarda başarılı olamayan atletlere işkence yaptı. Tecavüz ettiği sayısız kızın anne ve babalarını öldürdü. Binlerce kişiyi zindanlara attı. Yanında çalışanlara akla hayale gelmeyecek işkence yöntemleri uyguladı. Hitler’den better bir ruh hastası cani, şeytanın ta kendisiydi. 2003’te Musul’da Amerikan askerleri tarafından kardeşiyle birlikte öldürüldü.

. . . . .

1873: Kadın hakları savunucusu Susan B. Anthony ABD Başkanlık seçimlerinde oy kullanmaya teşebbüs ettiği için $100 para cezasına çarptırıldı. Cezayı da hiçbir zaman ödemedi.

Kadınların oy hakkı ya da seçme hakkı, ABD’de yarım yüzyıldan uzun bir süre boyunca, önce çeşitli eyaletlerde ve yerel yönetimlerde, bazen sınırlı olarak, daha sonra da 1920’de ulusal düzeyde tesis edildi. 10 yıl sonra da Türkiye’de.

17 Haziran

2011: Meksika gümrük polisi Venezuela’ya götürülmek üzere makaralanmış telefon kablolarının içinde $2,4 milyon buldu. Meksika’da da Venezuela’ya yardım etmek isteyen çok kişi var herhalde.

. . . . .

2003: Manchester United David Beckham’ı $41 milyona Real Madrid’e sattı. Bugünün $64 milyonu eder, ucuza gitmiş.

1930: ABD’ye yapılan ithalata ağır gümrük vergileri getiren Smoot-Hawley Tariff tasarısı yasalaştı. Güya Amerikan iş adamlarını ve çiftçlileri koruyacaktı ama hem büyük krizi daha da körükledi hem de siyasi aşırıcılığın yükselmesine katkı yaparak Hitler gibilerinin yükselmesine neden oldu.

Gümrük vergileri zaten yüksekti.1922’de yasalaşan Fordney-McCumber tasarısı zaten ceza gibiydi ve ortalama gümrük vergilerini %40’a yükseltmişti. Avrupa ülkeleri karşılık vermişlerdi ama bu Amerikan ekonomisine pek etki yapmamıştı. Ne var ki, 1. Dünya Savaşı’nın etkilerinden kurtulan Avrupa tarımından gelen yoğun rekabet ve aşırı üretim sonucunda iyice düşen fiyatlardan Amerikan çiftçileri büyük yara alıyorlardı ve sıkı bir lobi faaliyetine girişerek hükümete baskı kurmaya başladılar.

1928 kampanyasında daha sonra başkan seçilecek olan Herbet Hoover oy uğruna gümrük (tarım) vergilerini daha da artıracağına söz verdi ama Senato’dan destek göremeyince bu sözünde duramadı. Ancak 1929’da borsa çökünce korumacılık sesleri iyice yükseldi ve yeni tasarı Senato’dan 44-42 çoğunlukla ucu ucuna geçti (Temsilciler Meclisi’nden rahat geçti). Bin ekonomist başkana ortak dilekçe yazarak tasarıyı veto etmesini istedi ama başaramadılar.

Smoot-Hawley Yasası Wall Strett’te güveni tekrar tesis etti ama ABD’yi de dünyadan iyice tecrit etti. %20 daha vergi gelince tüm ülkeler misilleme yaptılar ve zaten çukurda bulunan dünya ekonomisi daha da bozuldu ve ticate hacmi daraldı. 1929-1932 arasında ABD’nin Avrupa’dan yaptığı itahalatın üçte ikisi yok oldu. Yasanın yürülükte kaldığı dört yıl boyunca (1934’te yeni başkan Roosevelt kaldırdı) dünya ticareti de aynı oranda küçüldü. Gümrük vergileri aslında kimsenin işine yaramadı. Tam tersine Hitler’i doğurdu.

1885: Fransız halkının hediye ettiği 46m. yüksekliğindeki Özgürlük Heykeli demonte bir şekilde New York limanına ulaştı. Heykelin kaidesini New York kenti inşa edecekti ama parası yoktu, çünkü vali Grover Cleveland bir yıl önce bu proje için $50 bin ayrılması teklifini veto etmişti.

Kentin kasasında sadece $3 bin vardı ve Kongre’den inşaat için $100 bin istendi ama bu talep de reddedildi. Proje tehlikeye girmiş, diğer ABD kentleri heykele talip olmuşlardı. Bunun üzerine kentin ünlü yayıncısı Joseph Pulitzer bir yardım kampanyası başlattı ve 120 bin kişiden (çoğu $1’den az verdi) $102 bin topladı (bugünün $3,2 milyonu). Bu sayede kaide inşa edilebildi ve ne ironidir ki, ertesi yıl açılış kurdelesini artık ABD Başkanı olmuş Grover Cleveland kesti (New York’un kutlama günlerinde gelenek haline gelmiş konfeti yağmuru da ilk kez bu açılışta gerçekleşti).

Bugün Özgürlük Heykeli’nin kaidesinde Emma Lazarus’un şu ünlü mısraları kazılı: “Sakla, kadim topraklar, efsanevi ihtişamını!” diye haykırır kadın, sessiz dudaklarla. “Bana yorgununu, fakirini, özgürce nefes almak için yanıp tutuşan kitleleri ver. Kıyılarınızın sefil çöplerini, harabelerini, evsiz barksızlarını gönder bana. Lambamı altın kapının yanına kaldırıyorum!”

16 Haziran

2019: Netenyahu’nun eşi devlet cebinden bolca yemek ısmarladığı için $15.275 ödemeye mahkum edildi. Aslında mahkemeyle anlaştığı için daha büyük suçlamalardan kurtulup bu kadar az parayla kurtuldu (onu da 15 taksitle ödemek üzere). En azından orada savcılar iş başında.

. . . . .

1961: Dansın tanrısı ve gelmiş geçmiş en önemli erkek bale sanatçısı Rudolf Nureyev KGB’nin pençesinden kurtulup Fransa’ya iltica etti ve bale dünyasının en çok kazanan ikinci dansçısı oldu ($7,9 milyon).

O zaman Saint Petersburg’un (Leningrad) ünlü Mariinsky Tiyatro’sunda dans ediyordu. Paris turunda KGB’nin önce çok önemli bir performans için, daha sonra da annesinin çok hasta olduğundan dolayı Moskova’ya geri dönmesi yönündeki ikna çabasını yemedi ve zamanın ünlü Fransız kültür bakanı ve edebiyatçısı Andre Malraux’nun yardımıyla batıya sığındı.

Nureyev, Sibirya’nın göbeğindeki İrkutsk yakınlarında Müslüman bir Tatar ailesinin çocuğu olarak trende doğdu. İltica ettiğinde Rusya’da yer yerinden oynadı ama Nureyev hemen müthiş bir üne kavuştu. Londra Kraliyet Balesi’nde, Paris Opera Balesi’nde, New York Balesi’nde dans etti, Paris Opera Balesi’nin direktörlüğünü, koreograflığı yaptı, yapımcı oldu, filmlerde rol aldı. O zamanlar balede erkeğin rolü sadece balerinaya destek olmaktı. Nureyev bunu kökten değiştirdi.

Bale dünyasında pek fazla zengin yok, hatta maaşlar çok düşük. Bugün New York veya Bolşoy Balesi’nde ortalama bir dansçı günde 25 saat çalışıyor ve yılda 20 bin doları zor yapıyor. En iyiler bile 60 bin dolarlara zor çıkıyor, ama Nureyev’den daha çok kazanan bir dansçı daha var. O da erkek. Mikhail Baryshnikov ($45 milyon).

Nureyev’in hem erkekler hem de kadınlarla romantik ilişkileri oldu ve ne yazık ki daha 55 yaşındayken AIDS’den öldü. Fanatik bir oryantal halı koleksiyoneri idi. Onun için Paris yakınlarındai mezarı rengârenk mozaiklerden yapılma bir halı ile örtülü. Öldüğünde, Mariinsky Tiyatrosu’nun direktörü şöyle dedi: “İltica etmeseydi, batıda yaptıklarını burada yapamazdı”.

1934: Sermaye Varlıkları Fiyatlama Modeli (CAPM), Beta, Sharpe Oranı gibi modern finans ilkelerini geliştiren William F. Sharpe doğdu (sonra da gidip ekonomi Nobel’ini aldı – 1990). Uzun ömürler üstat…

1903: Henry Ford, Detroit’te bir vagon fabrikasında, aralarında bir kömür tüccarı, bir marangoz ve yel değirmeni yapan bir adamın da bulunduğu 12 yatırımcıdan topladığı 28 bin dolarla (bugünün takriben 1 milyon doları) Ford Motor Co. şirketini kurdu.

. . . . .

1812: New York Eyaleti, City Bank of New York adında $2 milyon sermayeli yeni bir kurum kurdu. Bugün Citigroup adında küresel bir dev.

15 Haziran

2017: Hong Kong’ta bir arabalık bir park yeri $664,000’e satıldı. Bu fiyat 5 yıl önce kırılan Hong Kong rekorunun neredeyse iki misli. New York’un en pahalı park yerinden ise ($615,000) biraz daha pahalı. Hong Kong’da emlâk müthiş pahalı ve yer yok.

Ne var ki, kentin şahane bir toplu taşıma sistemi var ve ucuz. Metro biletinin fiyatı $1.30, tramvay kullanırsanız 30 cent. Dünyanın çoğu yerinde $664,000’e muhteşem bir malikâne alınabilir ama Hong Kong’da 17 metre karelik bir beton parçası alınıyor. ABD’de konut fiyatları ortalaması $309,200.

Ortalamalar Hong Kong zenginlerini ilgilendirmiyor. Instagram’da “Rich Kids of Hong Kong”a göz atarsanız ne kadar fakir olduğunuzu görürsünüz. Park yerini satın alan Kwan Wai-ming bir yatırım bankasının direktörü. Zaten $9.7 milyona aldığı iki dairesi ve $995,000’e aldğı iki park yeri daha var. McLaren Spider’ı ve Lamborghini’lerine de başkası yakışmaz tabi. Evvelki yıl Hong Kong’da kantonca “kolay para” gibi ses veren 28 rakamlı bir araba plâkası $2.3 milyona satıldı.

Bitmedi! Geçen yıl $664,000’lik rekor da kırıldı. Bir yıl önce yarı fiyatına alınan lüks semt park yeri bu kez $760,000’e alıcı buldu. Metre karesi $23,500. Ortalama bir Hong Kong ev fiyatının iki katı.

Garip. Lamborghini’yi hergün sokağa bırakıp hergün $100 park cezası yeseniz 20 yılda ancak o rakamı bulursunuz.

. . . . .

2009: Türkmenistan Cumhurbaşkanı Gurbanguli Berdymukhamedov yabancı konuklara ve medyaya, Hazar Denizi’nin kıyısındaki Avaza’da, eksantrik ve otokratik selefinin adını taşıyan (Niyazov) $1,5 milyarlık tatil beldesinin açılışı nedeniyle şatafatlı törenler düzenledi. Bugün orası dünyanın en tuhaf tatil beldesi. Pırıl pırıl, modern, etkileyici ama bomboş.

Berdymukhamedov, 2007’den beri başkan. Tüm tekrar seçilme kısıtlarını iptal edip devamlı seçiliyor (hem de %100’e yakın oyla). Dünyanın en otokratik, en anti-demokratik, en baskıcı liderlerinden biri. Bütün güç onda ve ailesinde. Ülkede insan hakları yerlerde sürünüyor.

Türkmenistan; 180 ülke arasında Ekonomik Özgürlük Endeksi’nde 167nci, Yolsuzluk Endeksi’nde 165nci, Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 178nci, vs., vs…

Berdymukhamedov 2015’te Aşkabat’a at üstünde altın heykelini dikti ama 2013’te attan düşünce batı medyasının diline düşmüştü (kendi ülkesinde sansürledi elbette).

1930: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dış kredisi olan $10 milyon Amerikan Yardım Bankası’ndan alındı.

. . . . .

1921: Gözü pek Amerikalı Bessie Coleman lisansını alarak dünyanın ilk zenci kadın pilotu oldu. Babası bir Çeroki olduğu için aynı zamanda dünyanın ilk kızılderili kadın pilotu da sayılır. Amerikan havacılık okulları o zaman zenci öğrenci kabul etmedikleri için Fransızca öğrenip lisansını Paris’ten aldı.

34 yaşındayken, bir uçuş gösterisine hazırlanan bir öğrenci pilotun yanında yolcu olarak uçarken uçak arızalandı, pilot kontrolü kaybetti ve uçak taklalar atarak düşmeye başladı. Bessie kemerlerini takmamıştı, camdan fırlayıp yere çakılarak hayatını kaybetti (öğrenci pilot da uçakla birlikte çakıldı).

Ne tesadüftür ki, tarihin ilk havacılık kazası ölümü de aynı gün (15 Haziran) ama 1785 yılında meydana gelmişti. Fransız baloncular de Rozier ve Romain Manş Denizini geçmeye çalışırken çakıldılar.

Yine ne tesadüftür ki, 143 yıl önce (1877) yine bugün (15 Haziran), Henry O. Flipper West Point Akademisinden mezun olan ilk zenci subay oldu. 4 yıl sonra askeri mahkeme kararı ile azledildi (biraz ondan, biraz ırkçılıktan – hikâyesi uzun). Öldükten (1940) 59 yıl sonra torunlarının talebi Beyaz Saraya ulaştı ve 1999 yılında Başkan Bill Clinton onu affetti.

1215: İngiltere Kralı John, sınırlı hükümet, serbest ticaret, özel mülkiyet ve borçların ödenmesi için varlıkların tasfiyesi ilkelerini sıralayan Magna Carta’yı imzaladı.

14 Haziran

2018: Rusya Dünya Kupası başladı. Rusya kupayı düzenlemek için $11 milyar harcadı ama kupa Rus ekonomisine $14,5 milyar katkı yaptı (GSYİH’in %1’i). Harcamanın $4,22 milyarı inşaat gibi spor tesisleri inşaatına, $3,63 milyarı ulaşıma (yeni havalimanı terminalleri, yollar, metro hatları), $1,18 milyarı altyapıya (hastaneler, konutlar, oteller, enerji santralleri, kanalizasyon) gitti.

Rusya Dünya Kupa’sını 3,5 milyar kişi izledi. Sadece FIFA’nın resmi videoları 1,25 milyar kişi tarafından izlendi, YouTube kanalı 4 milyon yeni üye aldı ve telefon uygulaması 128 ülkede en çok indirilen oldu. FIFA’nın 2015-2018 döngüsünde pazarlama haklarından $2, televizyon yayın haklarından da $3 milyar kazandı. Bunun $400 milyonunu katılan 32 takıma dağıttı. Hazırlık için $1,5 milyon, Ayak bastı için $8 milyon, üçüncüye $24 milyon, ikinciye $28 milyon, kazanana da $38 milyon (o yıl Messi $111 milyon kazandı).

O ay Rusya’ya gelen turistler kişi başı ortalam $6 bin harcadılar. En ucuz bilet $110’du (ama sadece Rus vatandaşları için). Sadece İzlanda’dan 66 bin bilet talebi oldu (bu ülke nüfusunun beşte biri). Sponsorluk yarışı da amansızdı. Adidas 12, Nike 10, Puma 4, New Balance 2 ve Umbro 1 takımı giydirdi.

Rusya Dünya Kupası bir dizi ilke de imza attı. İtalya tarihinde ilk kez bir dünya kupasına katılamadı. İzlanda ve Panama ise ilk kez katıldılar. Elemelerde Zimbabwe (antrenörün parasını ödemediği için) ve Endonezya (hükümet müdahelelerinden dolayı) ihraç edildiler. En çok kendi kalesine (12), en çok penaltı (29) ve en çok uzatmalarda gelen (23) gol bu kupada atıldı. Zaten resmi maskot Zabivaka’nın Rusça’da karşılığı “golcü”.

. . . . .

1949: Dow Jones Sanayi Endeksi 0,26 puan yükselerek günü 161.86’dan kapatırken tarihin en uzun boğa piyasalarından biri de başlamış oldu. Hisse senetleri neredeyse hiç arkalarına bakmadan 17 yıl boyunca Ocak 1966’ya kadar yükseldiler (yıllık kabaca +%12). O 17 yılda sadece 4 yıl kayıpla geçti. 1954 getirisi %54, 1958 getirisi %34 oldu.

1935: Atatürk’ün direktifi ile Türkiye’nin yer altı kaynaklarını işletmek ve değerlendirmek, sanayinin ihtiyacı olan madenleri, endüstriyel hammaddeleri, enerjiyi üretmek ve bu işlerin yapılması için gerekli sermayenin toplanacağı her türlü bankacılık işlemini yapmak üzere Etibank kuruldu. 1998’de Dinç Bilgin ve Cavit Çağlar tarafından satın alındı. 2000’de TMSF’ye devredilip bir yıl sonra da kapatıldı.

1925: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk şeker fabrikası, Alpullu’da üretime başladı.

13 Haziran

2000: SEC (Amerikan SPK’sı), FBI ve New York Güney Bölgesi Savcısı, 19 hisse senedinin fiyatlarını manipüle ederek binlerce yatırımcıyı 50 milyon dolar dolandıran ve bunu yaparken brokerler, yatırım bankacıları, bir para yöneticisi ve emekli bir New York polisiyle işbirliği içinde çalışan 100’den fazla mafya üyesinin üzerine fena çöktü. O zamanlar, kumar, uyuşturucu ve fuhuştan dışlanan mafyanın yeni oyun alanı dotcom hisseleriydi.

. . . . .

1986: Standard & Poor’s’un S&P 500 hisse senedi endeksinin değerini her 15 saniyede bir yayınlamaya başlamasıyla gerçek zamanlı piyasa verileri (iyi ya da kötü) büyük bir adım attı. Daha önce endeks fiyatı dakikada bir güncelleniyordu. Fiyatları günde 1,559 kez kontrol edebilmenin yatırımcılar için neden önemli olması gerektiği piyasa tarafından tam anlaşılmadı, ancak bazı insanlar bunu ilerleme olarak gördüler.

1928: Türkiye Cumhuriyeti ile Düyunu Umumiye (Osmanlı borçları) alacaklıları arasında sözleşme imzalandı.

1920: ABD Postahanesi çocukların posta paketiyle gönderilmesini yasakladı. Neyse ki bugün çocuklar paketlenip üzerlerine pul yapıştırılmaktan daha iyi yöntemlerle seyahat edebiliyorlar.

Ekonomi tarihinin gözden kaçan en önemli olaylarından biri de büyük paketlerin posta veya kurye ile gönderilmesinin başlaması. Birbirinden uzak kırsalların arasındaki ticaret ve ekonominin gelişmesi bu hizmet sayesinde oldu. ABD Postahanesi bu hizmeti vermeye 1913 yılında başladı ve milyonlarca kişinin her türlü ürün ve hizmete erişimi birdenbire mümkün oldu.

Birkaç hafta sonra Ohio’lu Beagle çifti 8 aylık oğulları James’i büyükannesine paketleyip yolladı. Haber çabuk yayıldı, çünkü ücret çok düşüktü. Beagle çifti gönderi için sadece 15 cent ödediler (50 $’a da sigortalamışlar). Bunu duyan herkes yasaklanana dek çocuklarını postalamaya başladı.

Bugün dünyanın en büyük kurye şirketi United Parcel Service (UPS). 112 yaşında. 220 ülkede 815 varış noktasına paket götürüyor (içinde çocuk yok), 123 bin taşıtı, 249 kendi, 298 de kiraladığı uçağı var (THY’nin 337). 2018’deki cirosu $72 milyardı. 481 bin çalışanıyla dünyanın en büyük 15. işvereni (bu rakam 67 ülkenin nüfüsundan daha fazla). UPS yılda 5,2 milyar paket taşıyor (dakikada 10 binin üzerinde). 9 milyon müşterisi var. Louisville, Kentucky’deki merkezin büyüklüğü 371 dönüm, 200 km. taşıyıcı bandı var. Çevresini dolaşmaya kalksanız 8 km. yürümeniz gerekir ama içeride bir paket bir uçtan diğer uca 8 dakikada gidiyor.

12 Haziran

1968: New York Hisse Senedi Borsası artan işlem hacminin getirdiği kâğıt işleriyle başa çıkabilmek için Çarşamba günleri işleme kapanmaya başladı (bu uygulama yılın son gününe dek 6 ay sürdü). Bu durum tarihe “kırtasiye krizi” diye geçti.

. . . . .

1966: Dönemin başbakanı Süleyman Demirel, o zaman Türkiye’nin en büyük, dünyanın ise sayılı barajlarından biri olacak Keban Barajı’nın temellerini attı. Proje çalışmaları 3 yıl önce başlamıştı, 8 yıl sonra da (1974) ilk deneme elektrik üretimi gerçekleşti.

Keban çalışmaya başladığında ülke elektrik ihtiyacının %20’sini karşılıyordu (bugün %1,6). Barajın yapılmasıyla Elazığ’da 125 kilometre uzunluğunda 675 kilometrekare alana sahip 30 milyar ton kapasiteli dev bir göl oluştu. Suya ihtiyacı olan Suriye ve Irak’la didişme, çevreye ve doğaya verilen zarar, kaybolan kültür mirası ve yurdundan edilen yerli halk bir tarafta; yöre ve ülke ekonomisine sağlanan fayda, olumlu iklim değişikliği, yeni mesire yerleri ve sosyal yaşama etki, gelişen balıkçılık, vs. gibi olumlu yönler diğer tarafa, Keban tartışmaları hiçbir zaman sona ermedi.

Bu ratışmalar Keban ve GAP gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bugün Keban Barajı rezervuar hacmi açısından dünyanın 37. (iki altındaki Atatürk Barajı rezervuarı 22. sırada) büyük barajı. Zambia ile Zimbabwe arasındaki Kariba Barajı gölü 6 misli daha büyük (dünyanın en büyüğü).

Keban yapıldığından bu yana ülke ekonomisine çok büyük katkı sağlade ve kendini defalarca amorte etti (inşaat maliyetinin $100 ilâ $300 arası olduğu tahmin ediliyor). Güç kapasitesi açısından dünyanın ilk yüzünde ama altındaki Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış barajlarıyla birlikte ilk ona dayanıyor. Bu beş barajda biriken su bugün Türkiye’nin en büyük ikinci gölünü oluşturuyor.

Keban Baraj Gölü’nde geçtiğimiz Mayıs ayındaki kuvvetli yağışlar nedeniyle yapımından itibaren üçüncü kez kapaklar açıldı.

1962: İstanbul’da ekmeğe zam yapıldı. 650 gr. ekmek, 65 kuruş oldu. 2023 başından itibaren, o ekmeğin üçte birinden azı 6 sıfırı atılmış 5 TL’ye alınabiliyor.

11 Haziran

2012: Nobel Ödülü küresel finans krizi, artan maliyetler ve azalan gelirler nedeniyle tarihinde ilk kez %20 azaltılarak 1,1 milyon $’a indirildi. Ödül töreni harcamaları ve işletme giderleri de düşürülecek. Ödülü alanlar büyük bir prestij kazanırlarken bu nakdin yanında bir de diploma ve altın madalya alıyorlar.

Her ne kadar bugüne dek ödüle lâyık görülen en geç kişi olan Pakistanlı aktivist Malala Yousafzai’nin (barış ödülü) yaşı o zaman (2014) 17 olsa da, Nobel Ödülü’nü kazanmak için biraz yaş almanız gerekiyor. Bugüne dek kazananların ortalama yaşı 60 (en yaşlısı 96).

Fizil, kimya, tıp, edebiyat, ekonomi ve barış alanlarında günümüze dek verilen 935 ödülün sadece 52’si kadınlara gitmiş ama ödüle herhangi bir kişi aday gösterilebilir. Hitler, Stalin ve Mussolini de gösterilmişlerdi. Nakit ödülü kazananlar parayı çeşitli şekillerde harcamışlar. Kimisi araştırmalarının devamı için, kimisi bağış yaparak, kimisi evini, yatını tamir ettirerek, kimisi çocuklarına miras bırakarak, kimisi de eşlerine kaptırarak. 2017 yılında ekonomi ödülü alan davranışsal finans ve mantıklı yatırım konularının uzmanı Richard Thaler’e o parayla ne yapacağı sorulduğunda “en mantıksız şekilde harcayacağım” demişti. Herkes bu kadar nazik ve şakacı olmuyor. Jean Paul Sartre ödülü reddetti.

1974 yılında sadece canlı olanlara ödül verilebileceği kuralı getirildi. Daha önce hayatta olmayan iki kişiye verilmişti. Ödül komitesi daha sonra bu kuralı bir kez çiğnedi, çünkü 2011 yılında tıp ödülüne lâyık görülen Steinman’ın 3 gün önce öldüğünü çok geç öğrendiler.

2005: Londra’da toplanan G8 ülkeleri Benin, Bolivya, Burkina Faso, Etyopya, Gana, Guyana, Honduras, Madagaskar, Mali, Moritanya, Mozambik, Nikaragua, Nijer, Ruanda, Senegal, Tanzanya, Uganda ve Zambiya’dan oluşan dünyanın en fakir 18 ülkesinin $40 milyarlık borcunu sildi.

Bugün dünyadaki ülkelerin borç miktarı $257 trilyonu geçmiş durumda. Yakında birbirlerine olan borçları da silerlerse şaşırmayın.

. . . . .

1979: Cumhuriyet tarihinin 5. devalüasyonu yapıldı ve 1$ = 47,10 TL oldu. 2001 bankacılık krizinden 7 yıl sonra 1,1465’i gören TL, o günden bu yana 7,5 misli değer yitirdi.

10 Haziran

2013: İlk Süpermen’i içeren 1938 baskılı çizgi romanın ender bulunan kopyalarından biri $175 bine satıldı. 70 yıl boyunca Minnesota’daki bir evin tozlu raflarında uyumuştu.

. . . . .

2013: Kanada nükleer santral operatörlerinin bir kaza halinde ödeyecekleri tazminatı 1 milyar Kanada dolarına yükseltti. Tazminat talep süresini de 30 yıla çıkarttı. Akkuyu, Sinop ve sonra Trakya için benzer bir önlem var mı acaba?

. . . . .

2004: Soul müziğin babası Ray Charles öldü. 10 farklı kadından yaptığı 12 çocuğu bugün 100 milyon $’lık servetin üzerine üşüşmüş, milyon $’lık miras davalarıyla boğuşuyorlar.

Ray Charles daha 5 yaşındayken görme yeteneğini kaybetmeye başladı. 7 yaşına geldiğinde artık tamamen kördü. 15 yaşında da öksüz kaldı. Müthiş azmi ve yeteneği sayesinde muhteşem bir kariyeri oldu ve dünya çapında tanındı.

Uyuşturucuyla başı hep belâdaydı. Eroin bağımlısıydı. Uyuşturucunun sanatçıları daha yaratıcı yaptığını düşünüyordu. Defalarca tutuklandı, hastanelerde yattı. 16 yaşında yakasına yapışan bu belâdan ancak 20 yıl sonra kurtulabildi.

Servetinin büyük bir kısmını kendi adını taşıyan ve işitme engellilere yardım veren vakfına bıraktı ama uzun kariyeri boyunca yaptığı 100 milyon $’lık servet (ve ölümünden sonra kazanılacak paralar) bugün onlarca dava konusu. Sadece iki kez evlendi ama on ayrı kadından 12 çocuğu var. Vakfın başındaki Joe Adams bütün serveti kontrolü altında tutuyor. Kadınlar ve çocukları yaklaştırmıyor. Davalar daha yıllar sürecek, avukatlar zengin olacak, akbabalar birbirlerini yemeye devam edecekler.

1955: İstanbul Hilton Oteli açıldı. 2,5 yılda tamamlanan 300 odalı, 500 yataklı otelin yapımı $5 milyona mal oldu. Gerekli arazi ve yatırım sermayesinin $3 milyonu Emekli Sandığı, kalan $2 milyon ECA (ABD devlet kurumu Ekonomik İşbirliği İdaresi) tarafından sağlandı. Otelin 20 yıl boyunca ilk işletme hakları Hilton International’a verildi. İşletme sermayesini Hilton bulacak ve kârın üçte birini alacaktı.

İstanbul Hilton, ABD dışında en uzun süre hizmet veren Hilton Oteli’dir.

9 Haziran 

2008: Yatırımcıların $400 milyonunu yok eden hedge fonu yöneticisi Bayou Management’in CEO’su Samuel Israel 20 yıl hapis cezasını çekmek için içeri girecekti ama yok oldu. 2 gün sonra kaporta tozunun üzerinde “intihar acısızdır” yazılı arabası bulundu. Polis intihar süsünü yemedi. Kız arkadaşını tutuklayıp baskıyı artırınca Samuel 2 Temmuz’da teslim oldu. 1959 doğumlu. Yaşarsa 2027’de çıkacak.

1999: Almanya, II. Dünya Savaşı toplama kamplarından kurtulanlara dağıtılmak üzere ABD Hazinesine $18 milyon gönderdi.

1980: Türk lirası altı ay içinde sekizinci devalüasyon dayağını yedi. Aynı hatalar, aynı dayak devam ediyor ve bunu becerenler de ödüllendiriliyor. Sıfırların atıldığı 2005’ten bu yana TL’nin dolar karşısındaki değeri on yedide birine indi.

. . . . .

1898: Hong Kong (“hoş kokulu liman”) 99 yıllığına İngilizlere kiralandı. Dünyada kişi başı en çok Rolls Royce’un dolaştığı kentin gökdelenlerinin (gökdelen sayısında da dünya birincisi) silüetleri bugün polis miğferlerinde yansıyor.

. . . . .

1650: Dünyanın en prestijli üniversitelerinden Harvard’ı yönetecek olan Harvard Corporation kuruldu. Üniversite 14 yıl önce, 1636 yılında ilk bağışçısının ismini alarak kurulmuştu.

Bugün okul 20 bin dönüm arazi üzerine kurulu, on fakültesi var, 23 bin öğrenci okuyor, 16 bin kişi çalışıyor (2400’ü profesör ve öğretmen). Burs yoksa orada okumanın yıllık maliyeti $46.340 ilâ $67.580 arasında değişiyor, ama mezunlar ilk yıl ortalama yıllık $60.000 ile iş buluyorlar. Bugün yaşayan mezunların 271 bini ABD’de, 52 bini de dünyanın 200 ülkesinde oturuyor, çalışıyor.

Mezun deyip geçmeyin; okul 130 Nobel, 48 Pulitzer ödüllü insan ile 32 devlet başkanı (8’i Amerikan başkanı: Barrack Obama, John F Kennedy, George W. Bush, Franklin Roosevelt…) ve birçok milyarder çıkartmış. ABD bağımsızlık bildirgesini imzalayanların sekizi Harvard’dan. Her yıl okumak için yapılan 43 bine yakın başvurudan ortalama %7,2’si kabul ediliyor. Tarih boyunca da sadece %2’si okulu bitirememiş.

Okul yılda 5,2 milyar $ kazanıp 5 milyar $ harcıyor ve bugün dünyanın en fazla bağış alan kuruluşu (2018 yılında 39,2 milyar $ bağış yapıldı – bu rakam dünya ülkelerinin yarısının GSYİH’sinden daha fazla). Kütüphanesi dünyanın en büyük üniversite kütüphanesi. 6 yerin üstünde, 4 yerin altında katı var.

İyi oluyor böyle, ara sıra kiminle yarıştığımızı hatırlamak…

8 Haziran

2018: Arjantin ve IMF 56,3 milyar $’lık kurtarma paketi üzerinde anlaşmaya vardılar. Akabinde faizler %40’a yükseltildi (ama enflasyon hâlâ %55 ve 1944’ten bugüne ortalama oran %197 olmuş). Güney Amerika’nın bu üçüncü büyük ekonomisi azgın enflasyon, peso’ya hücum ve bütçe açıklarından batmak üzereydi. Ülke bu yıl %1,2 küçülecek ve yıl sonu enflasyonunu da %30,5 olarak tahmin ediyor.

Anlaşmaya göre, hükümet kamu harcamalarını kısacak, enflasyonu düşürecek her önlemi alacak ve amansız bir kemer sıkmaya gidecek. Başkan Macri’nin bu kararı elbette her vatandaş tarafından olumlu karşılanmadı, çünkü halk ülkenin 2001’deki batışının ana müsebbibi olarak IMF’yi görüyor.

Program şimdilik iyi gidiyor ama Ekim’de seçimler var. Eğer populist muhalefet kazanırsa sil baştan olacak. Bu sonuç IMF’nin itibarı için de iyi olmaz, çünkü hem bu paket tarihin en büyük paketi hem de açıkça şimdiki Başkan Macri’yi destekliyor.

Arjantinliler için IMF bir çizgi roman kötü adamı haline gelmiş durumda. Ülke ilk yardımı aldığı 1958’den bu yana IMF ile 22 kez anlaşmaya gitti, çoğu da hüsranla sonuçlandı. 2001 yılında, ülkenin temerrüde düşmesinden sadece 2 ay önce IMF’den 8 milyar $ alınmış, bu paranın çoğu ülkeden çıkmak isteyen yabancı kurumsal yatırımcılardan peso almak için kullanılmıştı.

. . . . .

2009: Petrol devi Royal Dutch Shell, Nijerya’nın eski askeri rejimi tarafından eylemci Ken Saro-Wiwa ve diğer sivillerin infazına suç ortaklığı yaptığı iddiasıyla açılan davayı sulhen sona erdirmek için $15,5 milyon ödemeyi kabul etti.

1998: 1993’ten beri Nijerya devlet başkanlığı yapan General Sani Abacha, 2 Hintli fahişe ve bir lokal bakirenin kollarında kalp krizi geçirip öldü. Ülkenin milyar dolarlarını lüplemişti ama hepsini yiyemeden gitti. 2018 yılına gelindiğinde İsviçre bankalarının Nijerya’ya iade ettiği hesapların meblağı $1 milyarı bulmuştu.

11 yıl sonra (2009), yine aynı 8 Haziran günü, 42 yıldır Gabon’un başında olan Omar Bongo öldü. Arkasında 14’ü Paris, 11’i Fransız Riviera’sında olmak üzere 45 malikâne ve 19 ultra lüks araba bıraktı. Arabalardan biri olan Bugatti için fakir Gabon halkı $1,5 milyon ödemişti.

Talihsiz Afrika…

1967: Altı Gün Savaşı’nın 4. gününde, İsrail güçleri Akdeniz’de konuşlu ABD Donanmasına ait USS Liberty gemisine baskın düzenleyip 34 mürettebatı öldürdü. Daha sonra İsrail, geminin Mısır gemisi olduğunu zannettiğini söyledi, trajik bir hata yaptığını kabul etti, özür dileri ve 12 milyon dolar tazminat ödedi. İşte böyle, her sene böyle olmuş.

7 Haziran

2011: NBC televizyonu FOX ve ESPN ile girdiği acımasız teklif savaşını kazanarak 4,38 milyar dolar karşılığında 2014’ten 2020’ye kadar olimpiyatları ABD’de yayınlama hakkını aldı.

Olimpiyatlar yasal olarak herkesin ulaşımına açık ve şifresiz olarak yayınlanması gereken bir etkinlik. Uluslararası Olimpiyat Komitesi de (IOC) en az 200 saat yayının (günde 10 saat eder) şifresiz kanallarda gösterilmesini şart koşuyor. Bu sürenin içinde açılış ve kapanış törenleri ve 100 metre finali gibi çok ilgi çeken bölümler ile her ülkenin temsilcilerinin final karşılaşmalarının gösterimi şart.

Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan IOC toplamda 3.500 saat kayıt üretiyor ama (145 gün eder) bunun tamamını yayınlamanın imkânı yok. IOC hasılatın (günde 3,25 milyon $) %90’ını spora, spor örgütlerine ve atletlere dağıtıyor.

İlk olimpiyat yayını 1936’da Berlin’de kapalı devre olarak yapıldı, oyunları sadece Almanya’nın bir bölümü izleyebildi. 1948 Londra oyunlarını da sadece Londra. Yayın hakkının ilk satışı 1956’da Melbourne’da (Avustralya) gerçekleşti. ABD’de ilk yayın 1960’ta yapıldı. CBS televizyonu hakları için 394 bin $ ödedi. Bu rakam 1984’te 225 milyon $, 2004’te de 793 milyon $’a çıktı. 2011 yılında NBC, 2104, 2016, 2018 ve 2020 (kış oyunları da var) hakları için 4,38 milyar $ ödemeyi kabul etti. 2014 yılında da yine NBC 2022 Kış Olimpiyatları’ndan 2032 Yaz Olimpiyatları’na kadar tüm hakları bu sefer 7,65 milyar $’a satın aldı.

. . . . .

2007: İngiliz medyası Suudi Prens Bandar bin Sultan’ın iki ülke arasında1985’te imzalanan $80 milyarlık silah satımı anlaşmasından $2 milyar lüplediğini yazdı.

Puro meraklısı bin Sultan kraliyet ailesinden olduğu için 1983-2005 arasında ABD’de Suudi Arabistan büyükelçiliği, 2005-2015 arasında Ulusal Güvenlik Konseyi genel sekreterliği, sonra Suudi İstihbarat Teşkilatı’nın başkanlığı ve en son da Kral Abdullah’ın özel temsilciliğini yaptı. Eh, bal tutan parmağını yalar.

Özel Airbus A340’ında uçuyor. Kayak merkezi Aspen, Colorado’daki Arap usulü altın döşemeli, 16 banyolu Beyaz Saray’dan büyük evini 2012’de milyarder hedge foncu John Paulson’a $49 milyona satmıştı. İngiltere’deki malikanesini de bu yıl Bahrain Kralı’na sattı. Amaaan petrol…

1982: Hissene Habre (d.1942) Başbakan Goukouni Oueddei’yi görevden aldı ve 1990’a kadar Çad’ın diktatörü oldu. Gizli polisi on binlerce insanı öldürdü ve 200.000 kadar kişiye de işkence yaptı. Libya lideri Muammer Kaddafi’ye karşı olduğu için ABD desteği aldı. 1990’da, bu sefer o koltuğundan indirildi ve $11 milyonla Senegal’e kaçtı.

1962: O zamanlar Schweizerische Kreditanstalt (SKA) olarak bilinen Credit Suisse Bankası, İsviçre’deki ilk arabaya servis veren şubeyi Zürih şehir merkezindeki Paradeplatz yakınlarında açtı. Şubede, yedisi soldan, biri de sağdan direksiyonlu (Birleşik Krallık ve İrlanda’dan gelen) araçlar için donatılmış sekiz cam pavyon bulunuyordu. Şube ilk faaliyet yılında yaklaşık 20.000 müşteriye hizmet verdi. Ancak 1970’lere gelindiğinde, Zürih şehir merkezinde artık trafik sorunu baş gösterdi ve Zürihliler şubeye arabayla gitmez oldular. Kârsız geçen yılların ardından şube, 1983 yılında arabaya servis hizmetine son verdi.

6 Haziran

2001: Los Angeles’taki bir jüri, ömür boyu sigara içen Richard Boeken’a 3 milyar dolardan fazla tazminatı onaylayarak, tedavisi mümkün olmayan akciğer kanserinden tütün devi Philip Morris’in sorumlu olduğuna karar verdi. Daha sonra tazminat bir Yüksek Mahkeme yargıcı tarafından 100 milyon dolara indirildi, ardından temyiz mahkemesi 50 milyon dolara düşürdü. Boeken mi? Bir yıl sonra öldü.

Birbirimize benzeriz. 1996: Seçim kampanyasında öğretmenlere, doktorlara ve askerlere verdiği sözleri tutabilmek için Yeltsin Rusya Merkez Bankası’nın federal bütçeye $1 milyar aktarmasını emretti. Plus ça change plus c’est la même chose.

1976: Milyareder petrol kodamanı Jean Paul Getty (d.1892) öldü ve $1,2 milyarını (bugünün $6,5 milyarı) bir müze ve dünya çapında sanat etkinlikleri için bağışladı.

. . . . .

1934: Amerikan SPK’sı Securities Exchange Commission (SEC) kuruldu. Kurulmadan önce piyasayı düzenleyen etkisiz ve yarım yamalak yasalar vardı. Wall Street haydutları istedikleri gibi piyasayı manipüle ediyor, hem küçük yatırımcıyı yok ediyor hem de sermaye piyasalarının gelişmesini engelliyorlardı. Sonunda Kongre 1933 yılında Menkul Değerler Yasası’nı çıkardı ve bu yasayla SEC’i yarattı. Başkan Roosevelt başına da yakın arkadaşı, milyoner, Wall Street’i iyi tanıyan ve pisliğini en iyi temizleyecek kişi olan Joseph Kennedy’yi getirdi.

SEC’in dört ana amacı vardı: yatırımcı güvenini yeniden sağlamak, yaygın olarak yapılan abidik gubidik işlerin önüne geçmek, büyük oyuncuların hakimiyetini ve içerden öğrenenlerin ticaretini engellemek ve tüm sermaye piyasası araçlarının tescil edilerek şeffaflığını sağlamak. Bunu büyük ölçüde becerdi. Ne var ki, piyasalar her zaman yeni delikler bulur. Dolayısıyla hâlâ müthiş finansal skandallar yaşamaya ve cingöz dolandırıcılarla tanışmaya devam ediyoruz.

SEC’in bugün 3.100 çalışanı ve ülke çapında 18 bürosu var ama bütçesi korumakla yükümlü olduğu piyasanın parasal büyüklüğünden %99,99 daha küçük. Korumakla yükümlü olduğu her 15 bin $ için 1 $’ı var. Bütçesi, ABD bütçesinin %0,03’ü.

Cingözler bol, bütçe küçük olunca da skandallar gelmeye devam ediyor: Martha Stewart, Mark Cuban, Ivan Boesky, Michael Milken, Bernie Madoff, Enron, Lehman Brothers, FreddieMac, Tyco, WorldCom, vs., vs., ama SEC’in eli çok ağır. Tokadı bastı mı iyi basıyor. Bugün cezalar milyar dolarlara erişmiş durumda: Goldman Sachs ($550 mn.), Eli Lilly & Co. ($1,42 myr.), UBS ($1,5 myr.), Abbott Laboratories ($1,6 myr.), SAC Capital ($1,8 myr.), Siemens ($1,9 myr.), HSBC ($1,9 myr.), Pfizer ($2,3 myr.), GlaxoSmithKline ($3 myr.), Bank of America ($3,6 myr.), BP ($4,5 myr.), Wells Fargo, JP Morgan ve Bank of America (toplam $9,3 myr.) ve hâlâ devam eden JP Morgan ($13 myr.). Bulaşmayın…

5 Haziran

1883: Adam Smith’in mirasını geri almak için diğer herkesten daha fazlasını yapan John Maynard Keynes, Cambridge, İngiltere’de doğdu. Keynes, I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasında, dünyanın dört bir yanındaki ekonomilere büyük devlet müdahalesine yol açan teorileri geliştirdi. Ancak serbest piyasalara yönelik eleştirileri onu borsada küçük bir servet kazanmaktan alıkoymadı. Öte yandan, devamlı piyasalar müdahele ederek ekonominin içine eden hükümetlerin de mucidi oldu.

ABD çalkalanırken hatırlamakta fayda var. 1851: Köleliğin o destansı hikâyesi, Harriet Beecher Stowe’un Tom Amcanın Kulübesi, köleliğe karşı bir Washington D.C. gazetesinde dizi olarak yayımlanmaya başladı. Ertesi yıl da kitabı çıktı ve ABD’nin 1 milyonun üzerinde satan ilk romanı oldu.

Aradan neredeyse bir asır geçti ve 64 yıl önce (1956) yine bugün, Alabama federal mahkemesi otobüslerde beyazlarla zencilerin ayrı oturmalarını emreden ayırımcı uygulamanın anayasaya aykırı olduğu kararını verdi. Bu elbette Rosa Parks gibi müthiş bir zenci kadının otobüste yerini bir beyaz adama vermeyi reddetmesiyle başlayan ve bir yıl süren boykotların sonucuydu.

1833: İngiliz matematikçi ve dünyanın ilk bilgisayar programcısı Ada Lovelace, yine İngiliz matematikçi, mucit, filozof ve makine mühendisi Charles Babbage ile tanıştı. Bir makinenin ancak basit toplama çıkarma yapabildiğinin bile şüpheli olduğu o devirde bu kadının açtığı yol bugün yaşadığımız amansız teknolojik devinimin başlangıcı oldu.

Bu tanışmadan sonra Ada, bugün bilgisayarın babası sayılan Babbage’ın “analitik makine” diye anılan mekanik bilgisayarı (bu da günümüzdeki elektronik bilgisayarın önünü açtı) üzerinde çalışmaya başladı ve böyle bir makinenin sadece toplama çıkarma yapmaktan çok daha fazla potansiyele sahip olduğunu farkeden ilk kişi oldu.

Ada 1842-1843 yıllarında İtalyan askeri mühendis Luigi Menabrea’nın hesap makineleri üzerine yazdığı bir makaleyi tercüme etti ve üzerine Babbage’ın makinesini kullanarak Bernouilli numaralarını hesaplayacak bir yöntemin notlarını aldı. İşte sayfalar dolusu bu notlar bir bilgisayarın uygulayacağı ilk algoritma olarak tarihe geçti ve Ada’yı tarihin ilk bilgisayar programcısı yaptı.

2002 yılında Babbage’ın makinesi imal edildi. Ne yazık ki Ada Lovelace’ınki hiç edilmedi, eğer imal edilmiş olsaydı, çalıştığı görülecekti.

Ada Lovelace, Lord Byron’un tek meşru çocuğuydu. Byron, Ada doğduktan bir ay sonra ve bir daha dönmemek üzere evini ve İngiltere’yi terk ederek bizim buralara gelmiş, sonra yabani bulduğu Türklere karşı bağımsızlık mücadelesi veren Yunanlılara destek vermek için oraya geçmişti. Ne var ki Yunan mitolojisinden ve filozoflarından umduğu medeniyeti köylülerde göremeyince bunalıma düşüp hastalıktan ölmüştü (elbette biraz fazla sevdiği genç oğlan çocuklarına olan düşkünlüğü de Yunan sevgisinin bir açıklaması olabilir).

4 Haziran

2001: Toner kartuşlarıyla ocağımızı söndüren Hewlett-Packard 6 yıldır devam eden patent davasının arefesinde posta ücreti makinesi üreten Pitney Bowes’a 400 milyon $ tazminat ödemeyi kabul ederek mahkeme dışında anlaştı.

Anlaşma mahkeme jürisinin toplanmasından birkaç saat önce gerçekleşti. Pitney Bowes, HP’yi daha net baskı sağlayan patentli teknolojisini kullandığı için 1995 yılında dava etmişti. HP’nin de Pitney Bowes aleyhine açtığı bir sürü patent davası vardı ama bu anlaşma sonucunda iki şirket sadece bir hukuk sürecini bitirmekle kalmayıp bundan sonra da bir dizi teknoloji lisanslama işinde işbirliği yapmak konusunda el sıkıştılar. İyi iş. IBM bugün teknoloji lisanslamasından yılda 1,5 milyar $ kazanıyor.

Pitney Bowes 3.330 patent sahibi ama kendisi yazıcı veya fotokopi makinesi üretmiyor ve bu davaya konu olan teknolojiyi hiçbir zaman kullanmadı. Patent davaları avukatlar için bulunmaz kaftan. Örneğin, Intel 1997 yılında Digital Equipment Corporation’a 1,5 milyar $ tazminat ödedi. 14 yıl süren hukuk mücadelesinin sonunda Kodak Polaroid’e 909 milyon $ bayıldı.

Pitney Bowes 99, HP 80 yaşında. Her iki şirket de isimlerini kurucu ortakların soyadlarından alıyor. Hatta Bill Hewlett ile David Packard 1939 yılında şirketi garajda kurarlarken kimin isminin önce geleceğini belirlemek için yazı-tura atmışlar.

1996: Avrupa Uzay Ajansı’nın Ariane 5 roketi Fransız Guyana’sından fırlatılışından hemen sonra parçalanıp düştü. 10 yılda geliştirilip $7 milyar harcanmıştı. Bu paralar gökten yağmadı. 4 yıl sonra aynı gün, bu sefer de NASA’nın $670 milyonluk uzay rasathanesi bozulunca kontrollü bir şekilde Büyük Okyanus’a düşürüldü. Paralar denizden çıkmadı.

. . . . .

1968: S&P500 Endeksi ilk kez 100’ün üzerinde kapandı. 50’den oraya gelmesi 10 yıl almış, 200’e erişmesi 17 yıl daha alacaktı. 1000’i 1997’de, 2000’i 2014’te, 3000’i ise Temmuz 2019’da devirdi. İki yıl sonra 4000’i, bir üç yıl sonra da 5000’i geçti. Dolar bazında!

3 Haziran

2015: Amerikalı milyarder hedge fonu yöneticisi John Paulson Harvard Üniversitesi’ne 400 milyon $ bağışladı. Bu rakam bugüne dek üniversiteye yapılan en büyük bağıştı.

John Paulson ismi duyulmamış bir finansçıyken 2007 yılında yaklaşan eşik altı konut kredileri krizini görüp CDS’lerden 4 milyar $ kazandı (2010 yıında da 4,9 milyar $). Forbes’un dünya milyarderleri listesinde 5 milyar $ servetiyle bugün 355. sırada. Bugün 36 ülkenin GSYİH’si 5 milyar $’a ulaşamıyor.

Genlerdeki çeşitliliğin işe yaradığının açık bir ıspatı John. Babası Fransız ve Norveçli bir çiftin oğlu olarak Ekvator’da doğdu. Annesi Litvanya ve Romanya’lı bir çiftin Yahudi kızı. Eşi, atletizm milli takımındayken Amerika’ya kaçan kerdeşiyle birlikte New York’a gelen bir Romen.

John 16 yaşında öksüz kaldıktan sonra askere gidip 2. Dünya Savaşı sırasında İtalya’da yaralandı. Dönüp Arthur Andersen’de işe girdi ama sonra işinden nefret edip tekrar okula yazıldı, Harvard’da MBA yaptı. İçlerinde Boston Consulting Group’un da olduğu birkaç işte çalıştıktan sonra 2 milyon $ müşteri parası ve 1 çalışan ile 1994 yılında kendi fonunu kurdu. 2003 yılında fon 300 milyon $ varlık büyüklüğüne erişti.

O tek çalışanı, Paolo Pellegrini de başarısız bir Lazard bankacısıydı. İşe girdiğinde beş parası yoktu, iki kez boşanmıştı, tek odalı bir apartmanda oturuyor ve ucuz park yeri bulsun diye işe sabah 06:30’da geliyordu. Çok kunuşan ve sevilmeyen bir adamdı ama John’un krizi görmesinde en büyük rolü o oynadı. Kâğıt kârlar hayli birikip etraftaki herkes paraları al kaç derken John’u frenleyip 4 milyar $ kazanmasındaki güç o oldu.

2010: Mafyayla çalışan 2 New York polisinin bir sokak kadınını öldürüp (1986) suçu üzerine attığı Barry Gibbs 19 yıl içerde kaldıktan sonra suçsuzluğu kanıtlanınca çıktı ve $9,9 milyon tazminat aldı. Darısı Floyd’un ailesinin başına…

. . . . .

1933: Sümerbank’ın kuruluşuna ilişkin kanun kabul edildi. Türkiye’nin birçok demir-çelik, çimento, tekstil ve kâğıt tesisi banka bünyesinde kurulmuştu. 1987’de özelleştirilip Kamu Ortaklığı İdaresi’ne devredilerek bir yıl sonra holdingleşti. Bankacılık birimi 1995’te Garipoğlu Şirketler Topluluğu’na $103,4 milyona satıldı ama Malki cinayeti ve Türkbank skandalları yüzünden elinden alındı. 1999’da TMSF’ye geçti. 2001 bankacılık krizinde de Oyak Grubu’na satılıp Oyakbank’a tescil edildi (o da sonra $2,6 milyara ING’ye satıldı). Kim bilir, belki yine açılır…

. . . . .

1775: Kıta Kongresi barut satın almak için ₤6 milyonluk bir krediye izin verdi ve böylece ABD’nin o bildiğimiz ulusal borcu doğmuş oldu. Bugünkü politikacılar gibi, o kurucu babalar da sahip olmadıkları parayı harcamak için can atıyorlardı.

2 Haziran

2017: $1 trilyonluk Norveç Varlık Fonu’nun CEO’su yatırım yaptıkları bankalara faaliyetlerinin küresel sera gazı salınımlarını azaltmaya yönelik ne gibi faydaları olduğunu sordu. Deli mi ne!

. . . . .

2014: ABD Adalet Bakanlığı dünyada milyonlarca bilgisayara virüs yükleyip kullanıcıların banka hesaplarından 100 milyon $ çarpan korsan çetesinin başı Rus Evgeniy Bogaçev’in kafasına 3 milyon $ ödül koydu.

Bogaçev ve İngiltere, Rusya ve Ukrayna’daki işbirlikçileri şifre çalma e-postalarını 2011’de yollamaya başladılar. Kullanıcılar bu zehirli bağlantılara tıkladıklarında bilmeden Gameover ZeuS isimli kötü amaçlı bir yazılım indirdiler. İşe uyanan FBI ve Avrupa Bilişim Suçları Merkezi (EC3) Gameover ZeuS’u alaşağı edebildi ama cin Bogaçev aslında onu bilgisayardaki muhtelif şifreleri ele geçiren Cryptolocker isimli fidye yazılımı yaymak için kullanmıştı. Bu iki çatallı hücumun sonucunda dolandırıcı çetesi banka hesaplarından 100 milyon $ çalıp yasadışı elektronik transferlerle denizaşırı banka hesaplarına göndermeyi başardılar.

Bu çete kendisine “Business Club” diyor. Merkezde bir düzine, onların etrafında da 50 kadar özel becerili bilgisayar korsanları var. Bogaçev’in liderliğinde tam Oceans 11 gibi çalışıyorlar. Londra’dan Vladivostok’a kadar dağılmışlar. Sabah Avustralya ve Asya, öğledensonra Avrupa, gün sonunda da Amerika banka hesaplarını soyuyorlar.

Bogaçev hâlâ yakalanamadı. Rusya’da, Karadeniz kıyısına yakın Krasnodar kentinde bir evi olduğu biliniyor ama bulunamıyor. Şimdi FBI kafasına bugüne kadar bir siber suçlu için konmuş olan en büyük ödülü koymuş durumda: 3 milyon $. ABD hükümeti elbette işin içinde Kremlin’in de olduğunu düşünüyor.

. . . . . . . . . .

1997: NASDAQ, Adalet Bakanlığı ve SEC’ten (yani Amerikan SPK’sından) aldığı talimat uyarınca fiyatı 10 dolar veya daha fazla olan tüm hisse senetlerinde en küçük fiyat adımını 1/8’den 1/16’ya düşürdü.

. . . . .

1987: Başkan Reagan süresi dolan efsanevi Fed Başkanı Paul Volcker’in yerine az tanınan bir ekonomik danışmanı atayınca piyasalar panikledi, borsa düştü, faizler patladı. Yersizdi. Alan Greenspan de sonra efsane oldu.

1985: RJ Reynolds Industries Inc. derin bir nefes aldı ve Nabisco Brands Inc.’i $4,9 milyar karşılığında (petrol endüstrisi dışında o güne dek yapılan en büyük devralma) yuttu. RJR, Nabisco’yu hisse başına $85’e satın aldı. Bu fiyat, sadece bir ay önceki $60$’lık hisse fiyatına kıyasla çok büyük bir primdi. Donaldson, Lufkin & Jenrette’in önde gelen gıda endüstrisi analisti William Leach, anlaşmanın gıda endüstrisi üzerinde fazla bir etkisi olmayacağını ve daha fazla birleşmenin gerçekleşeceğinden şüphe duyduğunu söyledi. Üç ay sonra, Philip Morris General Foods’u satın aldı.

1886: Irkçılığın pençesindeki ABD bugüne dek bir kadın başkan seçemediği gibi parasına da sadece tek bir kadının resmini koyabildi. ABD’nin ilk first lady’si Martha Washington. Portresi 1886-1891 arasında $1’lik Gümüş Sertifika’nın üzerinde (kocasıyla birlikte) yer aldı.

Martha’nın 25 yaşında dul kaldığı ilk eşinden 4 çocuğu vardı. İkisi yaşadı. Varlıklı bir aileden geliyordu, ölen eşi de varlıklıydı. Başkan Washington’la yaptı evliliğe bol para, tarlalar ve bin köle getirdi. Başkanlık müessesesinin bin kölesi oluyorsa bugün ABD’de olanlara şaşırmamak gerek.

1 Haziran

2019: Japonya’da sinema bileti fiyatı 26 yıl sonra from ¥1.800’den ¥1,900’e artırıldı (+17,50). $1’den az zam kimseyi etkilemedi, çünkü zaten öğrencilere, kadınlara, yaşlılara, 50 yaş üstü evli çiftlere ve bazı özel günlerde uygulanan iskontolarla ortalama bilet fiyatı ¥1.315 idi ($12,15). Japonya’da 3.561 sinema salonu var. Yıllık gişe hasılatı $2 milyar (bunun %45’i yabancı filmlerden).

2018: İsmi açıklanmayan bir teklif sahibi 83,2 milyar $’lık net varlığıyla dünyanın en zengin üçüncü kişisi Warren Buffett ile öğlen yemeği yiyebilmek için açık artırmayı 3.300.100 $’la kazandı.

Bu açık artırma 2000 yılından beri yapılıyor. İlk kazanan sadece 25.000 $ ile kazanmıştı ve fiyat bir yıl sonra 18.000 $’a düştü ama sonra Warren’la özel bir yemek yemenin maliyeti dudak uçıklatan rakamlara erişti. Son on yılın ortalaması 2,5 milyon $’ın üzerinde. Bugüne dek ödenen en yüksek ücret 2016 yılındaki 3.456.789 $’dı (yine isim açıklanmadı).

2019 yılının kazanan rakamı da bugün açıklanadı. Yine 3,3 milyon $ (2016 rekoru kırılamadı) ve yine isim gizli.

Amerikalılar her şeyin bir bedeli olduğunu ifade etmek için hep “there is no free lunch” (bedava öğlen yemeği diye bir şey yoktur) derler. Hele hele iş Warren Buffett ile özel bir yemek yemeye gelince, bırakın bedava yemeği, dünyanın sadece en zengin %1’inin yiyebileceği bir yemek haline geliyor. Ortalama bir Amerikalı dışarda yemeğe yılda bin $ harcıyor.

Bu öğlen yemeği için açık artırma her yıl Mayıs ayının son haftasında yapılıyor ve ay bitince kazanan açıklanıyor. İlk açık artırma San Fransisco’da yerel bir müzayede salonunda yapılmıştı ama artık eBay’de yapılıyor. Açık artırma 25.000 $’la başlıyor. Kazanan seçeceği yedi arkadaşıyla birlikte New York kentinde Smith & Wollensky isimli et lokantasında yarı tanrı Warren ile karşı karşıya yemek yiyor, görüşlerini dinliyor, sorular soruyor. Bugüne dek katılanlar aslında bu yemeğe bedel biçmenin bile hata olduğunu söylüyorlar.

Smith & Wollensky et lokantasında 750 gramlık bir bifteğin fiyatı 60 $’dan az değil. Kokteyller 20 $, ama kazananın ödediği milyon dolarlar Buffett’ın cebine değil, evsizleri barındırıp besleyen bir bağış ve yardım kuruluşuna gidiyor. 2000 yılından bu yana bu yemek sayesinde 33 milyon $ gitti.

. . . . .

1998: Avrupa Birliği’nin para politikasını belirlemek ve yürütmek üzere Brüksel’de Avrupa Merkez Bankası kuruldu.

1932: Benjamin Graham Forbes dergisinde üç bölümden oluşan bir yazı dizisinin ilkini yayınladı ve “çok sayıda Amerikan şirketinin piyasada tasfiye değerlerinin çok altında işlem gördüğünü; bu şirketlerin ölüsünün dirisinden daha değerli olduğunu” yazdı. Aynı gün, S&P 500 Endeksi tüm zamanların en düşük seviyesi olan 4.40’a indi.

. . . . .

1495: İskoçya Hazine’sinde ilk İskoç Viski kayıtlarının tarihi. Bugün İskoçya dünyanın 166 ülkesine saniyede 40 şişe satıyor (yılda 1,26 milyar şişe). Hepsini dizseniz neredeyse aya ulaşır. Değeri ₤4 milyar. İskoçya’nın gıda ve içecek ihracatının %75’i (Birleşik Krallığın %21’i). Birleşik Kralıığın tüm ihracatının %1,4’ü. Sektör İskoçya’da 10 bin, Birleşik Krallık’ta 40 bin kişiye istihdam sağlıyor. Turizm geliri de yaratıyor. İskoçya damıtıcılarını yılda 2,2 milyon kişi ziyaret ediyor (bugün 134 tane var).

İskoç viski piyasası, toplam küresel viski piyasasının sadece küçük bir parçası. Küresel viski piyasasının değeri $62 milyar (2026’da $96 milyar olması bekleniyor). (veriler 2020 sonu verileridir)