• persembe@persembe.com

Tarihte Bugün Ekim

31 Ekim

Ben sizin yerinizde olsaydım bugün uçmazdım. 31 Ekim havada olmak için iyi bir gün değil. Bırakın kuşlar, böcekler, kelebekler, yarasalar uçsun bugün. Lânet 108 yıl öncesinin 31 Ekim’inde planör çakılmalarıyla başlamıştı ama biz daha yenilerine bakalım.

31 Ekim 1979. Western Havayolları’na ait “gece kuşu” isimli DC-10 Los Angeles – Mexico City uçuşunun sonunda, sabah saat 05:42’de yoğun siste inişe geçti. İndi de, bakıma alınmış kapalı piste indi ve park halindeki bir damperli kamyona çarptı. 82 yolcudan 77’si ve kamyonda bulunan bakım işçisi öldü.

31 Ekim 1994. Indianapolis – Chicago 4184 sayılı seferini yapmakta olan American Eagle Havayolları’na ait İtalyan Fransız ortaklığının ürettiği ATR-72 tipi pervaneli uçak buzlanma nedeniyle kontrolü kaybedip taklalar atarak çakıldı. Uçaktaki 64 yolcu ve 4 mürettebat hayatını kaybetti. Yolcu akrabalarına $110 milyon tazminat ödendi.

İki yıl sonra, yine 31 Ekim’de Brezilya’nın TAM Havayolları’nın 402 sefer sayılı Fokker F100 uçağı Sao Paulo’dan kalktıktan 25 saniye sonra istop edip kalabalık Villa Santa Catarina banliyösindeki binaların üzerine düştü. Uçaktaki 95 kişiyle birlikte yerde de 4 kişi öldü.

Üç yıl sonra, bu kez 1999’un 31 Ekim’inde New York’tan Kahire’ye gitmekte olan 990 sefer sayılı Mısır Havayolları’na ait Boeing 767 Atlas Okyanusu üzerine geldikten dakikalar sonra Nantucket Adası’nın 100 km. güneyinde denize çakıldı. 203 yolcu ve 14 mürettebatın tamamının öldüğü kaza beş çocuk babası nöbetçi pilot El-Batouti’nin yanlış girdileri yüzünden oldu.

Bir yıl sonra (2000), yine 31 Ekim’de Rus yapımı Antonov 26 tipi turbo pervaneli kiralık yolcu uçağı kuzey Angola’da kalkıştan hemen sonra infilâk ederek 48 cana mal oldu. Daha sonra terörist Unita örgütü sorumluluğu üstlendi.

Aynı yıl, aynı gün Singapur Havayolları’na ait Boeing 747-400 Tayvan’ın Taype kentinden Los Angeles’a gitmek üzere havalanmaya çalışırken pilotaj hatası yüzünden (yine yanlış pist) iş makinelerine çarptı. Uçaktaki 179 kişiden 81’i anında, ikisi de sonra hastanede öldü.

31 Ekim 2015. Rus havayolu Metrojet’in Airbus A321’i turistleri aldığı Mısır’ın tatil kenti Şarm El Şeyh’den havalanıp Sina Yarımadası üzerine geldiğinde içine ISIL örgütünün yerleştirdiği bombanın patlaması sonucu düştü. Uçaktaki 25’i çocuk 224 kişi hayatını kaybetti. Herkesin cesedi bulunamadı. Bir çocuk cesedi 8 km. uzakta ortaya çıktı.

31 Ekim’lerin listesi uzayıp gidiyor. 2014’te Virgin Galactic Uzay aracı, 2018’de Afgan helikopteri, vs., vs.. Bırakın, oturun evinizde 31 Ekim’de. Bir gün sonra, bir gün önce uçun. İşin bir de iyimser tarafı var. Bu kazaların içinde hiç Türk yoktu.

1933: Wall Street’in en kötü kokan pisliklerinden biri ortaya çıktı. Chase National Bank’ın eski başkanı Albert H. Wiggin, mahkemede kişisel yatırım şirketlerinin Chase’den borç para aldığını ve 1929 Çöküşünde parçalanan Chase’in 8 milyon dolarlık hissesini açığa satmak için borçlandığını itiraf etti. Bu utanç verici davranışın ortaya çıkması, Kongre’ye 1934 Menkul Kıymetler Borsası Yasasına şirket görevlilerinin kendi hisselerini açığa satmalarını yasaklayan bir hüküm eklemesi için ilham verdi.

1865: “Petrol hisseleriyle kısa sürede zengin olunacağı” söylentileri iyice yayılınca, ortaya aracı olmaya hevesli bir broker kalabalığı yaratırken, şimdiki New York Borsası’nın yanı başında petrol şirketlerinin hisselerinin alım satımına adanmış bir kaldırım borsası kuruldu. Dört yıl içinde orada işlem gören hisseler değerlerinin %90’ını kaybedince de kaybolup gitti.”

30 Ekim

2007: Merrill Lynch’i batıran CEO Stan O’Neal işten ayrıldı. Tarihinin en büyük zararını açıklamış şirket batarken $91.4 milyonluk yıllık maaşının üzerine ayrılma paketi Merrill hisseleri ve $161.5 milyonluk opsiyonlardı.

O’Neal Alabama’da yoksulluk içinde doğmuştu. Dedesi eski bir köleydi. Tarlalarda pamuk topladı. Babası general Motors’da işe girince kaderi değişti. Üniversite okuyabildi. General Motors’dan aldığı bursal Harvard’da MBA yaptı. 1986’da Merrill Lynch’de işe girdi. Hızla yükseldi, 2003’de CEO oldu. Olur olmaz ilk işi ona en yakın üst düzey yöneticileri kovmak oldu. Hırslıydı ve rekabeti sevmezdi.

1914’ten beri bağımsız başarılı bir yatırım bankası olarak çalışan Merrill Lynch’i Goldman Sachs gibi bir trading güç dinamosu yapmak istiyordu. Şirketin 100 yıllık temkinli kültürünü bir hırs küpüne çevirdi. Yanına İngiltere’de hızla yükselen bir bono işlemcisi olan 39 yaşındaki Osman Semerci’yi aldı. Semerci ondan daha hırslıydı. Kârlar geldikçe eşik altı konut kredileri piyasasındaki risklerini artırdı da artırdı (bir yılda $5 milyardan $55 milyara). O da saray oyunlarıyla yanındakileri işten attı, attırdı. Sonunda kova şirketi batırdılar.

Ekim başında O’Neal Semerci’yi işten attı. Semerci güvenlik memurlarınca ofisten çıkarılırken çekmecesine bantladığı sıralı numaralı $10 binini yanına almayı unutmadı. Arkasından O’Neal da kovuldu. Merrill de kendini Bank of America’nın kollarında buldu.

Hikâye burda bitmiyor elbette. Küresel finans krizinin ortasında Bank of America’ya devlet milyarlarca dolar yardım yaparken üst düzey yöneticileri enfes paketleriyle şaşaalı ofisler yaptırdılar, özel jetleriyle uçup golf turnuvalarına katıldılar, partilerde şampanlara patlattılar. Hepsini yazmaya ömür yetmez.

1973: Cumhuriyetin kuruluşunun 50. yıldönümünden bir gün sonra İstanbul boğazının ilk köprüsü açıldı ve Asya ve Avrupa ilk kez karayoluyla birbirine bağlandı. Projesi 1967’de hazırlanmış, inşaatına 1970’te başlanmıştı. 3 yıl süren inşaattan sonra toplam maliyeti $200 milyon olmuştu (bugünün $1,4 milyarı).

Aslında bu işi ilk kez MÖ 513’de İskitlere karşı yaptığı seferde, askerlerini Asya’dan Avrupa’ya, mimar Mandrokles’in, gemileri ve salları yan yana dizip birbirine bağlayarak oluşturduğu köprüden geçiren Pers Kralı I. Darius becermişti. Daha sonra da (MÖ 480) bu kez aynısını Yunanistan’ı fethetmek için ordularını Çanakkale boğazının üzerine yaptırdığı yüzer köprüden geçiren oğlu Xerxes yaptı. Ne var ki onlar hem köprü sayılmaz hem de eldeki bütün kanıtlar bizim Halikarnas’lı antik Yunan tarihçisi Herodot’un hikâyeleri.

1900 yılında Sultan II. Abdülhamid “Boğaziçi Demiryolu Şirketi”ne bir köprü projesi hazırlattı ama tahttan indirilince kadük oldu. 1940 yılında, ülkenin ilk sanayicilerinden Nuri Demirağ (demiryollarına yatırım yaptığı için bu soyadını ona Atatürk verdi) başka bir proje yaptı ama kabul görmedi. Adnan Menderes 25 Mayıs 1960’da bir İngiliz firmayla anlaştı ama o da olmadı, çünkü 2 gün sonra ihtilâl oldu. Kısmet 1965’te tek başına iktidara gelen Adalet partisindeymiş. 1967’de proje hazırlandı, 1970’te inşaat başladı ve 3 yıl ve $200 milyon sonra tamamlandı (bugünün $1,4 milyarı).

Köprüden ilk geçen cenaze orta oyunu ve tulûat sanatçısı İsmail Dümbüllü’nünki oldu. İlk trafik kazası da daha açıldığı ilk gün oldu. Çarpılan yayaya pek bir şey olmadı ama köprüdeki ilk ölüm de o gün gerçekleşti. Açılışa katılan 58 yaşındaki bir vatandaş heyecandan fenalaşıp gidiverdi. Köprü açıldıktan bir yıl sonra da ilk intihar girişimine sahne oldu.

2005 yılında Venus Williams ile İpek Şenoğlu İstanbul Cup Tenis Turnuvası’nı tanıtmak için köprüde gösteri maçı yaptılar. Aynı yıl, İngiliz Formula 1 pilotu David Coulthard Red Bull yarış arabasıyla körüde müthiş numaralar çekti ve gişelerden ödemesiz geçtiği için €20’lik trafik cezası yedi.

Şimdi dünyanın tek kıtalararası maratonunun yapıldığı köprüden bol bol gelin de geçiyor.

29 Ekim

Bugün dünyanın en önemli günü. 29 Ekim’lerde bundan daha önemli bir şey olmadı. Dokuz tanesinde ise şöyle eften püften hikâyeler var:

1929: Wall Street’te “büyük çöküş”ün başlangıcı yaşandı. Dow Jones Endeksi o “kara Salı”da %11,7 düştü. Panikleyen yatırımcılar 16 milyon hisseyi satarlarken bir günde piyasa değerinden $30 milyar silindi (bugünün $450 milyarı). Kasım ayına gelindiğinde bir $30 milyar daha gitti ve düşüş 1932’ye kadar devam etti.

1945: New York’taki Gimbell’s alışveriş merkezinde dünyanın ilk tükenmez kalemi $12’ye satışa çıktı. Halbuki patenti 57 yıl önce alınmıştı.

1958: Doktor Jivago’nun yazarı Boris Pasternak otoritelerin baskısıyla Nobel Ödülü’nü geri çevirmek zorunda kaldı. 1955’de yazdığı roman 33 yıl boyunca Rusya’da yayınlatılmadı. CIA marifetiyle Rusya dışına kaçırılıp 1957’de İtalya’da yayınlanabildi. Ta 1988’de yasak kalktı ve başta yayınlamayı reddeden Novy Mir isimli edebiyat dergisinde yayına girebildi.

Halbuki tam bir yıl sonra (yine 29 Ekim) hâlâ kahkahalarla okuduğumuz Asterix yayınlanmaya başladı.

1988: Çinliler hem kadınları haplardan hem de erkekleri kondomlardan veya vasektomiden kurtaracak ilk bitkisel doğum kontrol iğnesini geliştirdiklerini açıkladılar.

Cumhuriyetin ilânının 75nci yıl dönümünde (1998) Adana’dan Ankara’ya uçan THY uçağı bir Kürt militan tarafından kaçırıldı. Erdal Aksu pilotlardan İsviçre’ye uçmalarını istedi ama pilotlar ona yakıt ikmali için Sofya’ya ineceklerini söyleyerek Ankara’ya indiler. Terörist ölü ele geçirildi. Zaten Diyerbakır’da 4 öğretmeni katletmekten aranıyordu.

…ve yine Cumhuriyetin ilânının bu kez 95nci yıl dönümünde (2018) yeni İstanbul Havaalanı hizmete girdi.

2019: İsveç’te İskandinav Konseyi edebiyat, film, müzik ve çevre dallarında her biri $52 binlik yıllık ödüllerini dağıttı. İklim aktivisti Greta Thunberg (16), “iklim hareketinin daha fazla ödüle ihtiyacı yok” diyerek çevre ödülünü reddetti.

28 Ekim

2018: Meksikalılar yapılan referandumda üçte biri tamamlanmış yeni Mexico City Havaalanı projesinin rafa kaldırılmasını istediler. Bu $13,3 milyarlık projenin sonu oldu.

Projeyi 2018 seçimleriyle giden Cumhurbaşkanı Peña Nieto 2015’te başlatmıştı ama daha önce 2 seçim kaybeden yeni popülist ve ulusalcı başkan Obrador gelir gelmez kampanyasında söz verdiği gibi referanduma gitti ve %69 hayır oyuyla iptal etti. Sadece 1 milyon kişi oy verdi (her 90 seçmenden sadece biri) ama olan oldu.

Proje Meksika’nın gelmiş geçmiş en büyük, en pahalı projesiydi. Mega kentin bir mega havaalanı olacaktı (yapılmakta olan Pekin’den sonra dünyanın ikinci en büyüğü). Mevcut Benito Juárez havaalanı kapasitesinin %50 üzerinde çalışıyordu ve herkes yeni bir alana ihtiyaç olduğunda mutabıktı. 743 bin m2’lik terminali, 3 pisti, 96 kapısı ve yıllık 75 milyon yolcu kapasitesiyle ilk faz 2020’de tamamlanacak, 2022’de tüm fazları bittiğinde 6 pistle kapasite 125 milyon yolcuya çıkacaktı.

Projenin mimarları daha önce Londra, Pekin, Hong Kong gibi alanları da yapmış olan Norman Foster ile Mexico City’nin o muhteşem Soumaya Müzesi’ni yapmış olan Fernando Romero’ydu (Romero aynı zamanda $80 milyar servetiyle Meksika ve dünyanın en zengin iş adamlarından olan Carlos Slim’in damadıydı). Zaten Slim de projenin %8 ortağıydı. $13,3 milyarlık yatırımın %60’ını hükümet ödeyecek (vergi mükelleflerinin parası), %40’ı da banka kredilerinden ve çıkarılacak borçlanma araçlarından (vergi mükelleflerinin parası) sağlanacaktı.

Obrador popülistti ve projeye muhalif olanları iyi okuyup seçimi kazandı. Kazanmasında en büyük rolü projeyi iptal etme kampanyası oynadı, çünkü projeyi nerden tutsanız elinizde kalıyordu. Bir kere yapıldığı yer kurumuş bir bataklıktı ve megakent yer altı sularını çektikçe her yıl 30 cm. çöküyordu. O sulak alanlarda 130 kuş türü yaşıyordu. Yanıbaşındaki gürültünün ceremesini çekecek 1,6 milyonluk Ecatepec kenti halkına sorulmamıştı bile ve üstelik proje yolsuzluk ve rüşvet hikâyeleriyle çalkalanıyordu.

Şimdi o muhteşem X şeklindeki rüyanın ışıkları söndü. Yeni havaalanı daha mütevazi bir şekilde başka bir yere yapılacak.

. . . . .

2003:  Forbes Dergisi, Yaser Arafat’ın servetinin (büyük bir kısmı danışmanı Muhammed Raşid’in kontrol ettiği) $300 milyon civarında olduğunu tahmin etti.

1976: İşlemlerin başlamasından 184 yıl sonra, kariyerine 11 yıl önce resepsiyonist olarak başlayan Alice Jarcho, New York Menkul Kıymetler Borsası’nda üye olarak çalışacak ikinci kadın oldu (ilki 1967’de başlayan Muriel Siebert idi). Londra Borsası’na giren ilk kadın olan Susan Shaw da 3 yıl önce (1976) girmişti.

. . . . .

1955: Bill Gates doğdu. Doğduğunda cebinde $0 vardı. “Çocuklara fazla para bırakırsanız onlara iyilik yapmış olmazsınız” diyor. Onun için kendi çocuklarına sadece $10’ar milyon bırakmaya karar verdi.

İlk programını daha ergenken Lakeside Lisesi’nde bir General Electric bilgisayarında yazdı. Okul ondaki yeteneği görünce Bill’den öğrencilerin sınıflara tahsisi için bir program yazmasını istedi. O da kodlamayı değiştirerek kendisinin “güzel kızların çoğunlukta olduğu” bir sınıfa verilmesini sağladı.

Diğer başarılı tekno girişimciler gibi o da üniversiteden terk. 1975’te Harvard’ı yarım bıraktı. İki yıl sonra New Mexico’da hem kırmızı ışıkta geçtiği hem de ehliyetsiz olduğu için tutuklandı.

Yılda 50 kitap okuyor ama bir yabancı dil bilmiyor.

27 Ekim

2018: Milyarder iş insanı ve Leicester City futbol klübünün sahibi Vichai Srivaddhanaprabha, lig maçından sonra bindiği helikopter stadyumun yanında düşünce hayatını kaybetti. Vichai $4.9 servetiyle Tayland’ın beşinci en zenginiydi.

Vichai, 3 yıl forma sponsorluğunu yaptıktan sonra klübü 2010 yılında $57 milyona satın aldı. 2011 yılında kendini başkan, oğlu Aiyawatt’ı da başkan yardımcısı yaptı. Leicester City 3 yıl içinde (2014) Premier League’e çıktı (10 yıl aradan sonra) ve 2 yıl sonra da (2016) şampiyon oldu. Bu arada Vichai klübün £103 milyonluk borcunu da temizledi. Sonra klübün stadyumunu da satın alıp şirketinin ismini koydu (King Power Stadium).

Premier League’e çıktıklarında taraftarlara £180 milyon harcayıp takımı ilk beşe sokacağı sözünü vermişti. Çoğu kimse onu ciddiye almadı, ama 2 yıl içinde (ve sadece £60 milyon harcayarak) şampiyonluğa ulaştı. O zaman bahisçiler Leicester City şampiyonluğuna bire 5.000 veriyorlardı.

Şampiyon olunca, Vichai oyunculara 19 adet mavi (klübün forma rengi) BMW i8 ve o gece Londra gazinolarında harcamaları için £1.000 hediye etti. Cömertti. Leicester’daki bir çocuk hastanesine £2, üniversiteye £1, kentin diğer hayır kurumlarına £1 milyon bağış yaptı. 60. doğum gününde (61’i görmedi) taraftarların hepsine bedava sosis ve bira dağıttı, 60 kombine hediye etti. Bilet fiyatlarını düşük tuttu, deplasman maçlarına ucuz götürdü. Ölmeden birkaç hafta önce £100 milyonluk yeni bir antreman tesisinin inşası için izin almıştı.

1989 yılında duty free şirketi King Power’ı kurmuştu. Tek bir mağazadan birkaç yıl içinde uluslararası iş insanlığına yürüdü. King Power daha sonra Asia Aviation’ın (Thai Air Asia) %39’unu satın aldı. Vichai’nin en sevdiği içki £200’lük kırmızı St Émilion şarabıydı, soğuk içerdi. Budistti. Oyuncularını kutsaması için klübe budist rahipler bile  getirmişti.

O gün West Ham maçından sonra havalanan helikopteri stadyumun yanında düştü. Onla birlikte iki yardımcısı, ortağı ve pilot da hayatlarını kaybettiler. Taraftarlar stadyuma yüzbinlerce çiçek bıraktı. Ona “boss” diye hitap ederler, hep şakacılığı, devamlı gülümsemesi ve bilgeliğinden bahsederlerdi. Leicester City tarihine geçti.

1997: A.B.D.’li yatırımcılar “Asya’daki mali krizin bulaşıcı olabileceği korkusuyla paniğe kapılırken, Dow Jones Sanayi Endeksi 554,26 puan (%7,2) düşerek o güne kadarki en kötü puan kaybını (ancak yüzde olarak yalnızca 12. en kötü) yaşadı. New York Hisse Senedi Borsası, devre kesiciler tetiklenince yarım saat erken kapandı. 2937 hisse senedi düşerken yalnızca 182’sinin fiyatı yükseldi. New York Post gazetesi PANİKLEMEYİN! Diye manşet attı. Haklı da çıktı. Yıl sonu geldiğinde piyasa %10,4 yukarıdaydı.

1978: Başkan Jimmy Carter, Tam İstihdam ve Dengeli Büyüme Yasası’nı onadı.  Humphrey-Hawkins Yasası (yasayı hazırlayanlar) olarak da bilinen yasa, Federal Rezerv Kurulu’nun faiz oranlarını belirlerken işsizlik ve enflasyonu hesaba katmasını ve Fed başkanının yılda iki kez Kongre önünde ifade vermesini şart koştu. Yasaya ne gerek vardı? Hiç kendine örnek almamış, bir emirle yapabilirdi.

. . . . .

1662: İngilizler Dunkirk’ü 5 milyon Fransız livresine (bugünün £40 milyonu) Fransa’ya sattılar. Halbuki 2017’de izlediğimiz film gişede $526 milyon yaptı. Evet, 2. Dünya Savaşı’nda Alman kuşatması altındaki kentin sahilinde mahsur kalan İngiliz askerlerinin kahramanca kurtarılmasını anlatan film tarihin en yüksek gişe hasılatı yapan savaş filmi oldu.

Dunkirk, Fransa’nın en kuzey kenti, tam da Belçika sınırında. Kent aynı zamanda dünyanın Fransızca konuşulan en kuzey yerleşkesi (Kanada’nın Quebec eyaletinde daha kuzey birkaç köy var). İsmi Flamanca “dun” (kumul) ve “kerke” (kilise) sözcüklerinden geliyor. Kumul kilisesi.

Dunkirk şimdiki Benelüks ülkeleri, İngiltere, Fransa ve İskoçya’nın İspanyol ve Portekizlilerle cebelleştiği 1568’de başlayan 80 yıl savaşlarının odak noktasıydı, çünkü İngiltere’ye çok yakındı (Manş Denizi’nin karşısında, 120 km. mesafede Dover var). O zamanlar İspanyolların elindeydi. 1658 yılında İngiliz ve Fransız güçlerinin eline geçti.

İmzalanan barış anlaşmasıyla da İngilizlere verildi. Ne var ki, bitmeyen savaşlar İngiliz hazinesi kurutmuştu (aslında İngiltere tam bir iflâs halindeydi). Dunkirk’ü bir garnizon olarak muhafaza etmeleri için gereken paraları yoktu. Dolayısıyla deli gibi para arayan Kral 2. Charles hiç tereddüt etmeden Dunkirk’ü zaten kuzeni olan Fransız Kralı XIV. Louis’e satıverdi.

Halk bu satışı hiç içine sindiremedi. Bu evin gümüşlerini satmak gibi bir şeydi ama İngilizlerin elinde zaten çok daha egzotik bir belde olan Tanca (Fas) vardı. Tanca Kral 2. Charles’a Portekizli Infanta (prenses) Catarina’yla evlenince çeyiz olarak verilmişti. Orayı da parasızlıktan tutamadılar. Alevi Hanedanı’nın saldırılarından bıkıp 1684’te limanı ve her tarafı yakıp yıkıp kaçtılar. Her şey para. Avrupa bu, doğru fiyata annesini bile satar.

26 Ekim

2012: Çin, Başbakan Wen Jiabao ve ailesinin, 2002’de göreve gelmesinden sonra $2,7 milyarlık bir servet biriktirdiğini iddia eden bir makale yayınladıktan sonra NY Times web sitesine erişimi engelledi.

. . . . .

2006: Kendi çabalarıyla milyarder olmuş Sudanlı Mo İbrahim, ellerindeki güçle baştan çıkmayan ve yolsuzluğu karşı gelebilen Afrikalı liderlere her yıl $5 milyon ödül vereceğini açıkladı.

1946 doğumlu Mo İbrahim (Mohammed ismi dünyanın yarısına antipatik geldiği için meşhur olanların hepsi ismi kısaltıp kendilerine “Mo” diyorlar) babası orada bir pamuk şirketinde çalıştığı için İskenderiye Üniversitesi’nde elektrik mühendisliği okudu. Daha sonra İngiltere’de master yaptı ve birkaç telekomunikasyon şirketinde çalıştı.

1989’da kendi yazılım ve danışmanlık şirketini kurdu ama bir yıl sonra ışığı gördü ve odağını cep telefonlarına döndürdü. 2005 yılında şirketi (Celtel) Kuveytlilere $3,4 milyara sattığında 14 Afrika ülkesinde 24 milyon abonesi vardı.

Hemen 1 yıl sonra Mo İbrahim Vakfı’nı kurdu. Vakfın misyonu kurumsal yönetim ve liderlikte gelişimi destekleyecek araçarı sağlayarak kara kıtaya anlamlı bir değişim getirmek. Bunun için de 4 girişimi var: İbrahim Afrika Yönetişim Endeksi (adalet, insan hakları, insani gelişme ve sürdürülebilir ekonomik fırsatlar açısından Afrika hükümet ve yönetimlerinin performansını ölçüyor); İbrahim Yönetişim Haftasonu (yılda bir farklı bir Afrika ülkesinde yapılan Davos’un Afrika tasarımı); İbrahim Liderlik Bursu (Afrikalı lider yetiştirme programı) ve İbrahim Ödülü.

Ödülü kazanan $5 milyon almakla kalmıyor, bir de ömür boyu $200 bin maaşa hak kazanıyor. Herhalde dünyanın en büyük ödülü, çünkü $1,3 milyonluk Nobel’den çok daha fazla.

Uluslararası bir jürinin hakemlik yaptığı ödülü ilk yıl (2007) zamanın Mozambik cumhurbaşkanı Chissano ile Nelson Mandela birlikte aldılar. İşin ilginç tarafı, Vakıf 2009-2010-2012-2013-2015-2016-2018 yıllarında ödülü verecek kimseyi bulamadı. Afrika işte. 2019’da da henüz kimse çıkmadı.

1958: Pan American Havayolları pilotu Samuel H. Miller, New York’tan Paris’e ilk tarifeli Boeing 707 jet uçuşunu yaptı. Bugünün parasıyla biletler ekonomi sınıfı için $2.300, birinci sınıf için $4.500 idi.

Aralarında sinema oyuncusu Greer Garson’un da bulunduğu 111 varlıklı ve şık yolcu sisli bir havada New Yrok’un Idlewild Havaalanı’ndan (daha sonra JFK olacak) Paris’in Le Bourget Havaalanı’na doğru yola çıktılar. Paris’in ünlü lokantası Maxim’s tarafından hazırlanan konyak soslu sülün servis edilirken birinci sınıf yolcular ayaklarını uzatıyor, şampanyalarını yudumluyor ve tarih yazıyorlardı.

Bu ilk tarifeli yolcu uçağı uçuşu dünya ulaşım sektöründe artık jet çağını başlatacaktı. O zamanlar insanlar uçmak için en şık giysilerini giyer, tüm deneyime hatırlanacak bir etkinlik olarak bakardı. Jet yolculuğunun artık pek cazibesi kalmadı. Bugün eşofmanlı yolcular uçağa sardalya gibi tıkıştırılıp plastik çatallara bırakılıyorlar. Uçuş süreleri kısaldı ama havaalanlarında bekleme süreleri de ikiye katladı.

O gün uçacak olan Boeing 707-121 uçağı daha bir hafta önce Mamie Eisenhower “Clipper America” ismiyle vaftiz etmişti. 8 saat 41 dakika sürecek olan uçuşta (pervaneli uçuş süresinin yarısı) Newfoundland’da durulup yakıt ikmali yapılmıştı.

O uçuştan sonra “Dünyayı küçülttük” diyen Kaptan Miller sonra PanAm’da operasyondan sorumlu başkan vekili olup 1977’de emekli oldu ve 1977’de emekli olduktan sonra 84 yaşında Florida’da öldü. O 707 de 1975 yılında bir uçak kiralama şirketine satıldı. PanAm ise 1992 de kapandı.

O günkü uçuştan önce Miller yine o 707 ile Atlantik Okyanusu’nda 6 kez deneme uçuşu yapmıştı ve son derece deneyimliydi. 12 yıl önce (1946) yine PanAm’a ait bir pırpırla New York’un La Guardia Havaalanı’ndan kalkıp, New Founland’de yakıt ikmali yaparak Londra’ya uçacaktı. Havalandıktan hemen sonra motorlardan bir alev alıp koparak dünyaya düştü. Miller uçağı iniş takımlarıı açmadan Connecticut’ta küçük bir havaalanına indirmeyi başardı. Aralarında Laurence Olivier ve Vivien Leigh’in de bulunduğu 40 yolcunun burnu bile kanamadı.

. . . . .

1929: Harvard Economic Society, “Ciddiyetine rağmen, hisse senedi fiyatlarındaki düşüşün, uzun süreli daha fazla tasfiye gerektirecek bir ticari bunalımın habercisi değil, bir ara hareket olarak kalacağına inanıyoruz,” diye falafoş bir cümle sarfetti. Aynı gün, The Wall Street Journal “Koşullar, 1923’teki gibi hisse senedi faaliyetinin ve ticari refahın durmasından daha ürkütücü bir şeyin habercisi gibi görünmüyor,” buyurdu. “Realize edilmemiş kârların erimesinin ülkenin gerçek satın alma gücünü azaltacağı yönündeki öneriler çok uzak görünüyor,” diye devam etti. Eskilerin dediği gibi iki tür tahminci vardır: yanılanlar ve yanıldığını bilenler.

25 Ekim

2017: Honolulu polisinin yaya geçidindeyken elektronik aletlerine (telefon, ipad, dizüstü, fotoğraf makinesi, oyun konsolu, vs.) bakan yayalara $99’a kadar ceza kesebileceği yasa çıktı.

Meselâ siz eğer Honolulu’da karşıdan karşıya geçerken bu yazıyı akıllı telefonunuzda okuyoranız ceza yiyeceksiniz. İlk defa yaptıysanız $15, tekrarlıyorsanız ceza $99’a kadar çıkabilir (yasa ilk teklif edildiğinde bu rakamlar $100 ve $500 idi ama aşırı bulundu!). Yaya geçidi üzerindeyken telefonunuzla konuşabilirsiniz (kafayı indirip ekranına bakamazsınız) veya önemli bir durumda 911 gibi acil numarasını arayabilirsiniz.

Yasanın çıkmasını en önemli nedenlerinden bir tanesi, Hawai’nin ABD’nin en çok yaya geçidi kazası yaşanan eyaleti olması. Küçük bir ekrana bakarak karşıya geçen yayalar ya takılıp düşüyorlar, ya ışığı ıskalıyorlar, ya karşıdan gelen bir başkasına çarpıyorlar, ya da direk gibi duran bir şeye tosluyorlar.

Honolulu valisi çıkarılan yasadan biraz utanıyor ama “keşke insanların biraz daha aklı fikri olsaydı” diyor. Haklı, çünkü ABD yaya geçitlerinde cep telefonuyla alâkalı yılda 6 bin kaza oluyor. Çok utanmasına gerek yok, başkaları da yaptı. 2012’de New Jersey hapis cezası bile getirmeye çalıştı ama beceremedi. Almanya’nın Augsburg kenti tramvay hatlarına yakın geçitlerde telefon zombileri görsün diye yere de trafik ışıkları koydu. Londra’nın Brick Lane’inde belediye hamşolar yaralanmasın diye elektrik direklerini yastıkladılar.

Hamşoluğa çare zor ama istatistikler de yanıltıcı olabiliyor. ABD’de yılda 8 bin yaya kazalarda ölüyor. Bu kazaların ana nedeni yayaların telefonlarına bakması değil; direksiyonda mesaj yazan şöförler, sarhoş şöförler, kötü kavşaklar ve kötü aydınlatma.

Son olarak, Honolulu’ya bu yıl gideceklere de bir hatırlatma: Tam beyaz renkli yürüyen adam lambası yanmadan ayağınızı yaya geçidine atarsanız $130’unuzla vedalaşırsınız!

2011: $120 maaşlı devlet memuru Sushil Kumar, Hindistan’ın “Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasında $1 milyon kazanarak gerçek Slumdog Millionaire oldu.

. . . . .

2011: Güneydoğu Afrika ülkesi Malavi’nin Yolsuzlukla Mücadele Bürosu, ayda yaklaşık 300 dolar kazanan 42 yaşındaki devlet muhasebe memuru Richard Kapinga’nın, yetkililerin banka hesaplarında $2,4 milyon bulmasının ardından tutuklandığını açıkladı. Kardeşim hiç mi ayakkabı kutun yoktu?

. . . . .

2009: Jeffrey Picower (67) karısı tarafından Palm Beach, Florida’daki evlerinin havuzunun dibinde ölü olarak bulundu. Jeffrey, o zamanlar hapiste olan büyük dolandırıcı Bernard Madoff’un dalaverelerinden $7 milyar yapmış olmakla suçlanıyordu.

24 Ekim

2017: Albert Einstein’ın 1922 yılında bir Japon otel komisine yazdığı küçük bir “Mutluluğun Kuramı” notu Kudüs’te yapılan bir müzayedede $1,8 milyona satıldı.

Einstein 1922 Kasım’ında birkaç konferans vermek üzere 6 haftalığına bir yayınevi tarafından Tokyo’ya davet edildi (£2.000 karşılığında – bugünün £113 bini). O zaman 43 yaşındaydı ve yolda Nobel fizik ödülünü kazandığını öğrendi. Zaten Japonya’da çok popülerdi ve ilk konuşmasına 2.500 kişi para ödeyerek geldi. Çok daha fazla kişi daha sonra imparatorla konuşmaya gittiği sarayın önünde birikti.

Bu ilgi onu hem sevindirdi hem de utandırdı. Bir fırsat bulup da Imperial Otel’deki odasına çekildiğinde oturup kendisini toparlayarak düşüncelerini otel bloknotuna çiziktirmek istedi. Tam o sırada kapı çalındı ve otel komisi ona bir paket getirdi. Bahşiş vermek istedi ama ya bozuğu yoktu ya da komi istemedi bilinmez, onun yerine bloknotun 2 sayfasına iki ayrı not yazıp “bak bunlar birgün çok para edecek” diyerek komiye verdi.

Notların biri mutluluğun kuramıydı ve şöyle diyordu: “Dingin ve sade bir hayat başarı kovalayan ve hep arayış içinde olandan çok daha fazla mutluluk getirir”. Diğer notta da “istenirse her şey mümkündür” yazıyordu. İkisini de imzalamıştı.

Mutluluğun kuramı açık artırmaya $2 binden başladı, 25 dakikada $1,8 milyona geldi. Diğer not ise $240 bine alıcı buldu. Satan kişi Hamburg’da oturuyordu ve o kominin erkek kardeşinin torunuydu (alanın kim olduğu açıklanmadı). Einstein her dediğinde haklı çıktığı gibi notların birgün para edeceği görüşünde de haklı çıktı.

Einstein yine seyahatte olduğu için Nobel ödül törenine katılamadı. O gün Nobel Fizik Komitesi başkanı “herhalde dünyada Einstein’dan daha fazla bilinen bir fizikçi” yoktur diye takdim yaptı. Kim bilir? Belki de Einstein daha “dingin ve sade” bir takdimi tercih ederdi.

1929: Borsa çöküşünün ilk günü olan Kara Perşembe gerçekleşti ve Büyük Buhran başlamış oldu. O gün yatırımcılar deliler gibi satıp Dow Jones Sanayi Endeksi %12,8 düşerken 13 milyon hisse senedi el değiştirdi. Kafası karışmış binlerce yatırımcı ve broker mahvoldu ve boğazlarına kadar hisse senedi dolu bankalar, öfkeli mevduat sahiplerinin talepleri karşısında yeterli nakit üretemedikleri için kepenk indirdiler.

Açılış çanında, petrol şirketi Cities Service’in 150 bin hissesi $8,4 milyonluk işlem gördü. Bu o güne kadarki en büyük blok işlemdi. Saatler 10:30’a geldiğinde, büyük şirketlerin hisseleri bile her işlemde beşer, onar dolar düşüyordu. İşlem bandı 16 dakika arkadan gelmeye başladı. Öğlen olduğunda, RCA %35, Montgomery Ward %39,9 düşmüştü. 13:30’da borsa başkanı Richard Whitney, tahtaya U.S. Steel’in 25 bin hissesi için $205 teklif yazdı. Bu son işlem gören fiyatın $10 üzerindeydi ama işe yaramadı ve panik başladı.

23 Ekim

1986: Berlin’de, tam da utanç duvarının o garabet geçiş kapısının yanında bulunan Checkpoint Charlie Müzesi’nin müdürü Reiner Hildebrandt, ünlü grafitici, pop-sanatçısı ve aktivist Keith Haring’den Berlin Duvarı’nın 300 metresini boyamasını sipariş etti.

Checkpoint Charlie Müzesi (Das Mauermuseum – Museum Haus am Checkpoint Charlie), Doğu Alman general Hoffmann’ın böbürlendiği gibi “dünyanın en sıkı güvenlikli sınır kapısı”nın tarihini sergilemek için açıldı. Müzede tarihin başarılı kaçış hikâyelerinin resimlerini ve kullanılan aletler (sıcak hava balonları, telesiyej, çalıntı arabalar ve hatta mini bir denizaltı) var.

300 metrelik duvar resmi, açıkça anarşik ve siyasi bir beyandı ve duvarı psikolojik olarak yıkmayı amaçlıyordu. Haring o büyüleyici, çarpıcı ve şaşırtıcı eserini bir gece önce tamamen sarıya boyanan zemin üzerine 6 saat içerisinde boyayıp tamamladı. Resim; ellerinden ve ayaklarından birleşmiş insan figürlerinden oluşuyor ve o engelleyici duvara birleştirici bir temayla tezat yaratıyordu. Seçilen renkler de Alman bayrağının sarı, kırmızı ve siyahıydı. Bir şahaser olarak algılandı ve hem Haring’i hem de sokak sanatını  bir anda meşhur etti. Resim daha sonra tahrip edildi, üzerine başka grafitiler geldi ve zaten duvar da yıkılıp gitti.

Keith Haring zaten küçüklüğünden beri New York sokaklarını ve metrosunu grafitileriyle doldurmuş ve yavaş yavaş da meşhur olmaya başlamıştı. Berlin’den sonra dünyanın her yerinden siparişler almaya başladı. Bütün eserlerinde insan haklarından eşcinselliğe, savaş karşıtlığından siyasi ve finansal zorbalığa kadar eylemci mesajlar vardı.

Chicago’dan Paris’e onlarca kenti, Grace Jones’un teninini, Madonna’nın ceketini boyadı. Tabloları $4-5 milyona satılmaya başlayınca sanatına herkes ulaşabilsin diye Manhattan’da galeri açıp daha küçük tablolarını ve tasarladığı tişörtlerle düğmeleri ucuza satmaya başladı. Sonra o da utanç duvarı gibi 33 yaşında AIDS olup gitti.

Bugün dünyanın en büyük yapbozu (32 bin parça ve 5m x 2m) onun 32 eserinden oluşuyor.

1868: Üyelikler ya da koltuk, ilk olarak New York Borsası tarafından satılabilir hale getirildi. O zamanki fiyatı: $4.000 ila $8.000 dolar arasındaydı (bugünün $87-$173 bini). 1929’un çöküşünden önce $625 bine kadar çıkan fiyat kriz sonrası $17 bine kadar indi. En yüksek fiyat, 2005 yılında görülen $3,575 milyondu. NYSE 2006 yılında halka açık bir şirket haline gelerek kâr amacı güden bir kuruluş oldu ve özel üyelik yapısına son verdi. 1.366 koltuk sahibi, yeni halka açık şirketin 80.177 hissesinin yanı sıra $300 bin nakit ve $70.571 temettü aldı. Bu noktada, koltuk kavramı artık ortadan kalktı. NYSE, 2013 yılında ICE olarak bilinen Intercontinental Exchange tarafından $10,9 milyara satın alındı. Neredeyse tüm alım satım işlemlerinin bilgisayar üzerinden yapılmasıyla, borsa salonu artık bir nostalji haline geldi ve orada çalışan sadece birkaç işlemci kaldı.

22 Ekim

2020: Goldman Sachs, Malezya’nın 1MDB yolsuzluk skandalındaki rolüyle ilgili soruşturmayı sona erdirmek için $3 milyar ceza ödemeyi kabul etti.
1996: Japon savcılar, eski Sumitomo bakır trader’ı Yasuo Hamanaka’yı bankasını $2,6 milyar zarar ettirmekle suçladılar.

1938: Amerikalı fizikçi, kaşif ve patent avukatı Chester Carlson fotokopiyi icat etti.

Chester çocukluğundan beri ilme meraklıydı, not defterine devamlı bir şeyler çiziktiriyor, hergün bir sürü ıvır zıvır icat ediyordu. New York’taki Bell Telephone Laboratuvarı’ndaki sıkıcı işinde sabahtan akşama kadar belgelerin fotoğrafını çekerek kopyasını çıkarıyor ve bunu yapmanın daha kolay ve hızlı bir yöntemi olması gerektiğini düşünüp duruyordu.

Bunun içinde evinin mutfağında deneyler yapmaya başladı. Çıkan kokular, dumanlar ve küçük çaplı patlama ve yangınlar nedeniyle karısı onu sonunda evden kovdu. Bir yer kiralayıp yanına işsiz bir Avusturyalı fizikçi asistan alarak deneylerine devam etti. Beklenen dönüm noktası 22 Ekim günü gerçekleşti. Böylece ilk kez ıslak değil de kuru bir kopya üretilmiş oldu. Birkaç ay sonra şevkini kaybeden asistanı işten ayrıldı (halbuki kalsaydı, anlaşmaları gereği Chester’in bundan sonra kazanacağı her kuruşun %10’u ona gidecekti).

Chester bundan sonra fikri satmaya çalıştığı aralarında IBM’in ve Eastman Kodak’ın da bulunduğu 20 kadar kurum tarafından reddedildi. Patenti de keşfinden 4 yıl sonra aldı. Nihayet, 1946 yılı biterken Eastman Kodak’ın gölgesinde kalmış olan Haloid isimli bir şirketle $10 binlik bir lisans anlaşması imzaladı (bugünün $132 bini).

Haloid, keşiften 10 yıl sonra, 1948 yılında piyasaya bu teknolojinin sahibi olduğunu iyice  göstermek için Grek xeros (kuru) ve graphein (yazı) sözcüklerini birleştirerek oluşturduğu xerography terimini icat etti. 9 yıl sonra da (1955) bir İngiliz film şirketi olan Rank ile ortaklığa giderek Rank Xerox’u kurdu (sonra sadece Xerox ismini aldı) ve dünyanın en başarılı şirketlerinden bir haline geldi.

Chester ölene dek Xerox’tan dünyada çekilen her bir fotokopi için 1/16 cent telif hakkı aldı ve zengin oldu. 1968 yılında Fortune dergisi onu dünyanın en zengin adamlarından birisi olarak gösterdi ama o dergiye mektup yazarak “servetim sizin dediğiniz gibi $150 milyon değil, ben $0-$50 milyon kademesindeyim” dedi, çünkü servetinin üçte ikisini hayır kurumlarına bağışlamıştı bile. Eşine hep “ben fakir ölmek istiyorum” derdi.

Ne güzel. Her çektiğimiz fotokopi sayfası için bir hayır kurumuna 1/16 cent versek meselâ??

21 Ekim

2015:  Ferrari New York Borsası’nda %10 hissesini halka açtı. Hayatına “RACE” sembolüyle $55’ten başlayan hisselerin fiyatı bugün $155 civarında (en yüksek $170.54 gördü – Temmuz 2019). Piyasa değeri $39 milyara ulaşmış durumda. 2014’te Ferrari Brand Finance tarafından dünyanın en güçlü markası seçildi. 2018 yılında 1964 model 250 GTO tarihin en yüksek fiyatla satılan otomobili oldu ($70 milyon).

Ferrari’yi 1939 ylında okumadığı için otomobil yarışçısı olan Enzo Ferrari kurdu. İşsizken Fiat’ta iş aradı, olmadı (yıllar sonra Fiat Ferrari’yi satın aldı). İlginç bir adamdı. İçine kapanıktı, fazla basına çıkmazdı ve pek seyahat etmezdi. Klostrofobik olduğu için hayatında hiç uçağa binmedi, asla bir asansörün kapısından içeri girmedi ve Roma’ya hiç gitmedi.

1969 yılında Ferrari’nin %50’sini Fiat satın aldı (başta Ford’a satılacaktı ama onlar ailenin istediği kontrolü vermediği için olmadı). Fiat 1988 yılında payını %90’a çıkardı. 2014’te Fiat Chrysler ile birleşti ve Ferrari’yi ayrı bir birim olarak tuttu. New York’ta halka açılmadan sonra hâlâ Fiat hisselerinin çoğunu elinde bulunduran Agnelli ailesi Ferrari’nin %30’una sahip. %44 kadar hisse Fiat Chrysler’da, %10 da Enzo’nun oğlu Piero’da.

Ferrari markası otomobilden öte bir tutku. Zaten sadece otomobillerden değil markayı koyabildikleri her türlü üründen de iyi para kazanıyorlar. Yine de tarihin en başarılı Formula 1 markası (16 marka, 15 de pilot şampiyonluğu var).

Ferrari deyince akla kırmızı geliyor ama aslında bu onların tercihi değildi. Grand Prix yarışlarını düzenleyen Uluslararası Otomobil Federasyonu (FIA) o zamanlar tüm yarış arabalarının kırmızı olmasını istiyordu. Ne var ki, kırmızı bugün hâlâ Ferrari müşterilerinin seçimi. Satılan 100 Ferrari’nin 45’i kırmızı.

1992: Madonna’nın (beşinci stüdyo albümü “Erotica”nın çıktığı günün ertesi günü) bol bol erotik resim ve fantazilerinin yer aldığı $50’lik kitabı “Sex” raflarda yerini aldı.

Fotoğraflar 1992 başlarında New York ve Miami’de oteller, gece kulüpleri ve şehir sokakları gibi yerlerde çekilmişti. Kitapta aktris Isabella Rossellini, rapçiler Big Daddy Kane ve Vanilla Ice, model Naomi Campbell, eşcinsel porno yıldızı Joey Stefano, aktör Udo Kier ve sosyetik Prenses Tatiana von Fürstenberg’in resimleri de vardı. Kitap ilk gün 150 bin satarak rekor kırdı. Sonra New York Times gazetesinin En Çok Satanlar listesine girerek 1,5 milyon sattı.

Resimler Vatikan’ın kafasını bozdu ve boykot çağrısı yapmasına neden oldu. Kitabın spiral ciltli alüminyum kapağı bir uyarı mesajı taşıyordu ve kimse almadan içine bakamasın diye polyester bir tabakayla kaplıydı.

. . . . .

1961: Bob Dylan, ilk albümünü (“Bob Dylan”) tek bir günde $400 maliyetle kaydetti. O zaman 20 yaşındaydı.

1929: Charles Dow’dan sonra 20 yıl boyunca The Wall Street Journal gazetesinin editörlüğünü yapan ve en önemli Dow teoristlerinden biri olan William Peter Hamilton, “Rüzgâr Tersine Döndü” başlıklı makalesinde hisse senetlerindeki boğa piyasasının artık sona erdiğini yazdı.

Kimse dinlemedi. Dinlemedi, çünkü daha önce üç kez aynı kehanette bulunmuş ve yanılmıştı. Bu sefer yanılmadı. Üç gün sonra piyasa çöktü.

Erken kehanette bulunmanın sonucunu birinci elden görmüş olduğundan söylediği şu sözler piyasada bugün bile yankılanır: “Wall Street mezarlıkları çok erken haklı çıkanların cesetleriyle doludur.”

The Stock Market Barometer isimli kitabı bugün hâlâ konu hakkındaki klasikler arasında yerini alıyor.

20 Ekim

2020: A.B.D. Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıkları kontrol Ofisi (OFAC), Warren Buffett’ın Berkshire Hathaway’inin Türkiye’deki iştiraki olan Iscar Kesici Takım Ticareti ve İmalatı Ltd. Şti.’nin A.B.D.’nin İran yaptırımlarını ihlâl ederek Aralık 2012 – Ocak 2016 döneminde İran’a toplam tutarı  $383.443 olan 144 satış işlemi gerçekleştirdiğini duyurdu.

Duyuruda Iscar Türkiye’nin bazı üst düzey yöneticileri ile pazarlama müdürünün ana firma Berkshire‘den bu satışları gizledikleri ve yanıltıcı beyanlar verdikleri vurgulandı. Ayrıca Iscar Türkiye çalışanlarının Berkshire’den habersiz İran’a iş seyahati yaptıkları, bazı iş bağlantıları kurup İran’a yapılan satışı Türkiye içinde yapılıyor şeklinde göstermek suretiyle satılan malların nihai kullanıcılarını bilerek gizledikleri yer aldı. Mayıs 2016 ‘da Berkshire firması bu durumu tespit edip bir rapor ile OFAC ‘a bildirmişti. Konu yaptırım ihlâline verilecek azami yasal ceza tutarı $36.841.344 iken;  olayın OFAC tarafından ele alınması nedeniyle uygulanacak azami cezanın $18.420.672 olduğu ama Berkshire ve OFAC yaptıkları mutabakat sonucunda; Berkshire firması -Iscar Türkiye’nin neden olduğu ihlâl nedeniyle- $4.144.651. tutarında ceza ödemeyi 21 Ağustos 2020’de kabul ettiği ortaya çıktı.

. . . . .

2015: Çin, Londra’daki ilk devlet tahvili satışını yaptı ($3 milyar).

1973: Kraliçe Elizabeth, Avustralya’nın en önemli turist destinasyonu ve dünyanın en tanınan yapılarından biri olan mimarlık harikası Sydney Opera Binası’nın açılışını yaptı.

Binanın tasarımı için 1955 yılında açılan yarışmaya 32 ülkeden 233 mimar katıldı ve kimsenin tanımadığı Danimarkalı Jørn Utzon kazandı. Kıl payıyla, çünkü üç hakemin ret oyuyla elenmek üzereyken dördüncü hakem olan dünyaca ünlü Amerikalı mimar Saarinen sayesinde seçildi.

İnşaat 1959 yılında başladı ve başından itibaren o yelkenli tasarımının getirdiği mühendislik güçlükleri ve Utzon’un otoritelerle hiç barışmayan yıldızı yüzünden hep sorunlarla boğuştu. Utzon daha fazla dayanamadı ve 1966’da projeden istifa etti (katılmadığı açılışta ona altın madalya verdiler ve doksanlı yılların sonunda onu tekrar tasarım danışmanı ilân ettiler).

Açılışın inşaatın başlamasından 4 yıl sonra, 26 Ocak 1963’teki Avustralya Günü’nde (1788’de ilk İngiliz filosunun Sydney limanına girişini kutlayan ulusal bayram günü) yapılması hedeflenmişti ama sadece 10 yıl gecikiverdi. Üstelik, başta tahmin edilen £4,1 milyon maliyetin 15 misline, yâni £60 milyona mal oldu (bugünün £720 milyonu).

Kraliçe açılışı Beethoven’in 9. Senfonisi eşliğinde yaptı ve ilk opera performansı Prokofiev’in Savaş ve Barış’ı oldu ama aslında ilk opera performansını Amerikalı Paul Robeson’un bina inşaat halindeyken işçilere vermişti bile.

Bugün yılda 15.500 ampulün değiştirildiği binada, yine yılda 1,2 milyon sanatsever 1.500 performans izliyor. Yılda 200 bin kişi de rehberli turla binayı geziyor. Sydney Opera Binası yılda sadece 2 gün kapalı. Bina 2007 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alındı. Bu da Utzon’u (2008’de öldü) o zaman Brezilyalı efsane mimar Oscar Niemeyer’dan sonra bu takdire lâyık görülen ikinci yaşayan kişi yaptı.

1954: Dünya Bankası genel sekreteri Morton Mendels Türkiye’ye gelip üçüncü Menderes hükümetinin daha sonra sehpaya gidecek olan maliye bakanı Hasan Polatkan ile görüştü ve “Türkiye ekonomik geleceği çok parlak bir ülkedir” dedi. Başka ne desin ki. Dünya Bankası’nın ilk genel sekreteriydi. 1946’dan 1973’e, 27 yıl o koltukta oturdu.

19 Ekim

2013: 15 Nisan 1912’de Titanik buzula çarpıp batarken bando şefi Wallace Hartley’in çaldığı keman Bir Londra müzayedesinde £900.000’e alıcı buldu. Bu bir keman için ödenen en yüksek bedel değil ve Titanik hatıraları için ödenen hayli yüksek bir fiyat ama asıl ilginç olan kemanın ortaya çıkışının inanılmaz hikâyesi.

Çarpma meydana geldiğinde yolcuların paniklememesi için bando şefi Wallace Hartley’e elemanları toplayıp çalması direktifi verildi. Yolcular cankurtaran filikalarının önünde itiş kakış sıraya girerken 8 kişilik ekip cesurca çalmaya devam etti ama gemi sabah 02:20’de battığında hepsi diğer yolcu ve mürettebatla birlikte boğuldular.

10 gün sonra Hartley’in cesedi su yüzünde bulundu. Batmamak için vücuduna deri keman valizini (keman da içinde) bağlamıştı. Birkaç ay sonra, valizle birlikte keman ve Hartley’in diğer kişisel eşyaları (altın yüzüğü ve gümüş sigara kutusu) batığın yakın olduğu Nova Scotia valisi tarafından Hartley’in babasına teslim edildi. Baba da sonra hepsini bir daha hiç evlenmeyecek olan gelinine verdi. Gelin 59 yaşında karın kanserine yenik düşünce evi temizleyen kız kardeşi keman ve valizi yerel bir hayır kurumuna verdi. Kurumun başı da üyesi olan bir müzik öğretmenine, o da 1940’lı yıllarda hava kuvvetlerinde çalışan bir kız arkadaşına. O kadın daha sonra öldü ve keman şimdiki sahibi kızına miras kaldı.

Kız kemanın Titanik hikâyesini biliyordu ve onun için hemen yerel bir müzayede kuruluşunu aradı. Onlar da hükümetin adli tıp merkezine başvurdular. Uzmanlar, kanıtları topladılar, dünyanın parasını harcadılar, 7 yıl çalıştılar ve sonuçta kemanın özgün olduğu sonucuna vardılar. Keman Titanik hatıratları arasında çok önemli bir yer tutuyordu, çünkü daha sonra yazılan her romanda, yapılan her filmde bando şefi Wallace Hartley vardı.

Müzayedede kemanı bir Titanik koleksiyoneri aldı. Komisyonlarla birlikte keman ve valiz ona £1,1 milyona patladı. Daha önceki (2011) Titanik hatıratı rekoru £220.000 ödenen ve batık araştırmasında kullanılan 10 metre uzunluğundaki plândı.

. . . . .

1997: Macar asıllı Amerikalı finansör George Soros, Rusya’da sağlık hizmetlerini iyileştirmek, eğitim fırsatlarını genişletmek ve ordunun sivil işler için yeniden eğitilmesine yardımcı olmak için 3 yılda yaklaşık $500 milyon harcayacağını söyledi. Tam besle kargayı olmuş.

1987: Kara pazartesilerin en karasında, Dow Jones Endeksi taihinin en büyük günlük % düşüşünü gördü (%22,61). Endeks o gün 508 puan düştü (bu o güne kadar gerçekleşen en büyük puan düşüşüydü). Artık değil. Tarihin en büyük üç puan düşüşü ve aynı zamanda yükselişi 2020’de oluştu (hepsi takriben %10 civarındaydı).

1987 kara pazartesinin aslında pek de kesin tek bir nedeni yoktu. Hisseler birkaç yıldır yükselmekteydiler ve F/K oranları uzun vadeli ortalamaların üzerindeydi (mesela S&P 500 F/K’sı x14,5 ortalamasını çoktan geçip x23’e ulaşmıştı). Yaraya yavaş yavaş kötüleşen ekonomik veriler, gittikçe artan ABD ticaret açığı ve değer kaybeden dolar da tuz atınca algoritmalar devreye girip bir günde dünyayı darmadağın etmişti.

. . . . .

1872: Almanya doğumlu madenci Bernhardt Holtermann dünyanın en büyük altın külçesini (290 kg.) Avustralya’da buldu. Taş kırılıp içinden altın ihtivası çıkarıldıktan sonra o zaman £12,000’e değerlendirilmişti (bugünün kur ve altın fiyatıyla $1,7 milyon)

18 Ekim

2000: Dünya Bankası, Çad’da gelirlerin %80’inin kalkınmaya harcanacağı $3.5 milyarlık bir petrol projesini onayladı. %10 gelecek nesiller için yatırım yapılacaktı. Boru hattı güney Çad’dan Kamerun’daki bir Atlantik limanına gidecekti. 2008 yılına gelindiğinde Çad, bankanın kısıtlamalarına uymak yerine kredilerini tam olarak geri ödedi ve parayı istediği gibi harcamayı seçti. Sonra da kıskanıyorlar ve milliyetçi edebiyat. Çad $667’lik kişi başı GSYİH ile 192 ülke arasında 181. olunca da dünya kıskançlıktan ortadan ikiye çatladı.

1976: Başbakan Süleyman Demirel, Fırat nehri üzerindeki Karakaya Barajı ve hidroelektrik santralının temelini attı. Fırat üzerindeki 21 barajdan biri olan Karakaya’nın inşaatı 1987’de tamamlandı. Bugün 300 MW’lik 6 ünitesinin 1.800 MW gücü ile yılda 7.354 GWh elektirk enerjisi üretiyor.

. . . . .

1922: Dünyanın en eski ulusal yayıncılık kuruluşu BBC (British Broadcasting Corporation) hayata geçti. O zamanlar her türlü kitle iletişim faaliyeti hükümet tarafından yetkilendirilen Merkez Postanesi tarafından gözetiliyor ve lisanslandırılıyordu. İşte bu lisansı; başını İtalyan kaşif, elektrik mühendisi, radyonun ve Marconi yasasının mucidi ve Nobel ödüllü iş adamı Guglielmo Marconi’nin kurduğu Marconi’s Wireless Telegraph Company ile birlikte 5 diğer İngiliz ve Amerikan telsiz telgraf ve telefon üreticisinin ortak olduğu kuruluş aldı. Her biri £10’ar bin sermaye koydular (toplam £60 bin sermaye bugünün parasıyla £3,5 milyon). Kurdular, çünkü üretip sattıkları radyolarda alıcıların dinleyeceği bir şeyler olmasını istiyorlardı, yoksa satamayacaklardı. İlk ofisleri bir antre ve tek bir odadan oluşuyordu.

BBC bugün çalışan sayısı bazında dünyanın en büyük yayıncılık kuruluşu. 22.400 bordrolu çalışanı var ama buna yarı-zamanlı, esnek ve sözleşmeli çalışanları da eklerseniz 35 bini geçiyor. 9 ulusal TV kanalı, bölgesel TV programları, bir internet TV’si, 10 ulusal, 40 yerel  radyo istasyonu ve müthiş bir internet sitesi var. BBC World Service radyo, TV ve internet üzerinden dünyada 500 milyon kişiye 29 dilde haber yayını yapıyor. BBC Worldwide ise BBC marklarını ticarileştiriyor ve dünyanın her tafaına program satıyor.

BBC’nin ana gelir kalemi hükümetin her yıl belirlediği, parlementonun onayladığı ve Birleşik Krallık’ta her televizyon izleyicisinin kanunen ödemekle zorunlu olduğu lisans ücreti. Bu ücret 2019 yılı için konut başına yıllık £154,50. BBC buradan yılda £3,7 milyar topluyor. Diğer program gelirlerini de ekleyince toplamda £4,9 milyar kazanıyor ve bir o kadar da harcıyor.

Kraliyet fermanıyla kurulmuş bir devlet kuruluşu olmasına rağmen yeri geldiğinde kraliyeti de, kraliçeyi de, hükümeti de, parlementoyu da ve hatta kendisini de acımasızca eleştirebiliyor. Bugün BBC dünyanın en güvenilir, en bağımsız ve en saygın haber kaynağı olarak gösteriliyor. Darısı bizim uşaktan çok uşaklara…

17 Ekim

1988: 1987’deki çöküşten bir yıl sonra, Wall Street’in önde gelen yatırım bankacılarından Lazard Freres’den Felix Rohatyn, Time dergisindeki konuk köşesinde şöyle yazdı: “Ticaret açığı hâlâ yüksek, enflasyon yükselişte, üçüncü dünya borç sorunları çözülmemiş ve federal bütçe açığı konusunda kararlı bir adım atılmamışken; dolarda yeni bir sert düşüş, faiz oranlarında bir sıçrama, tahvil fiyatlarında bir kırılma ve borsada yeni bir düşüş görebiliriz.” Yazarken baş aşağı oturuyrdu herhalde, çünkü takip eden yıllarda dolar yükseldi, faiz oranları düştü, tahvil fiyatları arttı ve hisse senetleri beş katına çıktı.

1956: Türkiye ilk şeker ihracatını gerçekleştirdi. Türkiye şeker ihracatını son yıllarda katlanarak artırmış olmasına ve üretim sıralamasında dünyanın 16. ülkesi olmasına rağmen, üretimin çok büyük bir çoğunluğu iç tüketime gittiği için ihracat sıralamasında çok daha aşağılarda.

. . . . .

Biradan kim ölmüş demeyin.

1814: Londra’daki bir bira fabrikasının fıçıları patladı, 1 milyon litrelik bira dalgalarının yarattığı tsunami 4’ü çocuk 8 kişinin hayatına mal oldu.

Meux Bira Fabrikası Londra’nın iki büyüğünden biriydi ve tam da Oxford Caddesi ile Tottenham Court Road’un kesiştiği kavşakta 9.600 m2’lik alanı kaplıyordu (arka tarafı da kanun kaçakları ve fahişelerle dolu St. Giles varoşuydu). Fabrikadaki devasa fıçıları bir arada tutan tonlarca ağırlıktaki demir halkalardı.

O gün, saat 16:30 depo sorumlusu George Crick 7 metre yüksekliğindeki fıçıların halkalarından birinin gevşediğini görünce müdürüne haber verdi. Gevşeme olağan bir olaydı. Müdür de ona patrona not yazıp tamirini istemesini söyledi. Bir saat sonra, tam da Crick fıçının önünde patrona notu verirken fıçı patladı, bira dalgalarının gücü diğer fıçıları da patlattı. Oluşan tsunami fabrikanın 8 metre yüksekliğindeki duvarını parçalayıp caddeye çıkarak 4 evi yıktı.

Ölen çocuklardan biri olan 4 yaşındaki Hannah evde annesiyle çay içiyordu. Bir diğer evde daha önce ölmüş iki yaşındaki çocuğunu cenazesi vardı. Tabutun etrafındaki (biri 3 yaşındaki erkek çocuk) 4 kişi öldü. 14 yaşındaki Eleanor yıkılan duvarın altında kalarak hayatını kaybetti. Bir başka 3 yaşındaki kız çocuğı bir sokak ötede ölü bulundu. Fabrikadaki işçiler sağ kurtuldular (biri molozların altından çıkarıldı).

Daha sonra mahkeme olayı doğal afet olarak gördü ve kimse ceza almadı. Olay şirkete £23 bine mal oldu (bugünün £2 milyonu) ve parlementodan üçte birini alarak iflâstan kurtuldu. Fabrika sonra başka bir yere taşındı (orası şimdi meşhur Dominion Tiyatrosu) ve 1961’de de tasfiye oldu. Sonuçta bira fabrikalarındaki tahta fıçıların yerini beton fıçılar aldı.

16 Ekim

2002: Antik çağın o kaybolup giden ilim merkezinin yerine $230 milyon harcanarak yapılan yeni İskenderiye Kütüphanesi açıldı. Kütüphanenin yerini 1974 yılında İskenderiye Üniversitesi belirledi (kampüs ile sahil arasında antik kütüphanenin bulunduğu yere yakın). Projeyi orta-doğu ve kuzey Afrika ülkeleriyle birlikte UNESCO’nun başını çektiği sivil toplum örgütleri fonladılar.

UNESCO binanın tasarımı için 1988 yılında yarışma açtı. 1.400 katılım arasında Norveçli bir mimarlık firması olan Snøhetta kazandı. Projenin boyutları akıl almaz büyüklükte. 8 milyon kitap için raf var. Ana okuma salonu 11 seviyede 20 bin metre kareyi kapsıyor. 160 metre çapında denize doğru eğilen bir güneş saati şeklinde ve 32 metre yükselikteki cam çatının altında. Mekanda bir konferans merkezi, haritalar, çocuklar, görme engelliler ve multi-medya gibi özel kütüphane salonları, 4 müze, 4 sanat galerisi, bir planetaryum, bir antik el yazmaları restorasyon laboratuvarı var. Duvarlar insanlık tarihinden alınma 120 farklı el yazmasıyla bezenmiş Asvan granitinden yapılma.

Kaynaklar 3 dile (Arapaça, İngilizce ve Fransızca). Fransa Ulusal Kütüphanesi 2010 yılında 500 bin kitap bağışladı. İskenderiye Kütüphanesi bugün dünyanın altıncı büyük Fransızca kaynak hazinesi. Orası bir kütüphaneden de fazla (fuarlar, sergiler, sinema gösteriler, toplantılar, performanslar, sunumlar, tiyatrolar, atölyeler, dersler, vs.).

Artık sansür ve finansman darlığı bulutları arasında Mısır orayı ne kalitede yaşatabilecek göreceğiz. Bu arada, herkesin bildiğinin aksine, o antik kütüphanenin yakılıp yok edildiği hikâyesi de doğru değil. Entellektüel hayatın yavaş yavaş tasfiye edilmesi, bilim adamlarının zulme uğramaları ve kaçmaları, Sezar’ın kütüphanenin “bir kısmını” kazaren yakması, finansman zorluğu çekmesi gibi nedenlerle zaman içinde adım adım yok olmuş gitmiş. Umarız bugün benzer mikropları tam olarak temizleyemeyen Mısır’da da aynı hastalıklar hortlamaz da ikinci bir facia yaşanmaz.

1929: ABD’nin en ünlü ve ilk neoklasik ekonomistlerinden Yale profesörü Irving Fisher hisse fiyatlarının artık yüksek bir platoya eriştiğini ve bir daha da düşmeyeceğini söyledi. 3 yıl sonra hisseler %88 değer kaybetmişlerdi ve Fisher’ın konuştuğu günkü değerlerine ancak 25 yıl sonra ulaşabildiler.

15 Ekim

1998: Rusya’nın borç sorunları ve dev hedge fonu Long-Term Capital Management’in çöküşünden endişe duyan Federal Rezerv, işlem günü kapanışına 46 dakika kala sürpriz bir açıklama yaparak faiz oranlarını çeyrek puan indirdi. Dow Jones Sanayi Endeksi hemen 330,58 puan sıçrayarak (%4,1) günü 8.299,36’da tamamladı.

1937: Yeni harflerle basılan ilk kâğıt paralar tedavüle çıktı. O gün basılan ve üzerinde Atatürk’ün resmi olan 5 Türk Lirası hem cumhuriyetin yeni harfli ilk kâğıt parası hem de TC Merkez Bankası’nın 11 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı yasayla dolaşıma çıkardığı ilk paraydı.

Yeni yılla birlikte 6 sıfırı atılarak,başına “yeni” sıfatı eklenen Türk lirasının tarihteki yolculuğu 5 Aralık 1927 tarihinde başladı. Bunların üzerinde “30 Kanunuevvel 1341 tarih ve 701 numaralı kanuna göre” yazısı yer alıyordu.

Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik Renda’nın imzasının bulunduğu ilk kağıt Türk lirasının basımı, İngiltere’de “Thomas De LaRue” adlı bir şirkete yaptırıldı. 1,5,10,50, 100, 500 ve 1000 liralıkkağıt paraların üzerinde, Fransızca sözcüklerin yanı sıra Arap harfleriyle yazılı Türkçe sözcükler bulunuyordu.

1928 yılında yapılan yazı devrimiyle terk edilen Arap harfleri, Türk lirasının üzerindeki yerini bir süre daha korudu. 10 yıl süreyle hayatta kalan bu kağıt paralar, “Atatürk devrimlerinin ilkelerine ters düşmesi nedeniyle” 15 Ekim 1937 tarihinde çıkarılan bir yasayla “yavaş yavaş” dolaşımdan kaldırıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ilk kağıt paraları 1942’de tedavülden kaldırıldı, 15 Haziran 1949 tarihinden sonra da geçerliğini tümüyle yitirdi.

1860: 11 yaşındaki Grace Bedell, Abraham Lincoln’e bir mektup yazarak sakal bırkamasını istedi. Tarihin en ünlü sakallarından biri herhalde ABD’nin 16. başkanı, cumhuriyetçi Abraham Lincoln’ünküdür. Ne ilginçtir ki, eğer 11 yaşında bir kız çocuğunun müdahelesi olmasaydı başkan o listeye giremeyecekti.

Babası sıkı bir cumhuriyetçi olan Grace, 15 Ekim’de, Lincoln başkan seçilmeden birkaç hafta önce yazdığı mektubu niye yazdığını şöyle anlatıyor: “Babam bana bir resmini getirmişti. Lincoln’ün o yüksek açık alnının altındaki derin dert çizgilerini ve üzgün gözlerini görünce anneme gidip ona mektup yazarak sakal bırkamasını isteyeciğimi söyledim.”

O mektup yazıldı ve şöyle diyordu: “…size yazma cüretini gösterdiğim için beni affedin. …sizin de kız çocuklarınız varsa onlara iyi dileklerimi iletin. Benim 4 erkek kardeşim var, bazıları size oy verecek. Eğer sakal bırakırsanız diğerlerini de ikna ederim, çünkü ince yüzünüz o zaman daha güzel gözükecek. Bütün hanımlar sakal beğeniyorlar ve eminim o zaman eşlerini de oy vermeye ikna etmeye çalışırlar….”

Lincoln bu mektuba cevap verdi. Sakal bırakacağını söylemedi ama kısa sürede bıraktı ve seçimi de kazandı. Üstelik başkanlık yapacağı Washington DC’ye trenle giderken Grace’in oturduğu kasabanın istasyonunda durarak onunla birkaç dakika oturup konuştu ve yanağından öperek ayrıldı. 4 yıl sonra, 15 yaşına gelen Grace ona bir mektup daha yazarak Hazine Bakanlığı’nda iş istedi ama bu mektubun Lincoln’e ulaşıp ulaşmadığı bilinmiyor.

Zaten Lincoln bir yıl sonra ABD’yi büyük para odaklarının borç boyunduruğundan kurtaran “Greenback”leri bastığı için öldürüldü. Onun merkez bankasının tekeline karşı çıktığı ve altın standardına geri dönülmesini istediği herkez tarafından biliniyordu. Eğer öldürülmeseydi, 41 gün sonra tekrar seçilecek ve bugün bile dünyanın başına belâ olan bu odakları belki de temizleyebilecekti.

14 Ekim

2012: Tayvan cumhurbaşkanı Ma Ying-jeou %51,6 oyla seçimi yeniden kazanarak, Pekin ve Washington’u memnun eden Çin dostu politikaların devamının önünü açarken Tayvan’da fiili bağımsızlıklarının dayanıklılığı konusunda endişe duyan bazı kişiler arasında da endişe yarattı. Dört ay sonra da, Facebook takipçilerini sandık gününde kendisine oy vermeye çağırdığı için seçim makamları tarafından $17 bin para cezasına çarptırıldı.

1996: 5.000 eşiği geçmesinden sadece 11 ay sonra Dow Jones Endeksi 6.000’i devirdi.
1980: Seksenlerin halka arz çılgınlığının başlarında, Genentech, Inc. $35’ten halka açılıp ilk işlem gününü $71,25’ten kapattı.

. . . . .

Bugün 14 Ekim. Eğer yıldızlar, yıldız falı ve burçlarla aranız iyiyse ve doğum gününüzün mesleğinizi belirlediğine inanıyorsanız dikkat! Mesela porno yıldızı olmak istiyorsanız bugün doğmak için iyi bir gün. Hepsi bugün doğmuş.

1983’ün 14 Ekim’inde Vanessa Lane doğdu. Dört erkek kardeşiyle muhafazakâr bir ailede büyüdü ama 18’ine gelince striptizci oldu. California’ya taşınıp Peru’lu porno yıldızı Alexis Amore ile tanışıp yeni mesleğine duhul etti. Her tarafı yapma ama eski kikboksçu, yogacı ve pilatesçi olduğu için yapımcılar onun bükülgenliğine hayran.

1974’ün 14 Ekim’inde Jessica Drake doğdu. İşe Playboy TV’de başladı. “Bu sektörde kondomsuz çalışmak eve barda tanıştığın birini götürmekten daha az riskli” deyince daha da meşhur oldu. Şimdilerde cinsellik eğitimleri veriyor, UCLA’da (California Üniversitesi) dersi bile var. 2016 yılı ABD başkanlık seçimlerinden 17 gün önce Trump tarafından cinsel tacize uğradığını ilân eden 11. kadın oldu. On yıl önce bir fuarda tanıştığı Trump’ın onu otel odasına çağırdığını, korktuğu için odaya iki kız arkadaşıyla daha gittiğini, orada tacize uğradığını ve daha sonra Trump’ın onu arayarak $10 bin teklif ettiğini ve işlerini bitirdikten sonra onu özel uçağıyla California’ya geri götüreceğini söyledi. Trump “hepsi yalan” dedi tabi.

1972’nin 14 Ekim’inde Nyomi Banxxx doğdu. Bu isimlerin hepsi sahne isimleri elbette. Nyomi de ismini hayran olduğu süper modeller Naomi Campbell ve Tyra Banks’den aldığını söylüyor. En iyi MILF, en iyi performans ve burada yazamayacağım birçok kategoride ödülleri var.

 1967’nin 14 Ekim’inde de Savanna Lane doğdu. O da mesleğe Manhattan’da bir striptiz kulübünde başladı. 90 filmde oynadı. Film başına $20 bin ilâ $100 bin arası ücret alıyordu. Zengin oldu. Zengin bir şarapçıyla evlendi, gidip Tuscany’de bağ alarak şarapçılığa başladı. Fena satmıyor.

Meslek deyip geçmeyin, bazı porno yıldızlarının serveti $30 milyonlara ulaşmış durumda. Sektörün büyüklüğü $97 milyar. Hollywood yılda 600 film yapıp $10 milyar kâr ediyor. Bu sektör yılda 13 bin film yapıp $15 milyar kâr ediyor. Her 39 dakikada bir film yapılıyor. Dünya pornoya saniyede $3 bin harcıyor. İnternetteki içeriğin %12’si porno. Porno sitelerinin trafiği Netflix, Amazon ve Twitter trafiğinin toplamından daha fazla. Dünyanın en büyük porno sitesinde 2018 yılında 5,5 milyar saat geçirildi. Dünyanın en popüler 300 sitesi içinde 11 porno sitesi var. İnternetten indirmelerin %35’i porno.

1884: George Eastman, icat ettiği rulolara sarılabilen şeffaf, esnek, kâğıt şeritli fotoğraf filminin patentini aldı. Amatör fotoğrafçılığı ve film satışlarını teşvik etmek için Eastman, $25’e mal olan ve 100 pozluk bir film rulosu ile yüklü olarak gelen basit bir kara kutu kamera geliştirdi. Rulo bittiğinde, kameranın tamamı, sadece 10$’a tab etme ve yeniden yükleme için Eastman’ın fabrikasına geri gönderiliyordu. Eastman’ın icadı başarılı oldu ve 1888’de 13.000 kamera satıldı.

13 Ekim

2010: 33 madencinin 69 gün yer altında mahsur kaldıktan  sonra sağ salim gün ışığına çıkarılmasıyla Şili’deki Copiapó madencilik kazası mutlu sonla sonuçlandı.

Atacama Çölü’ndeki madende göçük 5 Ağustos’ta meydana geldi. 33 işçi yerin 700 m. altında, çıkışa 5 km. uzaklıkta sıkışıp kaldı. Morali yüksek tutmak, yapılması gerekenleri yapmak, kısıtlı erzağı ekonomik kullanmak, kurtuluş plânları yapmak ve belki de sadece yaşamak için bir kişi – bir oy ilkesine bağlı kaldılar. Kararlar 16 oy veya fazlasıyla alındı ve müthiş organize bir yaşam savaşı verdiler. Kolay olmadı. Ümitsiz ve feci günler de geçirdiler (belki de onun için olay bittikten sonra bile ayrıntılar hakkında konuşmama yemini ettiler).

Şili dünyanın en büyük bakır üreticisi. 2000 yılından bu yana madencilik kazalarında yılda ortalama 34 kişi hayatını kaybediyor. Bu madenin sahibi San Esteban şirketiydi ve yetersiz güvenlik önlemleri konusunda meşhurdu. Son 12 yılda San Esteban madenlerinde 8 işçi ölmüş, 42 kez ceza yemiş ve bir kez de geçici olarak kapatılmıştı (zaten Atacama bölgesindeki 884 madeni 3 müfettiş inceliyor). Aslında Şilili madenciler dünyanın en iyi maaşı olan madencileri ve devlet şirketi Codelco Madenleri gibi büyüklerde kalite standartları hayli yüksek ve pek kaza olmuyor, ama küçük ve özeller için aynı şey söylenemez.

Nitekim kurtarma operasyonunu da Codelco yönetti. Göçüğün oluşmasından 17 gün sonra açılan keşif deliklerinden geri çekilen bir matkap ucuna bantlanmış şu mesaj çıktı: “Estamos bien en el refugio, los 33” (“İyiyiz ve barınaktayız, 33’ümüz birden”). Bu müjdeden sonra 52 uzun daha gün geçti ve nihayet hükümetin, NASA’nın ve dünyanın her tarafından gelen onlarca kurumun yardımıyla 13 Ekim’de işçiler teker teker vinçle yeryüzüne çıkarıldılar. Bu mutluluğu 5 milyon kişi televizyonlarında ve akıllı telefonlarında izledi.

Kurulan “Campamento Esperanza”da (Ümit Kampı’nda) yürütülen kurtarma operasyonu $20 milyona patladı (San Esteban şirketinin o zamanki toplam borcu olan $19 milyondan bir fazla). Devlet şirketi Codelco bu maliyetin %75’ini karşıladı. Kalan kısım diğer kurum ve kişilerin bağışlarıyla karşılandı. Daha sonra San Esteban’ın $2 milyonluk varlıkları donduruldu ve dava açıldı. 3 yıl süren davanın sonucunda kimse ceza yemedi. Şilili milyarder Leonardo Farkas madencilere $10’ar bin hediye etti, first lady Cecilia Morel de $540 ömür boyu maaş bağladı. Artık çevrilecek filmlerden de iyi kazanırlar.

. . . . .

2008: Dünya çapındaki hükümetlerin bankaları desteklemek için milyarlarca dolarlık kurtarma paketi açıklaması ve İngiltere’nin dünya finansal sistemini yeniden şekillendirmek için yeni bir Bretton Woods anlaşması için çağrıda bulunmasından sonra borsalar şaha kalktı. Federal Rezerv Bankası; Avrupa Merkez Bankası, İngiltere Bankası ve İsviçre Ulusal Bankası’na sınırsız dolar sağlayacağını söyledi. İngiltere, büyük bankaların sermayelerini güçlendirmek için ₤37 milyar taahhüt etti. Wall Street, Büyük Buhran’dan bu yana en büyük rallisini yaptı. Dow Jones Endeksi 936 puan yükselerek 9.387.61 ile o güne kadarki en büyük puan kazancını ve en büyük yüzde artışlarından birini gerçekleştirdi.

. . . . .

1994: Mali polis Halil Bezmen’e ait çok değerli antika, tarihi eser ve tabloyu A.B.D.’ye kaçırılmak üzereyken ele geçirdi.

Halil Bezmen Türkiye’nin en ünlü sanayicilerindendi, Mensucat Santral, Türkiye’nin ilk markalarındandı. Bezmen, İSKİ skandalının ardından iflas etti, tarihi eser kaçakçılığıyla suçlandı, $500 milyona yakın servetini sıfırladı ve 1995 yılında Amerika’ya gitti. Vergi borcu sebebiyle haczedilmemeleri için Amerika’ya kaçırılmak istendiği iddia edilen 106 parça kıymetli tablosu Haydarpaşa Gümrüğü’nde ele geçirildi.

Bezmen 57. Hükümet döneminde çıkarılan Af Yasası’ndan yararlanarak 2003 yılında tutuklu bulunduğu Amerika’dan Türkiye’ye getirilerek Metris Cezaevi’ne konuldu. Aynı yıl hakkında açılan tüm davalardan da beraat etti. Tarihi eser kaçakçılığından suçlandığı için 15 yıldır Haydarpaşa Gümrüğü’nde konteynerler içinde saklanan 420 kalem antika eşyasına da kavuştu. Daha sonra da bir müzayedeyle bir dönem ‘tarihi eser kaçakçısı’ damgasını yediği bu antika ve sanat eserlerini satışa çıkardı.

Sıkı bir koleksiyondu. Antika vazo, heykel, saat, radyo, gümüşler ve ev eşyaları; Erol Akyavaş, Zeki Faik, Bedri Rahmi, Nejat Devrim, Hamit Güreli, Cemal Tollu, Osman Hamdi tabloları, vs., vs.. Ders alınacak hikâyesi hem kendi yazdığı kitaplarda hem de diğer kaynaklarda okunabilir.

1972: Uruguay’lı bir rugby ekibini taşıyan uçak Ant Dağları’nda düştü. 45 yolcudan 12’si hemen, 5’i ertesi gün, biri de sekizinci gün öldüler. 29 Ekim’de üzerlerine çığ düştü, 8’i daha öldü. Geriye kalanlar, kurtarılmalarına kadar geçen 72 gün içinde birbirlerini ve cesetleri yiyerek hayatta kaldılar. Sonunda 16’sı kurtarıldı. Başlarına gelenler 1993 yılında vizyona giren Alive isimli filme konu oldu. Filmin vizyona girmesinden kısa bir süre sonra, hayatta kalanlardan biri olan Jose Luis Inciarte’nin aileden bir kişi ile birlikte aldığı piyango biletine $2,5 milyon çıktı.

1915: Eskiden nominal değerin yüzdesi olarak kote edilen New York Borsasındaki alım satım fiyatları -tıpkı bugün hâlâ tahvil fiyatlarında olduğu gibi- dolar ve küsuratları şekline çevrildi.

12 Ekim

2017: ABD Dışişleri Bakanlığı, İsrail karşıtı ön yargısını ve BM kültür ajansında “köklü reform” ihtiyacı olduğunu öne sürerek 31 Aralık’tan itibaren geçerli olmak üzere ABD’nin UNESCO’dan çekildiğini açıkladı. O tarihte ABD’nin UNESCO’ya 550 milyon dolar borcu vardı. ABD, 2011 yılında Filistin’i üye olarak kabul etmesinin ardından UNESCO’ya verdiği fonları durdurmuştu. Washington aynı şeyi 1980’lerde de yapmıştı çünkü ajansı kötü yönetilen, yozlaşmış ve Sovyet çıkarlarını ilerletmek için kullanılan bir kurum olarak görüyordu. Aradan 6 ay geçti ve 11 Temmuz 2023’te, ABD bu kez Çin’in liderlik koltuğunu doldurduğu endişeleriyle UNESCO’ya tekrar katıldı.

. . . . .

2006: Nobel Edebiyat Ödülü yazar Orhan Pamuk’a verildi. Ödül $1.37 milyon, bir altın madalya ve bir diplomaydı. Orhan Pamuk’un o güne kadar yayınlanan kitapları dünyada $43 milyonluk bir ekonomik büyüklük yaratmıştı (Türkiye  satışları $13 milyon, yurt dışı ise $30 milyon).

. . . . .

1990: Tam da herkes karamsarlığa bürünmüşken, doksanların o müthiş boğa piyasası başladı. Dow Jones Sanayi Endeksi o günü sadece 9,90 puan yukarıda 2407,92’de kapattı ama takip eden 10 yıl içinde dörde katlayacaktı.

1930: Başkan Herbert Hoover ile New York Hisse Senedi Borsası’nın (NYSE) Başkanı Richard Whitney, piyasayı devamlı aşağı düşüren spekülatörlere karşı bir önlem almak için gizlice toplandılar. Toplantıdan bir kol saati bile çıkmadı. Piyasa yıl sonuna dek %14,7 daha düştü.

1859: Düzene isyan edip kendini ABD İmparatoru ilân eden Joshua Abraham Norton (I. Norton), halka Washington DC’deki meclisi feshettiğine dair fermanını tebliğ etti.

Norton İngiltere’de doğup Güney Afrika’da büyüdü ve annesini kaybettikten sonra 1849 yılında San Fransisco’ya geldi. Cebinde babasının malikanesini satarak kazandığı $40 bin vardı. İyi bir iş adamıydı. Emtia ve emlâk piyasalarında servetini $250 bine çıkardı (bugünün $8 milyonu) ve San Fransisco sosyetesinin saygın bir bireyi haline geldi.

Aralık 1852’de kıtlıkla karşı karşıya olan Çin pirinç ihracatını yasaklayınca San Fransisco’da pirincin kilosu ¢9’dan ¢79’a patladı. Norton bunu fırsat olarak gördü ve Peru’dan 91 ton pirinçle dönen Glyde adlı şilepin tüm yükünü $25 bine satın aldı (bugünün $800 bini). Ancak Glyde’da sonra limana pirinç yüklü bir sürü şilep daha girince fiyatlar çöktü. Kalite vs. bahaneleriyle sözleşmesinden sıvışmaya çalıştı ama beceremedi. Hem mahkemeyi hem saygınlığını kaybederek iflâs etti.

Yeni fukara hayatında düşünecek çok vakti vardı. ABD’nin siyasi ve hukuki sistemine kafayı taktı ve bunu düzeltme görevini üstlenerek 1859 yılında kendini ABD İmparatoru ilân etti. İki ay sonra da kongreyi feshettiğini ilân etti (siyasi partileri de). Hatta orduyu göreve çağırarak “sahtekâr ve yozlaşmış” millet vekili ve senatörleri görevden almalarını istedi. Tabi ne kongre ne de ordu kaale bile almadı. 1863 yılında III. Napolyon Meksika’ya girince kendini Meksika’nın mevlası bile ilân etmişti.

Ne var ki, San Fransisco onu seviyordu. Ciddiye almıyorlardı ama ona bir halk efsanesi olarak yaklaşıyorlar, hatta yaptığı eksantrik işleri turizm gelirlerini artırmak için reklâm ediyorlardı. Yâni o San Fransisco’dan değil, San Fransisco ondan faydalanıyordu. 1880 yılında işte San Fransisco kavşaklarından birinde yığılıp kaldı ve sağlık ekipleri gelemeden hayatını kaybetti. Cebinde $5, evinde $2,50 değerinde bir altın sikke ve batık bir altın madeninin hisse senetleri çıktı. Cenazesini 10 bin kişi uğurladı. Niye bugün böyle birisi çıkmaz?

11 Ekim

2019: ABD ve Çin, ticaret konusunda prensipte geçici bir anlaşmaya vardı. Trump yönetimi, $250 milyarlık Çin ithalatına ek tarifeleri askıya aldığını ve Çin’in $40-50 milyarlık ABD tarım ürünü satın almayı kabul ettiğini söyledi.

2012: Dallas’tan Philadelphia Uluslararası Havalimanı’na sabah 10:25 sıralarında inen bir uçaktan yeni tasarlanmış ve gelecek yıla kadar tedavüle çıkmayacak 100 dolarlık banknotlar çalındı. Sonrası ve nasıl kullanıldılar bilinmiyor, çünkü o “Benjamin”leri tespit etmek çok kolay. O banknotlarda, turuncu bir mürekkep hokkası içinde kaybolan Özgürlük Çanı ve parlak mavi bir güvenlik şeridi gibi kalpazanları engellemek için gelişmiş hokkabazlıklar var.

. . . . .

1982: Yaklaşık 17 yıl boyunca hiçbir yere gidemeyen Dow Jones Sanayi Endeksi nihayet 1960’lardaki boğa piyasasında ulaştığı zirvenin üzerine çıkarak 1012,79’dan kapandı ve 9 Şubat 1966’da ulaştığı 995,15’lik bir önceki rekor seviyenin ilk kez üzerine çıktı.

1981: Rolling Stones’un ABD turunda LosAngeles Memorial Coliseum stadyumunda 94 bin kişiye verdiği konserin uvertürü olarak sahneye çıkan Prince denen bir adam yuhalanıp üzerine çerçöp yiyerek sahneden ayrılmak zorunda kaldı.

Prince ilk albümünü 3 yıl önce çıkardı. O albümdeki tüm şarkıların bestesi, güftesi, aranjmanı, uyarlaması ona aitti ve kayıtta kullanılan 27 enstrümanı da o çaldı. Ondan sonra 2 albüm daha yaptı ve Billboard listelerinde yükselmeye başladı ama onu henüz kimse tanımıyordu.

Stones, konserlerinde uvertür için daha önce Tina Turner, Stevie Wonder gibi siyah müzisyenleri kullanmıştı. Prince’in funk ve rock tarzı zaten Mick Jagger’ın da tarzına uyuyordu. Onun için 9 ve 11 Ekim’deki konserleri için Stones’un Prince’i seçmesi cuk oturdu. Prince’in de zaten 1 hafta sonra 4. albümü piyasaya çıkıyordu.

Prince 9 Ekim’deki ilk konsere sahneye o alışık olduğumuz siyah trençkotu, şeffaf ceketi, kadın tozlukları, yüksek topukları ve slip donuyla çıkınca zaten bir Stones konserinde siyahi şarkıcıların ne aradığını sorgulayan seyirciler tarafından pek de hoş karşılanmayacağı hemen anlaşıldı. İkinci albümünden seçtiği “Bambi” ile başlayıp Hendrix’vari döktürünce birkaç alkış aldı ama üçüncü olarak yeni albümünden aldığı “Jack U Off”u (bunun tercümesini siz yapın) çalmaya başlayınca yuhalandı. İki şarkı daha çalıp kuliste ağladı ve iki gün sonraki konsere gelmeyeceğini ilân etti.

Mick Jagger onu ikna etti ve ikinci konsere de çıktı ama bu kez kalabalık hazırlıklı gelmişti. Ellerine geçeni üzerine fırlattılar. Naylon torba dolusu kızarmış tavuk artıkları, karton kola bardakları, domates, yumurta, vs., vs.. İki litrelik bir portakal suyu şişesi gitaristinin üzerinde patladı. Yarısı dolu bir Jack Daniels şişesi kafasını az farkla ıskaladı. Sahneyi terk etmek zorunda kaldı.

Bu olaydan sonra bir daha hiç Rolling Stones’un uvertürü olmadı. Aslında bir daha hiç kimsenin uvertürü olmadı. Prince oldu. Böyle Prince olunuyormuş. 150 milyon albüm sattı, $300 milyon kazandı.

10 Ekim

2018: İngiliz mahkemeleri; başkanı olduğu Uluslararası Azerbaycan Bankası’ndan €125 milyon lüpleyen Cihangir Hacıyev’in eşi Zamira’ya tanınan korumayı kaldırdı.

Cihangir Hacıyev 14 yıl bankanın başkanlığını yaptıktan sonra 2015 yılında sağlık sorunlarını öne sürüp kendini emekli etmişti ama bir yıl sonra sahtekârlık, para aklama ve banka fonlarını zimmetine geçirmekten tutuklandı ve 15 yıl hapis cezası yedi. Yedi ama eşi ve lüplediği paralar Londra’da lüks içinde yaşamaya devam etti. Hatta İngiliz hukuku Zamira’nın kimliğini saklayarak ona koruma bile sağladı.

Koruma fazla sürmedi. Zamira (55) lükse alışmıştı bir kere. Harrods’da £16,3 milyon harcadı, Harrods’un bulunduğu lüks Knightsbridge semtinde £11,5 milyonluk ev, Londra yakınlarında £10,5 milyonluk bir golf sahası aldı, £32 milyonluk özel jetinde seyahat etmeye devam etti. Kullandığı 35 kredi kartı kocasının bankası tarafından verilmişti. Böyle olunca İngiliz hukukunun “Kaynağı Belirlenemeyen Serveti Açıkla” yaptırımı ilk kez devreye girdi ve Zamira 20 gün sonra tutuklandı.

Zamira’nın ilk kocasından olan kızı Leyla’nın da £15 milyonluk hisse senedi portföyü var. Yılda £1 milyon temettü topluyor. Azerbaycan’ın eski Güvenlik Bakanı Eldar Mahmudov’un oğlu ve şimdi Türkiye’de işleri olan Anar Mahmudov’la evli. Eldar Mahmudov’un küçük kızı (Anar’ın kardeşi) Haydar Aliyev’in kardeşi Rasim Aliyev’in torunu ile evli. Tam hanedan.

2005: 11 Ağustos’ta halka açılan bir vadeli işlem aracı kurumu olan Refco Inc., CEO Phillip Bennett’i, kontrol ettiği bir şirketin Refco’ya $430 milyon borcu olduğunu keşfettikten sonra görevden aldı. Bennett parayı ertesi gün ödedi ama hemen sonra menkul kıymet dolandırıcılığıyla suçlanarak tutuklandı. Refco mu? 17 Ekim’de iflasa başvurdu.

. . . . .

1988: ABD Doları serbest piyasada 1845 liraya çıktı. Merkez Bankası ilk kez müdahale kararı aldı. Müdahaleye rağmen ertesi gün serbest piyasada dolar 1975 liraya fırladı. O yılı tüketici enflasyonu %62’de bitirirken, yıllık devalüasyon oranı da %77,5 oldu.

9 Ekim

2007: Porto Riko’nun 25 bin nüfuslu Barceloneta kasabasında sokak hayvanları kontrol ekipleri bir siteden 80 kadar kedi köpeği toplayıp bir köprüden aşağı attılar.

Adanın kuzey sahilinde yer alan Barceloneta’nın belediyesi daha önce site sakinlerini o konut projesinde ev ve sokak hayvanlarının beslenmesinin yasak olduğu konusunda uyarmıştı. Hatta belediye sokaktan toplanan her hayvan için $60, barınağa yapılacak her tur için de $100 ödüyordu.

Site sakinleri bu yasaklara pek kulak asmayınca baskınlar başladı. İşte o hazin gün, belediyenin yıllardır iş verdiği Animal Control Solution (Hayvan Kontrol Çözümleri) isimli

özel sektör şirketinin çalışanları siteyi sanki narkotik büro fedaileri gibi bastılar, bulup yakalayabildikleri kedi köpeklerin (hatta bazılarını onlarla oynayan çocukların ellerinde alarak) bazılarını şırıngalarla zehirleyip, bazılarını uyuşturup, bazılarını da canlı canlı çuvallara koyarak araçlarına topladılar. Ancak bu hayvanları mevcut barınaklara götüreceklerine komşu köy Vega Baja yolundaki 15 metrelik bir köprüden aşağıdaki dikenli çalılara kaplı vadiye fırlattılar. O esnada bazıları zaten ölmüştü. Bazıları aşağıda can çekişerek öldüler. Yukarı otobana tırmanmayı becerebilen perişan haldeki bazıları araçların altında kaldılar, birkaç tanesi de kurtarılabildi.

Animal Control Solution’un sahibi Julio Diaz şirketi sekiz yıl önce kurmuştu. Pek rakibi yoktu. 85 belediye ile sözleşmesi vardı ve sekiz yılda binlerce sokak hayvanını toplarken $1,1 milyon kazanmıştı. Ne var ki, bu sürede toplanan hayvanların hiçbir tanesi barınaklara geri getirilmemişti. Belediyeler de bu vahşeti görmezden gelmeye devam ettiler.

Bir yıl sonra 33 ailenin açtığı davada yüksek mahkeme Diaz ve çalışanlarını beraat ettirince kıyamet koptu. Onbinler imza kampanyası başlattılar, uluslararası kamuoyu ve sivil toplum örgütleri müdahil oldular. Sonuçta ihmal, terk, şiddet, zulüm ve hatta duygusal baskıyı bile içeren güzel bir hayvanları koruma yasası çıkarıldı ama bu süreçte Port Riko’nun ismi “ölü köpek adası” oluverdi ve turizm sektörü $15 milyon kaybetti.

. . . . .

2006: Google, YouTube’u $1.65 milyara satın aldı. Daha 2 yıl önce PayPal için çalışan 3 kurucu ortak bu anlaşmadan $100-$200’er milyon yaparken $11,5 milyon girişim sermayesi sağlayan Sequoia Capital yarım milyar $ kazandı.

YouTube için bugün $1.65 milyar az gözüküyor ama o gün için daha 1,5 yaşındaki bir start-up’a böyle bir para vermek delilik diye yorumlanmıştı.Google bu parayı vermek zorundaydı, çünkü Yahoo, Microsoft, Viacom ve News Corporation da YouTube’un peşindeydi. Üstelik Google’ın kendi çıkardığı video paylaşım platformu “Google Video” (şirketin hâlâ değiştiremediği modası geçmiş bir isimlendirme konsepti) bir yere gitmiyordu.

1937: Nazilli basma fabrikası, Atatürk’ün de katıldığı törenle açıldı. Eşi benzeri yoktu, çünkü hastanesi, okulu, kültür merkezi, 7 delikli golf sahası, spor kompleksi, rekreasyon düzenlemeleriyle bir yaşam merkeziydi. Atatürk’ün tüm yurda yaygınlaştırmayı hayal ettiği, “Sosyal Fabrika Projesi”nin ilk örneğiydi.  230 bin metrekarelik alan üzerine 1935 yılında temeli atılan fabrika, 18 ayda tamamlandı. 8 milyon liraya mal oldu. Fabrikadaki makineler Sovyetler Birliği’nden narenciye karşılığında alınmıştı. Atatürk’ün “Her fabrika bir kaledir” sözleriyle açtığı son fabrikaydı. 2002 yılında, yani 65 yıl süreyle ülke ekonomisine sağladığı katkının ardından üretim durdu, fabrika kapandı ve bütün taşınmazlarıyla birlikte bedelsiz olarak Adnan Menderes Üniversitesi’ne devredildi.

8 Ekim

2007: Yarış hayatında sahibine $6,5 milyon kazandıran ve tarihin en bilinen safkanlarından biri olan John Henry emeklilik yıllarını geçirdiği Kentucy At Parkı’nda 32 yaşında uyutuldu.

John Henry safkandı ama pek de öyle müthiş ataları yoktu. Babası $900’e satılmıştı. Kardeşi yayaları bile geçemiyor diye yarıştırılmadı bile. Üstelik dizlerinde de sorun vardı. Diz sorunlu atlar uzun koşamadıkları için rağbet görmezlerdi. İşte kimsenin dönüp bakmayacağı bu atı Callaway isimli bir yetiştirici bir yaşındayken $1.100’e satın aldı.  Callaway şöyle hatırlıyor: “Kafasını herhalde bir yere çarpmış ki tam da alnından aşağı ince bir kan akıyor, diğer atların yanında suda boğulmuş bir sıçana benziyordu.”

Callaway atına bir çelik çakıcısı olan o halk kahramanının ismini verdi (eskiden elektrikli matkaplar yokken, inşaatlarda kayaları patlatmak için yere, kayaya büyük çelik kalaslar çakılıp delik açılır, içine patlayıcı konurdu), çünkü bizim huyu bozuk at da ahır duvarlarına asılı çelik yem ve su kovalarını tekmeleyip dururdu. Callaway, John Henry’yi bir yıl sonra $2.200’e sattı. John Henry huysuz olduğundan iğdiş edildi ve sonra $25 bine başkasına satıldı. Sonra da yarış kazanmaya başladı.

83 kez yarıştı. Bu yarışların 39’unu kazandı, 15’inde ikinci, 9’unda üçüncü oldu. Tarihin sahibinie önce $3 milyon, sonra $5 milyon, son olarak da $6,5 milyon kazandıran ilk atı oldu. Bugün üç büyük hipodromda heykeli var, cenazesine yüzlerce kişi geldi. Tam bir karakterdi. Seyisler onu yarış başlamadan 45 dakika önce çıkarmak zorunda kalırlardı, çünkü gazetecilere poz vermek isterdi. Dördüncü olabildiği bir yarışın sonunda ilk üçün resimlerinin çekildiği podyumdan kimse onu çıkaramamıştı.

Çelik çakıcı bir halk kahramanı, bir rekortmen safkan, bir John Henry daha var. Efsanevi Amerikalı yatırımcı. Serveti $2,7 milyar. Liverpool futbol, Boston Red Sox beyzbol takımlarının ve ABD’nin en saygın gazetelerinden The Boston Globe’un da sahibi.

1998: Long-Term Capital Management hedge fonunun batışı ve Asya finansal krizinin ortasında Dow Jones Sanayi Endeksi 10 puan daha düşerek son 3 ayki kayıplarını %17’ye getirdi. Salomon Smith Barney’nin ünlü hisse analisti Keith Mullins “yatırımcıların panik içinde”, Prudential Securities’in ünlü teknik analisti Ralph Acampora “Dow yakında 6500’e düşecek”, 1010WallStreet.com’un ünlü opsiyon stratejisti Paul Taylor, “tarih yazılıyor, gerçek bir panik” dedi. Ertesi gün Dow 160 puan yükseldi. Bir yıl sonra %38 yükseliş ile 10.650’ye vardı. Ünlü olunca haklı olunmuyor.

1974: Kongre’ye yaptığı konuşmada, Başkan Gerald R. Ford, meydan okuyan sloganı WIN (KAZAN) veya Whip Inflation Now (Enflasyonu Şimdi Kırbaçla) ile enflasyona savaş ilân etti. O gün, Dow Jones planın, Başkan’ın sözleriyle, 1975’in başlarında “enflasyon oranında anlamlı bir düşüş” sağlayacağına dair iyi haber üzerine %4,6 yükseldi. Ne var ki, yılsonu geldiğinde enflasyon %12,2’ye yükseldi.

7 Ekim

2008: Müzik, podcast ve streaming app’i Spotify hayatımıza girdi ve sevdiğimiz müziği dinleme arzusuyla internetten MP3 dosyalarını satın alma mecburiyeti arasındaki boşluğu kapattı.

Şirketi 2006 yılında Daniel Ek ve Martin Lorentzon isimli iki İsveçli girişimci Stockholm’de kurdular ve app’in de 2008’de devreye girmesiyle müzik dünyası kökünden değişti. Şimdi şirket İngiltere’de kurulu Spotify LTD.’nin bağlı ortağı. Spotify Ltd.’nin sahibi de Lüksemburg menşeli Spotify Technology S.A..

Bugün Spotify’ın 61 ülkede 232 milyon faal kullanıcısı var (2106’da 124 milyon kullanıcı vardı). Bu kullanıcıların 109 milyonu ayda $9,99 ödeyip reklâmsız müzik dinleyen üyeler (2016’da 48 milyon ödeyen üye vardı). Spotify pazarının %40’ına sahip. Pazarın ikincisi Apple, sonra Amazon geliyor. Yılda $5,3 milyarlık satış yapıyor (bu rakam 2014’te $1 milyardı).

Şirket 2017’de New York Borsası’nda halka açıldı. O gün $19 milyar değer biçilmişti, bugünkü değeri $20,64 milyar. Hisseler $150’den işlem görmeye başladı, 2018 Temmuz’unda $200’e kadar çıktı. Bugünlerde $155’lerden işlem görüyor, çünkü o kadar satışa rağmen henüz para kazanamıyor. 2018 zararı $90 milyondu (4.040 çalışanı var).

Artık internetten müzik çalmamıza gerek yok, çünkü Spotify sanatçılara fikri haklarını ödüyor. Ayda $300 milyon ödeme yapıyorlar, bugüne dek müzik sahiplerine $10 milyar ödeme yaptı.

Bugün Spotify’da 50 milyon şarkı var. Günde 20 bin şarkı ekleniyor. 2 milyar adet playlist var, günde 5 milyon ya yeni yaratılıyor ya da değiştiriliyor. Kullanıcılar Spotify üzerinde günde ortalama 148 dakika geçiriyorlar. Spotify 500 milyon kişinin akıllı telefonuna yüklü. Facebook takipçi sayısı 22 milyon.

İlla müzik değil, Spotify’da sesli kitap da dinleyebilirsiniz.

. . . . .

1998: James J. Cramer, TheStreet.com’da (kendi kurduğu finansal haber ve yorum sitesi) ayı piyasasının geldiğini ilân etti: “Piyasa leş gibi kokuyor. Nasdaq derin yaralı. Hiçbir şey onu ayağa kaldıramaz. Tüm yukarı hareketler sahte. Havada ‘Burada saklanamazsın’ diyen Cisco’nun öncülük ettiği bir çirkinlik hissi var.” Yanlış hissetmiş. O yıl Nasdaq %48,9 yükseldi.

1913: Henry Ford, otomobilin maliyetini düşürmenin ve sıradan Amerikalılar için daha uygun fiyatlı hale getirmenin yollarını bulmaya çalışırken, verimlilik uzmanı ve “bilimsel yönetimin babası” Frederick Taylor’un fikrini kabul etti ve ortaya bir araba üretimi için gereken zamanı 12 saatten 93 dakikaya indiren montaj hattı çıktı. Ford böylelikle, parçaların hareketli bir montaj hattından birer birer çıkarılmasını içeren mezbaha üretim sürecini tersine çevirmiş oldu. Bu sayede, üretim ikiye katlandı ve Model T’nin fiyatı $550’ye düştü.

. . . . .

1896: Dow Jones Sanayi Endeksi bugüne kadar devam edecek her günkü devamlı yayımlanmasına başladı. Aslında Charles Dow 9 demiryolu ve 2 sanayi şirketinden oluşan ilk endeksini daha sonra Wall Street Journal gazetesi haline gelecek olan bülteni Customer’s Afternoon Letter’da 3 Temmuz 1884’te hesaplamıştı. Bundan 8 ay sonra da endeks her gün yayımlanmaya başladı. Aslında Dow Jones “Ulaşım” Endeksi olan bu endekste, daha sonra hepimizin bildiği sanayi endeksine girecek olan sadece bir şirket vardı.

En eski ikinci Amerikan endeksi olan bildiğimiz meşhur Dow Jones Sanayi Endeksi ilk kez 3 Temmuz 1884’te hesaplanmaya ve Customer’s Afternoon Letter’da yayımlanmaya başladı. 8 Temmuz 1889’da o bülten artık The Wall Street Journal gazetesi oldu (ilk sayı).

7 Ekim 1896’da gazete artık devamlı olarak 2 endeks yayımlamaya başladı. Birisi 12 sanayi şirketinden, diğeri 20 demiryolu şirketinden oluşuyordu. Bunlar daha sonra “sanayi” ve “ulaşım” endeksleri haline geleceklerdi. Bildiğimiz haliyle ilk Dow Jones Sanayi Endeksi 29 Eylül 1916’da yayımlanmaya başladı.

6 Ekim

2005: Ig Nobel Ödülü’nü hadım edilmiş köpekler için geliştirdiği protez testislerle Gregg Miller aldı. Çeşitli ölçü, şekil, ağırlık ve sertlikte geliştirdiği yapma testislerden 150 bin adet satıp yatırdığı $500 bini ikiye katladı.

2005 yılının diğer kazananları Nijeryalı internet dolandırıcıları ve penguenler kaka yaptığında yaratılan basıncı ölçen bir ekip oldu.

Ig Nobel Ödülleri 1991 yılından beri her yıl 10 adet  alışılmadık ve abes bilimsel araştırmaya veriliyor. Amacı insanları önce güldürüp sonra düşündüren başarıyı onurlandırmak ve insanların bilne, tıbba ve teknolojiye olan ilgisini artırmak.

Ödüller her Eylül ayında Harvard Üniversitesi’nin Sanders Tiyatro Salonu’nun sahnesinde ve 1.100 eksantrik davetli karşısında dağıtılıyor. Ödülleri gerçek Nobel Ödülü kazanmış kişiler takdim ediyor. Töreni sadece o salon değil, binlerce kişi de televizyonlarından izliyor. Kazananlar daha sonra MIT Üniversitesi’nde (Massachusetts Institute of Technology) konuları hakkında ders veriyorlar.

Ig Nobel Ödülleri ismi aslında bir kelime oyunu. İngilizcede “noble” sözcüğü asil, soylu demek ve aynı “Nobel” ödülü gibi okunuyor. “Ignoble” sözcüğü ise tam tersi, aşağılık, rezil, aşağı sınıf demek. Ig Nobel Ödülleri ismini böyle “ignoble” sözcüğünden türetmişler.

1979: Daha 2 ay önce Federal Rezerv’in başına gelen Paul Volcker, ilk büyük duyurusunu yaptı ve piyasaları allak bullak etti. Fed, faiz oranlarını 100 baz puan artırarak %12’ye yükseltti ve para arzını kontrol etmek için sert önlemler alacağını söyledi. Volcker’ın o Cumartesi gecesi yaptığı duyuru, tahvil fiyatları üzerindeki öldürücü etkisi nedeniyle “Cumartesi Gecesi Katliamı” olarak bilinir – ama aynı zamanda enflasyonun da belini kırar.

. . . . .

1977: Herhalde petrodolarlar insanı daha akıllı yapıyor ki, Suudi Arabistan Prensi Mohamed al-Faysal Iowa Devlet Üniversitesi’ndeki tarihin ilk (ve herhalde son) Uluslararası Buzdağlarından Faydalanma Konferansı’nda yaptığı konuşmada $100 milyon harcayıp içme suyu sağamak için multimilyon tonluk bir buzdağını memleketine doğru yüzdüreceğini anlattı. Bu fikir hâlâ dünyanın gündeminde ama hiç de gerçekleşmedi.

Bar sahibi Billy “Keçi” Sianis beyzbol ekibi Chicago Cubs’ın final serisinin dördüncü maçına giderken bir bilet de keçisi için aldı. Biletlere $7,20 ödedi (bugünün $100’ü). Kokuya dayanamayan seyircilerin şikayeti üzerine staddan çıkarılınca kafası bozuldu ve totem yaparak tuttuğu takım olan Chicago Cubs’ı lânetledi. Lânet 71 yıl sürdü. Zamanın en iyi takımlarından olan Cubs 71 yıl boyunca bir daha şampiyon olamadı.

Keçi Billy 1895’de Yunanistan’da doğdu, 1912’de ABD’ye göç edip gazete okuyarak İngilizce öğrendi, para yaptı. 1993’de içki yasağı kalkar kalkmaz Chicago Cubs’ın stadyumunun karşısındaki Lincoln Meyhanesini $205’e (bugünün $4.000’i) satın aldı. Çeki karşılıksız çıktı ama barın daha ilk haftasında kazandığı paralarla borcunu ödedi. Kısa bir süre sonra barın önünden geçen bir kamyondan bir bebek keçi düşünce onu sahiplendi. Ona Murphy ismini verdi, kendisi keçi sakal uzattı ve barına da The Billy Goat Inn ismini verdi.

Sıkı bir pazarlamacıydı. 1944’te kentte Cumhuriyetçi Parti’nin kongresi yapılıyordu. Kapıya “Cumhuriyetçiler’e İçki Servisi Yapılmaz” tabelası astı. Kızgın Cumhuriyetçiler sürüler halinde bara geldiler ama içeri girince bol bol servis yapıldığını gördüler.

Maçtan kovulunca Chciago Cubs’ın sahibine bir telgraf çekip lânetledi ve “umarım Cubs hem bu yıl finali kaybeder hem de bir daha hiç şampiyon olamaz” diye yazdı. Öyle de oldu. Cubs o yıl finali kaybetti ve 71 yıl boyunca şampiyon olamadı.

1970 yılında, ölüm döşeğindeyken vicdan azabı çekti ve yeğeninden stada keçiyle gidip lâneti kaldırmasını istedi, olmadı. 2012 yılında, bizim ultraAslan gibi kendilerine “Lâneti Kır” ismini takan bir taraftar grubu lâneti kırmak için bir kanser araştırma vakfına yardım amacıyla $100 bin toplamaya çalıştılar, yine olmadı. Daha ne keçiler kurban edildi ama bir türlü olmadı. Cubs ancak 71 yıl sonra 2016 yılında ilk şampiyonluğuna ulaştı.

5 Ekim

 

2018: İskoçya’nın Edinburgh kentinde yapılan bir müzayedede dünyanın en pahalı viskisi satıldı. 92 yaşındaki Macallan Valerio Adami’ye $1,1 milyon ödendi.

Dünyanın en önde gelen damıtıcılarından olan Macallan’ın kuzey İskoçya tesislerinde 1926’da üretilip 60 yıl fıçıda bekletilen viski, 1986 yılında şişelendi. O yıl Macallan iki markasının etiketlerini tasarlamaları için iki dünyaca ünlü sanatçıyı görevlendirdi: Kalın siyah çizgilerle çerçevelenmiş düz fomlarıyla ünlü İtalyan pop sanatçısı Valerio Adami ve David Hockney ekolünden gelip renkli ve cüretli şekiller ve insanlar boyayan İngiliz pop sanatçısı Peter Blake.

O fıçıdan 24 şişelik viski çıktı. 12’sinin etiketini Valerio Adami, diğer 12’sininkini de Peter Blake tasarladılar. İşte dünyada sadece 12 adet üretilen o Valerio Adami etiketli şişeyi (yine özel yapılmış möbleli camlı dolabında) müzayede yapılırken İtalya’da bir takside bulunan İngiliz bir viski erbabı satın aldı (£700,000 artı £148,000 satış komisyonu).

O 12 şişeden birinin içildiği, birinin de 2011 yılında Japonya’da bir deprem sırasında kırıldığı biliniyor. Kalan 9 tane nerede kimsenin haberi yok. Yakında yeni bir müzayedede görebiliriz. Viski erbapları (biraz zenginler) böyle şişelerin ortaya çıkmasını dört gözle ve sabırla bekliyorlar. Bundan önceki satış rekorunu daha 5 ay önce Hong Kong’da yapılan müzayedede $1,05 milyona satılan başka bir Macallan viskisi kırmıştı. Peter Blake tasarımlı bir şişe de aynı müzayedede yine $1 milyona alıcı buldu.

Nadir viskiler genellikle dünyanın en büyük müzayede evlerinden olan İngiltere menşeli Bonhams’da yapılıyor. Bonhams bu müzayedeleri Londra, Hong Kong, Paris, San Fransisco, Sydney gibi dünya kentlerinde yapıyor. 22 ülkede satış ofisi var.

Meraklıysanız bugün Birmingham’da (ABD) antika motosiklet müzayedesi var. Buda heykelleri erbabıysanız, müzayede yarın değil öbürgün Hong Kong’da. Yok illa “Benim de $1 milyonum var, bir Valerio Adami tasarımlı Macallan da ben almak istiyorum” diyorsanız, müzayedeniz 9 Ekim’de Edinburgh’da.

. . . . .

2011: Dünyanın en çok unvana sahip soylusu olarak kabul edilen İspanyol Alba Düşesi (85), kendisinden 25 yaş küçük devlet memuru Alfonso Diez ile evlendi ve çocuklarının itirazlarını görmezden gelerek ayakkabılarını çıkarıp flamenko dansı yaparak kutladı. İstediği gibi kutlar tabi, çünkü 4,5 milyar dolar serveti vardı.

. . . . .

2009: Mısır’ın yasa yapıcıları kadınların erkeklere bakire olduklarını yutturmalarını sağlayan Çin malı aparatın ithalatını yasakladı. “Yapma Kızlık Zarı” aparatı Çinli şirket Gigimo tarafından $30’a satılıyordu. Bu yasağa en çok yeni evlenen kızlar bozuldu.

1993: Daimler-Benz, New York Hisse Senedi Borsası’na kote olan ilk Alman şirketi oldu.

. . . . .

1925: İlk Cumhuriyet Altını İstanbul Darphanesinde basıldı ve ilk para Mustafa Kemal Paşa’ya gönderildi.

4 Ekim

2014: Yoksul Karayip ülkesi Haiti’yi 1971’den 1986’da devrilene kadar demir yumrukla yöneten eski diktatör Jean-Claude “Baby Doc” Duvalier (63) kalp krizinden öldü. Kaçmak zorunda kalmadan önce 300 milyon dolar lüplemişti.

2013: İrlanda, Senato’yu lağvetmek için ülke çapında bir referandum düzenledi. Lağvetme traftarları, meclisin bu üst kanadının hiçbir temel yetkiye sahip olmadığını ve kapatılmasının vergi mükelleflerine yılda €20 milyon tasarruf sağlayabileceğini söylüyordu. Seçmenler %51,7 hayır oyu ile referandumu reddetti.

. . . . .

2001: Kiralık bir Rus Tupelov-154 uçağı Karadeniz’e düştü ve 78 yolcunun tamamı öldü. Sibir Havayolları’na ait jet Tel Aviv’den Novosibirsk’e gidiyordu. Ukrayna’dan kazara ateşlenen bir füze saldırısından şüphelenildi, ancak Ukrayna yetkilileri yalanladı. Putin işin arkasında teröristler olduğunu söyledi. Daha sonra ortaya çıkan kanıtlar uçağın bir S-200 füzesiyle vurulduğunu ortaya çıkardı. Bir hafta sonra Ukrayna kabul etti ve iki yıl sonra uçaktaki her İsrailli başına $200 bin tazminat ödemeye razı oldu.

1927: Danimarka asıllı Amerikan heykeltraş Gutzon Borglum dört ABD başkanının yüzünü Rushmore Dağı’nın kuzeybatı yüzündeki granit kayalara oymaya başladı.

Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde (Güney Dakota) olmasına rağmen Ulusal Parklar Dairesi’nin işlettiği Rushmore Dağı Ulusal Anıtı’nı bugün yılda 3 milyon kişi ziyaret ediyor. Kayalara oyulan 1:12 ölçekli yüzler George Washington, Thomas Jefferson, Abraham Lincoln ve Theodore Roosevelt’e ait. Her bir yüz 18 metre yüksekliğinde. Bir burun 6,4 m. uzunluğunda; bir göz 3,4 m., bir ağız 5,5 m. genişliğinde.

Kızılderililere ait bu topraklara Amerikalılar el koyduktan sonra madenciliğe açtılar ve yerlilerin “altı dede” diye adlandırdığı bu kayalara madenci Rushmore’un ismini verdiler. 1923 yılında yerel tarihçi Doane Robinson bölgede turizmi ayaklandırmak için kayalara başkanların yüzlerini oyma fikrini üretti ve iş heykeltraş Borglum’a verildi. Borglum, oğlu ve 400 işçiyle çalışarak projeyi 14 yılda bitirdi (aslında bitmeden yedi ay önce öldü, oğlu bitirdi).

Bu 14 yılın 8 buçuğu parasızlıktan ve kötü hava koşullarından bekleyerek geçti. Başlangıçta kongreden sadece $250 bin fonlama alabilen projede 450 bin granit kaya patladıldı. İşçiler dinamit, matkap ve oymaklarla zor koşullarda çalıştılar. Bu 14 yıl içinde kimse bir kazaya kurban gitmedi ama daha sonra toz yutup solunum zorluğu çeken bazıları hayatını kaybetti.

Gutzon Borglum insanüstü bir adamdı. Granit kayalardan ulusal bir anıt yaratırken heykeltraşlığın ötesinde bir patlayıcı uzmanı, bir yerbilimci, bir mühendis, bir matematikçi olmak gerekiyordu. O öyle bir adamdı.

14 yılın sonunda Rushmore Dağı’ndaki dört başkan yüzünün maliyeti $989.992,32 oldu (bugünün parasıyla $17,3 milyon). Zaten hep fonlama darlığı çeken projeye bir $5 bin de daha ismini veren Rushmore atmış.

Eğer oralara kadar gidebilirseniz bedavaya ziyaret edebilirsiniz ($10 otopark). Çok etkileyici ama kayalara çıkmanıza izin verilmiyor (sadece keçilere serbest). Gün batımında güneş ışıkları ve gece manzara muhteşem (gece de iki saat aydınlatılıyor). Acele etmenize gerek yok. Daha 7 milyon yıl orada olacak. Her 4 bin yılda bir santim erozyon yiyecek yüzler ancak o zaman iyice aşınıp tanınmaz hale gelecek.

3 Ekim

2001: Apple 180 gramlık küçücük bir alete cd kalitesinde bin şarkı sığdıran MP3 oynatıcısı iPod’u piyasaya sürdü. O gün $399’dan satılan oyuncağı bugün hatırlamıyoruz bile.

1931: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası hizmete açıldı.

Bankanın devlete ait ve bağımsız olmayan bir kamu kuruluşu olduğu izlenimi vereceği endişesiyle “Türkiye Cumhuriyeti” ibaresine özellikle yer verilmeyip isminin önce “Cumhuriyet Merkez Bankası” olması öngörüldü ama daha sonra meclis komisyonunda uluslararası ilişkiler göz önüne alınarak “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” olarak değiştirildi.

Bankanın sermayesi 250 bin hisseye ayrılmış 25 bin TL. Bu hisseler de dört sınıfa ayrılmışlar. (A) sınıfı hisseler Hazine’nin, (B) sınıfı hisseler Türkiye’de faaliyette olan milli bankaların, (C) sınıfı hisseler “milli bankalar dışında kalan diğer bankalarla imtiyazlı şirketlerlin”, (D) sınıfı olanlar da  Türk ticaret şirketlerine ve tüzel ve gerçek TC vatandaşlarına ayrılmış.

2018 yıl sonu itibariyle hisselerin %55,12’si (A sınıfı) Hazine’de. Zaten yasa gereği bu oran %51’in altına inemez. %25,74 hissenin sahibi ise (B) sınıfı, yâni Türkiye’de faaliyette olan milli bankalarda. Son bilinen şekliyle bu sınıfta dağılım şöyleydi (TCMB bu ayrıntıları yıllık faaliyet raporunda vermemiş): Ziraat Bankası %19,23; Garanti Bankası %2,48 (onun da %49,85’i İspanyol Banca Bilbao Vizcaya Argentaria, yâni BBVA’nın); İş Bankası %2,33; Halk Bankası %1,11; Yapı ve Kredi Bankası %0,55; Akbank %0,03 ve TEB %0,01.

%19,12 payın sahibi ise (D) sınıfı hissedarlar. Yine son bilinen şekliyle bunların arasında TCMB Mensupları Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfı (%5); SGK (%2) ve Kızılay (%1) vardı.

(C) sınıfı hisselerin (yâni milli bankalar dışında kalan diğer bankalarla imtiyazlı şirketler) oranı ise sadece %0,02. Zaten yasa gereği bu sınıf hisselerin toplamı 15 bin adeti (yâni %6 pay) geçemez. Bu hisselerin kimde olduğunu bilmiyoruz. Bir ara Bahar Menkul Kıymetler’in sahibi Adnan Bahar olduğu yazıldı çizildi ama kim bilir?

1776: Kongre, her eyalette, topladıkları paranın %1’inin 1/8’i oranında komisyon alacak simsarlar tarafından yönetilecek “kredi ofisleri” ile tamamlanacak sistematik bir borçlanma programı oluştururken, ABD hükümeti tarihinde ilk kez halktan borçlanmaya başladı. Hedef, yıllık %4 faizle 5 milyon dolar toplamaktı. Ancak, savaş zamanında enflasyonun yükselmesiyle birlikte, halk bu faiz oranını aşağılayıcı derecede düşük buldu ve hükümet ancak 850.000 dolar toplayabildi.

2 Ekim

2012: Azerbeycan’ın Meksika büyükelçisi, Haydar Aliyev’in heykelinin yapılması karşılığında 2 Mexico City parkının restorasyonu için hükümetinin $5 milyon hibe vermiş olmasını savunmak zorunda kaldı.

Heykel Paris’in Champs-Élysées ve Viyana’nın Ringstraße’sini örnek alarak yapılan, kentin kalbini çaprazlama kesen o geniş ve görkemli Paseo de la Reforma (Reform Bulvarı) boyunca uzanan yeşilliklere takriben bir ay önce kondurulmuştu. Amaç Azerbeycan’ın uluslararası imajını düzeltmek ve Meksika ile ticari ilişkileri geliştirmekti.

Olaylar istenildiği gibi gelişmedi. Halk ayaklandı. Simon Bolivar, Abraham Lincoln, Martin Luther King, Mohandas Ghandi (Atatürk de orada) gibi birçok yerel ve uluslararası kahramanların heykellerinin süslediği, tüm turistik yerlerin, lüks lokanta ve mağazaların, ofis gökdelenlerinin bulunduğu bu ulusal gurur bulvarında bir despota yer olmadığını düşündü. Onlara göre KGB kökenli Haydar Aliyev otoriter, baskıcı, muhalefeti sindiren bir diktatördü. Seçimleri şaibeli bir polis devletinin başıydı.

“Bu Washington DC’nin göbeğine İdi Amin heykeli dikmek gibi bir şey” dedi bir eylemci. Heykelin üzerindeki levha “anavatana sınırsız bağlılığın parlayan örneği” yazıyordu. Amerikan büyükelçisinin Aliyev hanedanını mafyanın Corleone ailesine benzetişinin WikiLeaks’te ortaya çıkışından veya Azerbeycan’ın Uluslararası Şeffaflık Örgütü listesinde en yozlaşmış devletler arasında olduğundan bahseden yoktu.

Evet, Aliyev ülke ekonomisine istikrar getirmiş, toprak reformu yapmış, idam cezasını kaldırmış ve ülkesinde sevilen bir liderdi ama Mexico City halkı heykeli hiçbir zaman sevmedi. Azerbeycan’ın ülkede $4 milyarlık yatırımı vardı ama belediye başkanı halkın baskısına karşı gelemedi ve 3 ay sonra bir gece yarısı 4 metrelik heykeli apar tupar bulvardan kaldırıp görürdü (Kanada’nın Ontario kentinde de bir Aliyev heykeli kaldırıldı).

Parayla itibar satın alınamıyormuş.

2002: 1931 yılında kurulan Swissair iflas etti. 71 yılllık hayatının büyük bir bölümünde dünyanın en önemli uluslararası havayollarından biri olan ve finansal istikrarı nedeniyle “Uçan Banka” olarak bilinen şirket, İsviçre’nin ulusal sembolü ve simgesiydi.

1 Ekim

1998: ABD Savunma Bakanlığı, Viagra’yı askerlere, denizcilere, pilotlara, emeklilere ve bakmakla yükümlü oldukları kişilere sağlamak için o yıl tahmini $50 milyon harcayacağını söyledi. Çaydan iyidir herhalde.

1977: Brezilyalı futbol ilahı Pelé, 75 bin kişinin izlediği New York Cosmos – Santos gösteri karşılaşmasında son maçını oynadı. O maçı babasıyla birlikte Bobby Moore ve Muhammet Ali de izlediler.

Babası Thomas Edison’dan esinlenip ona Edson Arantes do Nascimento ismini verdi, arkadaşları da Pelé lâkabını, ama Brezilyalılar onu hep “Pérola Negra” (siyah inci) diye çağırdılar. O baba onu 16 yaşında Santos’a götürüp “bakın bu çocuk dünyanın  en iyi futbolcusu olacak” dedi ve o da oldu. Daha ilk maçında 4 gol atıp o yıl gol kralı oldu. Tüm kupalarda oynadığı 1.363 maçta 1.281 gol attı (neredeyse her maçta 1 gol). 92 hat trick’i var. 31 maçta 4, 6 maçta 5 gol attı (bir maçta 8). Dünyada 3 dünya kupası kazanan tek kişi olarak 77 gol attı. 1958’deki ilk dünya kupası finalinde 2 gol attıktan sonra bayıldı, onu takım arkadaşı Garrincha ayılttı (Brezilya ikisinin birlikte oynadığı hiçbir maçı kaybetmedi).

1962 dünya kupasından sonra zengin Avrupa kulüpleri peşine düştü ama Santos Brezilya’da isyan çıkar diye onu satamadı. Zaten daha sonra hükümet onu “ulusal hazine” ilân ederek bu riski tamamen ortadan kaldırdı. 1970 dünya kupasından sonra yavaş yavaş çekildi ama 1975’te New York Cosmos’da oynamaya başladı. Orada $6 milyon yaptı. Bir ara dünyanın en çok kazanan sporcusuydu. Zaten Forbes şimdi onu dünyada en çok kazanan 10 emekli sporcusu arasında gösteriyor. $100 milyon serveti var.

Sponsorluklardan (Puma, Coca Cola, Hublot, Volkswagen, Subway, Emirates, Proctor & Gamble, Santander, vs.) yılda $15 milyon kazandı (Viagra reklâmında bile oynadı). Bir araştırmaya göre, eğer bugün oynasaydı ve 2018 dünya kupasından aynı 1958’de olduğu kadar zirvede çıkmış olsaydı, transfer piyasasında değeri herhalde €450 milyon civarında olurdu.

1953: Playboy dergisi hayat geçti. Hugh Hefner’in annesinden aldığı bin dolarla birlikte toplamda $8 binlik sermayeyle (bugünün $78 bini) kurduğu derginin ilk sayısında Marilyn Monroe’nun meteliğe kurşun atarken çektirdiği çıplak fotoğrafları vardı. O sayı 53 bin satıp hemen tükendi.