• persembe@persembe.com

Tarihte Bugün Aralık

31 Aralık

2004: Bulgar polisi Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Murat Demirel’i Burgaz’da yakalayıp Türkiye’ye teslim etti. Patronu olduğu Egebank’ın çöküşünde $1,2 milyar toz olmuştu. Bankaya el konulmadan kaçtığı gemide yakalanınca “eşimle yılbaşını teknede geçirmek istedik” demiş, Bulgar polisinin ifadesine göre onlara önce €40 bin, olmayınca sonra da €100 bin rüşvet teklif etmiş ama becerememişti. Kendisi kötü Bulgarcasının yanlış anlaşıldığını söyleyip bu iddiaları reddetmişti.

1994: Kiribati bulunduğu zaman dilmilerini UTC-11’den UTC+13’e ve UTC-10’dan UTC+14’e değiştirince bugün hiç yaşanmadı ve 1 Ocak 1995’e atlandı.

Kiribati Pasifik Okyanusu’nun ortasında, 3,5 milyon km2’lik bir alanda 32 mercanadadan oluşan 110 bin nüfuslu bağımsız bir ülke (bağımsızlığını 1979’da kazandı – İngiltere’den). En doğusundaki Line Adaları dünyanın en ileri zaman dilimine sahip (UTC+14). Kiribati dünyanın dört yarımküresinde de yer alan tek ülke. Şahane bir yer ama ne yazık ki küresel ısınma ve deniz suyu yükselmesi nedeniyle yavaş yavaş batıyor. 1999’da 2 atolü gitti. Önümüzdeki 100 yıl içinde orada olmayabilir.

Onlar bir günü yaşamadılar ama dünya da takvim karmaşası yüzünden eskiden birçok günü yaşamadı veya fazladan yaşadı. Şimdi kullandığımız milâdi (gregoryen) takvim 1582’de ortaya çıktı (ihiyaç Paskalya bayramını bir türlü gününe oturdamadıklarından çıktı). Sonra astronomlar ve matematikçiler kuralları belirledi.

Meselâ 4’e bölünebilen her yıl artık yıl (100’e bölünebilenler hariç), ama onların da 400’e bölünebilenleri artık yıl (örneğin 1800 ve 1900 artık yıl değil ama 2000 artık yıl). Milâdi takvimi önce Katolik ülkeler sonra Protestan ve Ortodokslar kabul ettiler (onları Katolikliğe geri çevirecek bir dümen olduğunu düşünüyorlardı). En son kabul eden Avrupa ülkesi Yunanistan oldu (1923). Biz de 1926’da geçtik.

Takvim deyip geçmeyin. Noel’e gün sayan 4 haftanın her gününün penceresinin arkasına saklı hediyeleri olan varış takvimlerinin (İsa’nın varışını sembolize ediyor) fiyatları bu yıl dudak uçuklatıyor. Mücevherci Tiffany & Co.’nun bir metre boyundaki, içi ₤100-₤13.000 arası hediyelerle (elmaslar, saatler, takılar) dolu varış takvimi bu yıl ₤104.000’e satılıyor.

1915: DuPont, Bethlehem Steel ve General Motors gibi şirketler Kaiser’le savaşmaları için Avrupalı müttefiklere barut, metal ve teçhizat tedarik ederken Dow Jones Endeksi %81,7’lik müthiş bir yıllık getiriyle 99,15’te kapattı. Böyle bir yıllık getiriyi daha sonra ancak 1999’un NASDAQ dot.com balonunda gördük (%85,6). Savaş insanlar için cehennem ama borsalar için cennet.

30 Aralık

1984: Dünyanın herhalde en iyi, en ünlü ve en zengin basketbolcusu LeBron James doğdu. Sadece iyi bir basketbolcu değil, aynı zamanda iyi bir iş adamı ($450 milyonu var).

Şahane bir öğrenci değildi, eğitim yılının yarısında okula gitmiyordu bile ama lise biter bitmez (2003) Cleveland Cavaliers onu birinci sıradan seçti. Sonrasını biliyorsunuz. 2005’ten beri NBA’nın her yıldızlar maçında yer aldı, dört kez en değerli oyuncu seçildi, üçkez olimpiyatlara gidip iki kez altın madalya aldı. 37 yaşında ama bitmedi. Maç başına 30 sayı atıyor, 8 ribaunt alıyor, 7 asist yapıyor. Artık Michael Jordan, Abdul-Jabbar, Chamberlain, Larry Bird, Kobe Bryant’ların katında.

Annesi onu 16 yaşındayken doğurdu. Gerçek babasını hiç görmedi, evdeki diğer baba da kokain satıcılığından devamlı içeri girip çıkıyordu. Babasız büyüdü ama lise aşkıyla evlenip iyi bir baba oldu. İsmi hiçbir çapkınlık skandalına karışmadı.

Geçen yıl Los Angeles Lakers’a transfer oldu. Dört yıllık sözleşmesi için $154 milyon alacak. Bu yılki maaşı $36 milyon, $53 milyon da sponsorluklardan kazanacak. Zaten Nike’la sözleşmesinin değeri $90 milyon. Coca Cola, Samsung, McDonald’s da sırada. Dr. Dre’nin kulaklıklarıyla ünlü Beats Electronics şirketinin %1 hissesini satın almıştı. 2014’te Apple şirketi $3 milyara alınca onun payına $30 milyon düştü. Şimdi Liverpool futbol klübünde hissesi var. Servetinin $450 milyon olduğu tahmin ediliyor.

Bu yıl NBA’nın en pahalı ilk 10 oyuncusu maaş ve sponsorluklardan toplam $540 milyon kazanacaklar. Annem topçu ol demişti, dinlemedim.

. . . . .

1977: Fatih Sultan Mehmet Köprüsü $125 milyona ihale edildi.

Köprünün proje hizmetleri İngiliz Freeman, Fox ve Partners ve BOTEK Boğaziçi Teknik Müşavirlik A.Ş., inşaatı ise STFA, Ishikawajima Harima Heavy Industries Co. Ltd., Mitsubishi Heavy Industries Ltd. ve Nippon Kokan K. K.’nın oluşturduğu konsorsiyum tarafından yapıldı.

Temeli 29 Mayıs 1985’te atıldı ve yapımına 4 Aralık 1985 günü başlandı. 3 Temmuz 1988 tarihinde dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından da hizmete açıldı.

1953: İlk renkli TV satışa çıktı. Admiral markalı aletin fiyatı $1.175 (2020’nin $11.400’ü) olduğu için kimse alamadı elbette. Fiyatlar ancak 1960’ların sonlarına doğru normal insanların cüzdanlarına uygun hale geldi.

29 Aralık

2015: Eşcinsel olduğu için 13 yıldır yaptığı futbol hakemliğinden atılan Trabzon’lu Halil İbrahim Dinçdağ Futbol Federasyonu’na karşı açtığı davayı kazandı ve 23 bin TL tazminat aldı.

33 yaşındaydı (2009) ve Trabzon yerel futbol liginde 13 yıldır hakemlik yapıyordu. Ona Mayıs ayında süresi bitecek olan lisansının yenilenmeyeceği söylendi. Sebep olarak askerlikten muaf olanların hakemlik yapamayacağı olarak gösterildi ama asıl sebep herkes tarafından biliniyordu.

Kovulmasının hemen ardından hakkında basında haberler çıkmaya başladı, çalıştığı radyo istasyonundan da kovuldu, baskı gördü ve kendisini ve ailesini korumak için İstanbul’a gelip bir televizyon programında dolaptan çıktı. “Basın hakkımda yazmaya başlayınca komaya girdim, televizyona çıktığım gün de öldüm, 33 yıllık hayatım bitti” dedi.

Hukuk mücadelesi 6 yıl sürdü, toplumun büyük bir kesiminden büyük destek gördü ve sonunda kazandı. Davayla ters ayakta yakalanan federasyon Dinçdağ’ın cinsel tercihi nedeniyle değil yeteneksizliği yüzünden işini kaybettiğini söyleyerek daha da çukura battı ama sonra çark edip isterse döner dedi.

Toplumun diğer bir kesimi de mağarasında oturmaya devam etti. Kadın döven, 13 yaşındaki kıza tecavüz edip evlenerek kurtulan, otobüsteki etekten tahrik olan, 30 bin kişiyle birlik olup hep bir ağızdan çimlerin üzerinde koşan siyah şortlu bir adama orta cinsten olduğunu bağıra bağıra ikna etmeye çalışan, hatta “işe geri alınmaması lâzım, bunlar yakışıklı ve güzel futbolculara daha kolay penaltı verirler” diyen eski hakem televizyon futbol yorumcuları olan o homofobik mağara hâlâ orada.

Bu arada bazı soruların da sorulması gerekmiyor mu? Eşcinsel olduğu için askerlikten muaf olan birisi asker olamıyor da nasıl hakem oluyor? Hakem olan bir eşcinsel niye askerlikten muaf oluyor? Bu muafiyet mi yoksa mahrumiyet mi?

. . . . .

1983: Türk Parasını Koruma Kanunu değiştirilerek döviz bulundurmak, almak ve satmak serbest bırakıldı.

1976: Murat 131 üretimine başlandı. 57 bin TL’lik fiyatı takriben $4 bine tekabül ediyordu. 2020’nin $18 bini eder.

28 Aralık

2021: Tanzanya, standart hatlı demiryolunun $1,9 milyara mal olması beklenen ve kredilerle finanse edilecek 368 km’lik bir bölümünün inşası için Türk firması Yapı Merkezi ile sözleşme imzaladı. Bu, Tanzanya’nın komşu ülkelerle ticareti artırmak için inşa ettiği 1.219 km’lik hattın bir parçası ve diğer bölümleri halihazırda yine Yapı Merkezi inşa ediyor.

Doğu Afrika ülkesi Tanzanya sanayileşme programı dahilinde bir dizi mega altyapı projesi. Bunların arasında UNESCO dünya mirası alanında inşa edilen tartışmalı 2.115 megavatlık bir hidroelektrik barajı da var.

2015: Japonya, Güney Kore ile II. Dünya Savaşı’nın “Seks Köleleri” konusunda anlaşarak resmi olarak özür diledi ve 1 milyar yen ($8,3 milyon) tazminat ödemeyi kabul etti.

“Rahatlatan kadınlar” diye anılan bu kadınlar Japon İmparatorluğu’nun II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında işgal ettiği bölgelerde zorla kaçırılıp Japon askerlerine hizmet veren seks köleleriydi. “Rahatlatan kadın” tabiri Japonca fahişe anlamına gelen ianfu sözcüğünün tercümesi.

Tarihi kayıtlar Japonlar’ın bu plânlı zorbalığı belirli nedenlerle yaptığını gösteriyor: a) savaş tecavüzlerini ve işgal edilmiş halkın nefretini önlemek, b) tecavüz ve diğer cinsel suçları kontrol edilen alanlar dahilinde tutarak uluslararası tepkilerden korunmak, c) zühravi hastalıkları asgariye indirmek ve d) yerel randevu evlerinde yürütülen casusluklara karşı korunmak. Elbette bu amaçların hiçbirine ulaşılamadı.

Japonlar kadınları ya güzel işler ve eğitim vadederek, ya da zorla kaçırarak bu hizmete zorladılar. Kore’den, Çin’den Filipinler’den kaçırılan 400 binin üzerinde kadın işgal bölgelerinde inşa edilen “rahatlama istasyonlarında” zorla çalıştırıldılar, işkence gördüler. İlk “rahatlama istasyonu” 1932 yılında Şanghay’da kuruldu. Daha öncesinde bu hizmeti Japon fahişeler veriyordu ama askeri genişlemeyle birlikte sayıları yetmedi.

Sonuçta, bu “rahatlama kadınları”nın dörtte üçü öldü, sağ kalanların çoğu travmadan ya da zührevi hastalıklardan kısır oldu.

28 Aralık 2015’te Japon Başbakan Shinzo Abe ve Güney Kore’li meslektaşı Park Geun-hye anlaşarak bu konuyu kapatmayı amaçladılar. Anlaşmaya göre Japonya resmi bir özür diledi ve $8,3 milyon tazminat ödemeyi kabul etti. Kore de buna karşılık konu hakkındaki çeşitli girişimlerini geri çekti ama bu bireysel haklarının peşinde koşanları tatmin etmedi. Davalar hâlâ devam ediyor.

. . . . .

2011: Skandallarla köşeye sıkışan İspanyol kraliyet ailesi ilk kez Kral Juan Carlos’un maaşını açıklamak zorunda kaldı (yıllık $382.600). 1975’ten beri tahtta olan Juan Carlos 2014’te kendi isteğiyle tahttan indi. Suudilerden aldığı rüşvetlerden İsviçre ve Jersey’deki banka hesaplarına, karanlık banka hesaplarından karanlık devlet ve iş adamları tarafından ödenen av partilerine, vergi kaçakçılığından savunmasız sarhoş ayıları ve Kazakistan koyunlarını avlamaya kadar ismi birçok yolsuzluk vakasına bulaşan eski kral kaçıp Birleşik Arap Emirlikleri’ne yerleşti ve orada sefa sürüyor.

1967: New York Hisse Senedi Borsası (NYSE) 175 yıl sonra nihayet ilk kadın üyeyi, Muriel Siebert’i, kabul etti. O gün borsada 1.365 erkek üye vardı.

Muriel’in üyelik başvurusunu yapabilmesi için borsa kurallarına göre 10 üyeden imza alması gerekiyordu. Kendine en yakın bilip imza istediği ilk on erkek üyenin sadece birinden alabildi.

Bankalar bile onla kedi fare oynadı. O zaman üyelik ücreti $445 bindi. Bankadan $300 bin kredi onayı çıktı ama bu para ona ancak izin alırsa verilecekti. Borsa ise parayı verirse izin verileceğini söylüyordu. Sonunda becerdi.

Artık hayatta değil ama kurduğu aracı kurum hâlâ faaliyette ve NASDAQ’ta işlem gören Siebert Financial Corp.’un bir bağlı ortaklığı. Piyasa değeri $138 milyon. Yılda $24,5 milyon kâr ediyor.

27 Aralık

2019: “Yerli otomobil” TOGG’un SUV ve sedan modelleri yapılan bir basın toplantısında tanıtıldı. Şimdi togg.com.tr internet adresinde TOGG hakkında kısıtlı bilgi mevcut. Şirket başkasına ait olan togg.com adresini alabilmek için açtığı davayı ise kaybetti. Adresin sahibi The Office of George Gould savunmasında bu alan adını 2003’te  satın aldığını söyledi ve “18 yıldır aktif olarak çalıştığını, TOGG’un ise 2018 yılında kurulduğunu, hiçbir şey üretmediğini, satmadığını ve hiçbir müşterisinin ya da itibarının olmadığını” iddia etti. Togg.com internet sitesine ulaşılamıyor ve yasaklı olduğu gözüküyor.

. . . . .

2012: Arjantin’in eski ekonomi bakanı Felisa Miceli, yolsuzluktan 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2007 yılında ofisinin tuvaletinde, içinde $32 bin bulunan bir çanta dolusu para bulununca istifa etmek zorunda kalmıştı. Ucuza gitmiş. Bizim ayakkabı kutularımızda çıkan $4,5 milyon kimsenin burnunu kanatmadı.

2002: California’nın 25 nüfuslu köyü Bridgeville Ebay üzerinde $1,77 milyona satıldı ama alan sonra cayınca 82 dönümlük mezrayı bir bankacı $700 bine aldı.

1865’te avcılar tarafından kurulup altına hücum yıllarında işlek bir uğrak yeri olan köyün hep bir sahibi vardı. Antikacı Elizabeth Lapple The Times gazetesindeki ilânı görerek  köyü $150 bine almıştı. 30 yıl sonra (1977) $450 bine dinî bir gruba sattı. Grup köyde içki satışını yasaklayınca nüfus iyice düştü, para bitti, köy yine Lapple ailesine geçti.

Köy artık viran halindeydi ve aile 2002’de Ebay’e ilân vererek Bridgeville’i açık artırmaya çıkardı. İzlanda’dan Almanya’ya kadar birçok yerden katılan oldu. Açık artırmayı $1,77 milyonla kazanan adam hemen cayınca yine California’lı bir bankacı, Bruce Krall, köyü $700 bine satın aldı.

Bakkalı, benzin istasyonu ve lokantası olmayan köyü adam edip pazarlamak istiyordu. Dört yıl para döktü, baktı ki olmuyor, o da satışa koydu. Bu kez, 3 ineği, 8 evi, 136 yaşında bir postanesi ve kızılderililer tarafından öldürülen son beyaz adamın naaşının olduğu söylenen bir mezarlığıyla köy tekrar satışa çıktı.

Eğlence işinde olan Los Angeles’lı bir üniversite talebesi, 25 yaşındaki Daniel La Paille $1,25 milyon ödeyerek köyün yeni sahibi oldu. Köy yine düzlüğe çıkamadı, çünkü 3 ay sonra La Paille intihar etti. Ailesi köyü tekrar satışa çıkardı. Bir yıl sonra bir otel grubu sona yaklaştı ama fiyatta anlaşamadılar.

Hâlâ satılık. Şimdi orada 222 kişi yaşıyor (yaş ortalaması 59). Eğer ömrünüzün sonuna kadar boyanın kurumasını izlemek gibi heyecanlı bir şey yapmak için ilgileniyosanız $1 milyon civarında anlaşırsınız.

26 Aralık

2017: Başbakan Ramush Haradinaj’ın kravat ve gömlek alabilmek için maaşını ikiye katlamasını protesto etmek isteyen Kosova halkı başbakanlığın parmaklıklarına 214 adet kravat astı.

Başbakan bir hafta önce televizyon ekranlarında makamının sorumluluklarını yerine getirebilmek için kravat ve gömlek satın almak zorunda olduğunu açıklayıp maaşını ikiye katlayarak €2.950’ye çıkarmıştı. Kosova Avrupa’nın en fakir ülkelerinden biri ve aylık ortalama maaşlar orada sadece €354. Kosova’dan çok daha fakir olan Zimbabve’nin başkanı Mugabe’nin $18.666 olan maaşıyla karşılaştırıldığında bu büyük bir para değil ama halkın kafasını bozdu.

ABD bazlı eylemci grup “Duvarın Ötesinde”nin başını çektiği kalabalık sadece kravat asmakla kalmayıp başbakanlığa yüzlerce kravat, gömlek, çorap, kalem ve bozuk para gönderdi (kitle fonlaması dedikleri bu mu acep?). İşin biraz da ironi tarafı var. Kravat sözcüğü 17. yüzyılda Fransız sarayına hizmet eden (şimdi Kosova’nın komşusu olan) paralı Hırvat askerlerinin boyunlarına taktıklarından geliyor.

Haradinaj, Kosova Özgürlük Ordusu’nun lideriydi ve ülke Birleşmiş Milletler idaresindeyken 2004-2005 arasında da başbakanlık yapmıştı. Ülkenin 2008’de bağımsızlığını ilân edişinden sonra 2017’de seçimi kazandı ve Temmuz 2019’da İnsan Hakları Mahkemesi’nce savaş suçlarından yargılanmaya başlayınca istifa etti. Biraz kabadayıdır. Altındaki askerleri döver, sınırda Rus nöbetçileri tokatlar, vs. Vukuatı çok. Ekim 2019’da seçimleri rakibi kazandı ama hükümet henüz kurulamadı. Kosova’da başbakanlık makamı hâlâ boş.

1983: Bankerlerle yarışa giren Hisarbank, İstanbul Bankası ve Ortadoğu İktisat Bankası, Ziraat Bankası’na devredildi. Yıllık enflasyonun %30 olduğu dönemde “Kale gibi banka” sloganıyla yola çıkan Hisarbank, mevduata yıllık %80 faiz veriyordu.

25 Aralık

MS 4: İsa Peygamber doğdu (herhalde) ve her yıl doğduğunu varsaydığımız o gün ve o güne doğru gidişat bir de $1 trilyondan daha büyük bir ekonomi doğurdu. Noel!

Noel bugün herhalde dünyanın en büyük ve önemli bayramlarından biri. Özellikle ABD ve İngiltere gibi büyük ekonomilerde yarattığı rakamlar dudak uçuklatıyor. 2018 yılında ABD’de bu rakam $1 trilyonu geçti. Amerikan hane halkı ortalama $1.536 harcadı. Bütün Avrupa’yı toplasanız ABD’nin Noel’e harcadığı paranın yarısına ulaşmıyor. Avrupa’da başı İngiltere çekiyor (neredeyse $200 milyar). İngiltere’yi Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya takip ediyor.

ABD’de hane halkının harcadığı $1.536’nın üçte ikisi eğlence ve yeme içmeye, üçte biri ise hediyelere, ağaçlara, çiçeklere ve tebrik kartlarına gidiyor. Rakamlar delirmiş durumda. Adam başı $200 Noel süslemelerine, $50 kartlara hracanıyor.

Amerikalılar geçen yıl $5 milyar harcayarak 50 milyon Noel ağacı satın aldılar (bunları yarısı yapma ama fiyatlar hemen hemen aynı). Yapma olanların çoğu Çin yapımı. Seneye ağaçsız kalmayacağız, çünkü ABD çiftliklerinde şu anda 350 milyon Noel ağacı büyütülüyor.

$1 trilyon harcanıyor ama zor harcanıyor. Bu miktarın %75’i tasarruflardan geliyor. %15 gibi bir miktar da ya eşten dosttan ya da bankalardan alınan borçlarla karşılanıyor. Amerikalıların %14’ü hediye alabilmek için bir şeyini satıyor.

Erkekler kadınlardan ortalama $100 daha fazla harcıyorlar. Ortalama $123 eş için harcanıyor ve burda da erkeklerin aldığı hediyeler daha pahalı. Nedense, insanlar her Noel kendileri için de $100 harcıyorlar. Kadınlar “gereksiz hayatım” diyorlar ama anketlerde yarısının mücevher istediği ortaya çıkıyor. …veee yarımız aldığımız hediyeyi beğendiğimize dair yalan söylüyoruz.

24 Aralık

2002: 8 aylık hamile Laci Peterson sabah evinden çıktı ve bir daha dönmedi. Bulunması için konulan ödül $500 bine çıkarıldı ama 4 ay sonra cesedi bulundu. Kocası şimdi idam bekliyor.

1975 doğumlu tipik bir California fıstığıydı. 19 yaşındayken batı sahilinin turistik sahil kasabası Morro Bay’in bir lokantasında Scott Peterson ile tanıştı. İlk hareketi yapan o oldu ve telefon numarasını verdi. Üç yıl flört edip evlendiler. Bir bar açıp para kazandılar. Barı 2000’de satıp Modesto’nun (California) iyi bir semtinde $177 bine bir ev alarak çocuk yapmaya karar verdiler.

Laci evde mutluydu. Scott’un da iyi bir işi ve maaşı vardı ama işte bu sıralar dışarda kırıştırmaya başladı. Bunlardan biri masaj terapisti Amber idi. Scott ona önce bekâr olduğunu, çıkmaya başladıktan sonra da (Laci’nin kayboluşundan 2 hafta önce) eşini kaybettiğini ve bu yıl ilk kez Bir Noel’i tek başına geçireceğini söyledi.

Scott okuldayken golfçüydü ve profesyonel olmak istiyordu ama sınıf arkadaşı Phil Mickelson (dünyanın en iyi golfçülerinden biri) olunca cesareti kırıldı, evlenince de bu hayalini tamamen terk etti.

24 Aralık akşamı Laci eve gelmeyince Scott kaynanasına haber verdi. Sonra polis aramaya başladı, sonra da olay televizyonlara konu oldu. Laci’nin uzuvları kesilmiş vücudu ve 8 aylık fetüsün cesedi 4 ay sonra Nisan ayında Scott’un hep balık tutmak için gittiği marinanın yakınlarında bulundu. Scott hemen tutuklandı. Arabasında $15 bin, 12 Viagra, bol giysi ve 4 cep telefonu çıktı. Meksika’ya tüymeyi plânlıyordu.

Duruşması 2004 Kasım’ında sonuçlandı. Scott hiçbir zaman suçu kabul etmedi ve Laci ve bebeğinin nasıl öldüğü de hiç tespit edilemedi ama idam cezası aldı. Birkaç yıl önce eşinin adına alınan $250 binlik hayat sigortası da Laci’nin kardeşine verildi. Scott hâlâ sırada, idam edilmeyi bekliyor. California’da 737 mahkum idamı bekliyor ama yasal pürüzler yüzünden orada 2006 yılından beri bir idam gerçekleşmedi.

1963: New York Hisse Senedi Borsası’nın yılbaşından bu yana gerçekleştirdiği işlem hacmi 1.124 milyar hisseye ulaşınca ta 1929’dan beri ayakta kalan rekor kırılmış oldu.

1851: ABD Kongre Kütüphanesi’nde çıkan yangında Thomas Jefferson’un kitaplarının üçte ikisi kül oldu.

Kongre Kütüphanesi, 1800 yılında Başkan John Adams’ın “kongreye gerekli kitapların” alınması için $5 bin (2020’nin $103 bini) tahsis edilmesini öngören yasayı onaylamasıyla kurulmuştu. Londra’dan sipariş edilen ilk kitaplar 1801’de gelmiş, kütüphanenin ilk evi olan Washington D.C.’deki Kongre Binası’na yerleştirilmişti. 1802’de tamamlanan ilk katalogda 964 kitap listeleneliyordu. 12 yıl sonra İngiliz ordusu başkente girip Kongre Binası’nı yakınca o zamana kadar birikmiş olan 3 bin cilt kül olmuştu.

Bunun üzerine (1815) Thomas Jefferson kendisine ait olan 6.487 cilt kitap ve gazete arşivini kongreye satmayı teklif etti ve $23.950’ye (2020’nin $405 bini) anlaştılar (o da bu parayla borçlarını ödedi). 1851’de çıkan ikinci yangın bu sefer biriken 55 bin kitabın üçte ikisini yok etti.

Jefferson deli gibi okuyan biriydi. Köleleri çoğu zaman Monticello’daki (evi) kütphanesinin yerine çömelmiş aynı anda 20 kitabı okuduğunu anlatırlardı.

İç Savaş’tan sonra Kongre Kütüphanesi fiilen ülkenin ulusal kütüphanesi haline geldi. Bugün dünyanın en büyüklerinden biri olan kütüphanenin Washington D.C.’deki üç devasa binasında 39 milyon kitapla birlikte haritalar, el yazmaları, fotoğraflar, filmler, baskılar, çizimler ve işitsel görsel video kayıtları bulunuyor.

23 Aralık

1997: ABD Tarım Bakanlığı bir çocuğu 18 yaşına kadar büyütmenin maliyetini $149.820 olarak hesapladığını açıkladı (2020’nin $243 bini). 3 çocuğa yılda $40k gerek. Bol çocuk yapın nasihatleri hesap makinesiyle beraber gelebilir…

. . . . .

1913: Ülkenin bankalarını denetlemek ve para arzını modüle etmek için Federal Rezerv Sisteminin oluşturulmasına izin veren Federal Rezerv Yasası, Başkan Woodrow Wilson tarafından imzalandı.

1888: Hollandalı ressam Vincent van Gogh, bir cinnet nöbeti sırasında kulağının alt kısmını usturayla kesti, sonra da paketleyip yakındaki bir randevu evinde bir fahişeye bıraktı. Güney Fransa’da bir yıl boyunca bir tımarhanede kaldı ve hayatının en önemli tablolarını orada yaptı. Yaptığı portrelerden biri de kulağını tedavi eden Dr. Felix Rey idi. Tabloyu hediye olarak alan doktor pek beğenmedi ve önce kümesinin tavanını örtmek için kullandı sonra da üç kuruşa başka bir sanatçıya sattı. Tablo bugün Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde ve değeri $50 milyon.

1867: ABD’nin ilk zenci kadın milyoneri olacak olan Sarah Breedlove Walker doğdu. Doğduğunda bir ablası vardı, sonra dört erkek kardeşi daha oldu. Aile o zaman Lousiana’daki bir beyaz çiftliğinde köleydi ama kendisi Başkan Abraham Lincoln’ün 1 Ocak 1863’te imzaladığı yasayla özgür olarak doğdu.

Yedi yaşındayken annesini, bir yol sonra da babasını kaybetti. Evlenen ablasının yanına taşındı. Sadece 3 ay okula gitti ve hizmetçilik yapmaya başladı. Kayınbiraderinin tacizlerinden kaçıp 14 yaşında evlendi, bir kızı oldu. Beş yıl sonra kocası öldü. Sonra iki kez daha evlenip ikisinden de boşandı.

1888’de çamaşırcılık yapıyor, günde $1 kazanıyordu. O zamanlar bütün zenci kadınların başına dert olan kepek sorunuyla uğraşıyordu. Evlerde akan su olmadığından hem saç temizliği bir sorundu hem de zenci kadınların kullandıkları ilkel saç bakım ürünleri kellikten cilt yaralarına kadar bir dizi sorun yaratıyordu.

Sarah zenci kadınlara yönelik saç bakım ürünleri işine girdi ve neredeyse bir imparatorluk yarattı. 1919’da öldü ama şirketinin artık yurt dışında bile satış örgütleri vardı. Öldüğünde servetinin $600 bin olduğu açıklandı (2019’un $9 milyonu). O zamanlar ortalama bir Amerikalının yıllık maaşı $750 idi (2019’un $11.150’si).

Sarah (artık ona Madam C. J. Walker deniliyordu) hem cömert bir hayırsever, hem siyasi ve sosyal bir aktivist idi ve zenci kadınların eğitimi ve iş sahibi olabilmeleri için çok uğraştı. Hakkında müzeler yapıldı, diziler çekildi, ismi birçok vakfa ve girişime verildi. Günümüzün Paris menşeli uluslararası kozmetik şirketi Sephora onun ismiyle koleksiyonlar pazarladı.

22 Aralık

2014: Panama Kanalı’na rakip olacak, New York – San Fransisco denizyolunu 1 gün (800 km.) kısaltacak ve Nikaragua ekonomisini ikiye katlayacak Nikaragua Kanalı’nın temeli atıldı.

Aslında ilk kanal araştırmaları ta 1550’lerde İspanyollar tarafından başlatıldı. 1825’te yeni kurulan Federal Orta Amerika Cumhuriyeti de bir kanal istedi ama ABD’den beklediği finansman bulamadı. 30 yıl sonra III. Napolyon da bir çalışma yaptırdı. Hemen akabinde ABD’li iş adamı Vanderbilt işi kaptı ama iç savaş yüzünden devamı gelmedi. ABD’nin hep ilgisi vardı ama sonunda Panama’ya karar kılıp Fransızlar’dan devraldılar. Panama Kanalı bittikten sonra da birçok girişim oldu ama hiçbiri meyve vermedi.

2012 Eylül’ünde Ortega hükümeti $50 milyarlık bu projeyi (Nikaragua GSYH’sinin 3 misli)  finanse edip 50 yıl işletmesi için Çinli milyarder Wang Jing’in bu iş için kurduğu Hong Kong Nikaragua Kanal İnşaatı Grubu (HKND) ile bir anlaşma imzaladı ve 2014’te temel atıldı.

2016’ya gelindiğinde daha bir çivi bile çakılmamıştı. Serveti bir ara $10 milyarın üzerinde olan Wang Jing bu süreçte çöken Çin piyasası yüzünden battı ($9 milyar kaybetti). Wang Nisan 2018’de HKND’yi kapattı ve kayıplara karıştı. Böylece 278 km. uzunluğunda, 30 m. derinliğinde ve 500 m. genişliğinde plânlanan ve her süper tankerin geçişine müsait olacak kanal fikri de yine buhar oldu.

Aslında HKND ile yapılan sözleşme ilerleme olmazsa 2019 Haziran’ında fesih olacaktı. HKND yok oldu gitti ama hükümetten konu hakkında hâlâ çıt yok. İyi de oldu. Kanal 1 milyon dönümlük yağmur ormanını yok edecek, köylülerin sahip olduğu toprakları ele geçirecek ve ülkenin içme suyunu sağlayan Nikaragua Gölü’nü kirletecekti. Film bitmedi. Nüfusunun dörtte biri fukaralık sınırının altında yaşayan ülke doğayı mahvetme bedeliyle de olsa kanalı istiyor.

. . . . .

2008: ABD vergi mükelleflerinin paralarıyla global finansal krizin pençesinden kurtarılan 116 bankanın 2007’de üst yönetimlerine $1,6 milyar maaş, prim ve ikramiye dağıttıkları ortaya çıktı.

. . . . .

1999: Egebank, Yaşarbank, Yurtbank, Sümerbank ve Esbank’a el kondu.

1882: Bir noel ağacı ilk kez ampullerle donatıldı. Edward H. Johnson, evinin noel ağacına birbirine bağlanmış 80 kırmızı, beyaz ve mavi elektrikli akkor ampul yerleştirdi. Johnson, Thomas Edison’un ortağıydı ve Edison Electric Light Company’de başkan yardımcılığı yapıyordu. O zamanlar elektrik ampulleri ortalama gelirliler için çok pahalıydı ve 1930’lara kadar mumlarının yerini almaya başlamadı. 1900’lerin başında, Noel sezonu için ışıklar $12’a kiralanabiliyordu (bugünün parasıyla $400 eder).

Ne var ki, bu fahiş meblağ bile açgözlülere yetmedi. 2017 yılında yine aynı gün (22 Aralık), Belgrad’da bir hükümet ofisinin plastik bir noel ağacına $98 bin ödediği ortaya çıktı.

21 Aralık

1991: Dünyanın en zengin piyangolarından biri olan İspanyol “El Gordo”nun 5 numarasını da tutturanlar $1,3 milyarlık büyük ödülü kazandıklarını görüp şoka girdikten hemen sonra bu ödülü 95 kişiyle paylaşacaklarını öğrendiler.

“El Gordo”’da tam ve bölünmüş biletler var ama bizdeki gibi tam dörde değil ona bölünüyor (“decimo”) ve farklı seri numaralarıyla büyük ödül bu sayıda insana dağılabiliyor. Noel öncesi yapılan bu çekilişte kazanan 95 kişi adam başı $2,7 milyon aldılar. Kral Juan Carlos bile $136 kazandı. Tam biletlerin $270’e satıldığı çekilişte Bausen kasabasının eski belediye başkanı (bu Noel’de bir kayak merkezinde arabaları park ediyordu) $1 milyon kazandı. 1991’de İspanya’nın nüfusu 39 milyondu. Vatandaşlar o çekilişe adam başı $48 harcadılar.

O zamanlar kazançlar vergiye tabi değildi, çünkü devlet hasılattan zaten %30 alıyordu. Artık €2.500’ün üzeri kazançlar %20 vergiye tabi. Devlet bu işten yılda €1,3 milyar kazanıyor. Tam bilet fiyatı $200 olduğu için herkes “decimo” alıyor (onda birlik).

Bu yıl 170 milyon bilet satıldı. €3,4 milyar dağıtılacak (%70’i €2,38 milyar). Büyük ödül  €4 milyon. İspanyol piyangoso 1818’den beri çekiliyor, turisteler de bilet alabilir. Hatta internetten de (biraz daha pahalıya) alabilirsiniz (yalnız bazı siteler çakma).

“El Gordo” şişman demek. Ödül büyük olduğu için. Ancak, İspanya’da sadece bu Noel çekilişine değil, çoğu çekiliş için de aynı lâkap kullanılıyor. Orada da amorti var ve aynı bizdeki gibi orada da milletin önünde uzun kuyruklar oluşturduğu Nimet Abla büfeleri var.

1988: Zamanın dev yatırım bankası Drexel Burnham Lambert sermaye piyasası yasalarını çiğnemekten suçlandığı mahkemenin kararına dakikalar kala $650 milyon ceza ödemeye razı oldu.

Drexel o zamanlar 2020’nin parasıyla yılda $1 milyar kâr ederken yıldız trader’ı Michael Milken’in cebine de yılda $500 milyon giriyordu. Micahel Milken finans tarihine “çürük tahvil kralı” olarak geçti. O garip eğreti peruğunun altındaki kafası müthiş çalışıyordu.

Önce getiri arayan piyasanın gözden düşmüş şirketlerin riskli ama yüksek getirili tahvillerine olan iştahının patlayacağını gördü, sonra da 1980’lerin o müthiş borçla şirket satın alma furyasını başlattı. Şirketine ve müşterilerine muazzam paralar kazandırıken sermaye piyasası yasalarının da piyasanın serbestçe işlemesini engellediğini savundu. Fazla büyüdü, fazla kibirlendi ve içerden öğrenenlerin ticaretinden başlayıp daha bir dizi yasayı çiğnemeyi kendine hak gördü. Yakalandı tabi. 10 yıl hapis ve $600 milyon cezayı yedi. Sermaye piyasalarından da ömür boyu men edildi.

22 ay yattıktan sonra iyi halden çıktı ve ama yatırım danışmanlığı yapmaya başladı. Yine sermaye piyasalarına bulaştığı için $42 milyon ceza daha ödeyip bu işi bıraktı (önemli değil, bankada $3,7 milyarı var).

Olan Drexel’e oldu. ABD’de 60 yıl boyunca yapılmamış bir şey yapıldı ve Federal Reserve New York Başkanı ve SEC (ABD’nin SPK’sı) Başkanı tarafından 1990 yılında iflâsa başvurmaya zorlandı ve yok oldu gitti.

. . . . .

1988: Pan Am 103 Lockerbie (İskoçya) üzerinde bir terörist bombasıyla düşürüldü. Boeing 747’deki 259 kişiyle birlikte yerde de 11 kişi hayatını kaybetti. Libya’da saklandıkları düşünülen iki Libyalı ajan, al-Megrahi ve Fahimah 1991 yılında suçlandılar. 1999’da yargılanmak üzere Hollanda’ya gönderilen ajanlar İsveç’te hapiste bulunana Filistinli terörist Ebu Talb’ı suçladılar. 2000 yılında Ahmed Behbahi (32), Türkiye’deki bir mülteci kampından 60 Dakika program muhabirine Pan Am operasyonunu kendisinin önerdiğini ve 1996’da Suudi Arabistan’daki Khobar Kuleleri’nin bombalanmasını koordine ettiğini söyledi. Ayrıca 1994 yılında Arjantin’de 86 kişinin ölümüne neden olan bombalı saldırının arkasında İran’ın olduğunu iddia etti. Daha sonra CIA ve FBI Behbahani’nin bir sahtekâr olduğunu söyledi. 2001’de bir İskoç mahkemesi, al-Megrahi’yi cinayetten suçlu buldu, Fahimah beraat etti. 2003 yılında Libya, öldürülen 270 kişinin aileleri için $2,7 milyarlık bir fon oluşturdu. Al-Megrahi, prostat kanseri teşhisi konulduktan sonra 2009 yılında serbest bırakıldı, daha sonra Trablus’ta öldü.

1975: Suudi Petrol Bakanı Zeki Yamani ve diğer OPEC petrol bakanları, Viyana’da düzenlenen konferanslarında rehin alındı. Bakan olmayan 3 kişinin öldürüldüğü saldırı, Gabriele Kröcher-Tiedemann ve Hans-Joachim Klein’ın da aralarında bulunduğu Venezüellalı terörist Çakal Carlos liderliğindeki 6 kişilik bir ekip tarafından gerçekleştirildi. Kendilerine “Arap Devrimi’nin Kolu” ismini veren grup Filistin’in kurtuluşu çağrısında bulundu. Carlos, konferansı zorla ele geçirmeyi ve idam edilecek olan Yamani ve Amuzagar (İran bakanı) dışında katılan 11 petrol bakanını fidye için tutmayı planlamıştı.

Carlos, ekibi ve baştaki 63 rehinenin 42’si için otobüs ve uçak seyahati ayarladı. Cezayir ve Trablus’ta durduktan sonra Yamani ve Amuzegar’ın öldürüleceği Bağdat’a uçacaktı. Amuzegar hariç, 30 Arap olmayan rehine Cezayir’de serbest bırakıldı. Cezayir’e dönmeden önce Trablus’taki başka bir durakta bazı rehineler serbest bırakıldı. Elinde 10 rehine kalan Carlos, Cezayir Devlet Başkanı Boumédienne ile bir telefon görüşmesi yaptı. Boumédienne ona bakanlar öldürülürse uçağa bir saldırı yapılacağını söyledi. Büyük bir olasılıkla, ona sığınma hakkı ve para da teklif etti. Carlos, Yamani ve Amuzegar’ı öldüremediği için üzüntüsünü dile getirdi ve ardından arkadaşlarıyla birlikte uçağı terk etti. Kalan rehineler de uçaktan çıktılar.

Saldırıdan bir süre sonra, Carlos’un suç ortakları operasyonun komutasının Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin kurucusu Wadie Haddad tarafından yapıldığını açıkladı. Ayrıca fikrin ve finansmanın, yaygın olarak Libya’nın Muammer Kaddafi olduğu düşünülen bir Arap cumhurbaşkanından geldiğini iddia ettiler. Diğer militanlar Bassam Abu Sharif ve Klein, Carlos’un “bir Arap cumhurbaşkanından” $20-$50 milyon arasında bir fidye aldığını iddia ettiler. Carlos ise, Suudi Arabistan’ın İran adına fidye ödediğini, ancak paranın “yolda yönlendirildiğini ve Arap Devrimi’nin Kolu grubu tarafından yok edildiğini” söyledi.

20 Aralık

1999: Juno Online Services, Inc., internet yatırımcılarına hisselerini sevdirmenin harika bir yolunu buldu ve bilerek zaten hâlihazırda kaybettiğinden daha da fazla para kaybedeceğini duyurdu (tüm perakende hizmetlerini ücretsiz olarak sunacağını bildirdi). E-posta ücretsiz, internet erişimi ücretsiz, barınıdrma hizmeti ücretsiz. Üstelik, takip eden yıl reklamlara milyonlarca dolar harcayacağını söyledi. Bu şahane kurumsal hara-kiri örneğinden hemen sonra hisse fiyatı iki gün içinde $16,38’den $66,75’e fırladı. Tam bir yıl sonra da kendini $1,09’da buldu. Daha sonrada başka bir şirketle birleşip borsa kotundan çıktı.

1994: Meksika parasını devalüe etti ve pezoyu serbest dalgalanmaya bıraktı. O gün dünyanın tüm gelişmekte olan ülke hisse ve tahvil piyasaları çöktü. ABD bankaları da o ülkelere verdikleri kredilerin geri dönmeyeceği endişeleri ile değerlerinden %2 kaybettiler. Takip eden 6 hafta içinde pezo %40 değer kaybetti ve Meksika ekonomisi darmadağın oldu.

Aynı yıl bizde de durum farklı değildi. O zaman henüz nasonomicsimiz yoktu ama her sabah insanlar kuru görüp birbirlerine “nasssıl hissediyorsun?” diye soruyordu….

1820: Missouri (ABD) eyaleti 21 ilâ 50 yaş arasındaki evlenmemiş erkeklere “bekârlık vergisi” getirdi. Hâlâ geçerli, ama hemen nikâh memuruna koşmanıza gerek yok, çünkü sadece yılda $1.

Erkeklere uygulanan bekârlık vergisi tarihin çeşitli evrelerinde, çeşitli coğrafyalarda ortaya çıktı ve çeşitli nedenleri oldu. Bunlar bekârlığı ahlâki bir sorun olarak görmek, bekârların suça evlilerden daha fazla karıştığını öne sürmek, ulusalcılık, ırkçılık, nazilik, ve elbette kamu finansmanı gibi nedenlerdi.

İlk bekârlık vergisini MS 9 yılında eski Roma’da gördük (Lex Papia Poppea). Vergi bekâr rahibeler dışında bekâr olan herkese uygulandı. Üstelik, 25-60 yaş arasındaki evli erkekler ve 25-50 yaş arasındaki evli kadınlara çocuksuzluk cezası da kesildi (qui liberos non habent). Amaç zinayı önlemekti. Evet, bizim ahlâkımızı bizden daha iyi koruyacağını düşünenler o zamandan beri var.

Bekârlık vergisi (resm-i mücerred) Osmanlı’da da vardı (15. yüzyıl), ama Türk usulü elbette. Sadece toprak ve mülk sahibi olmayan evlenmemiş fukaradan alınıyordu (toprak sahipleri resm-i çift ve resm-i bennak ödüyorlardı) ve bol bol muafiyet vardı. Bu vergiler yılda bir kez tımar sahibi sipahiye ya da iltizama (vergi aracılarına) ödeniyordu.

Bekârlık vergisini İngilizler 1695’te savaşları finanse etmek, Güney Afrika beyaz nüfusu artırmak, Mussolini ırkçı emelleri için, Polonya, Rusya ve Romanya nüfuz azalışını durdurmak için kullandılar.

Dünya garip vergilerden hiç eksik kalmadı. Mısır’ın yemek yağı vergisi, Roma’nın sidik vergisi, Rusya’nın sakal vergisi, Kral 1. Henry’nin askere gitmeme vergisi (şimdi bizde de var), İngiltere’nin pencere (sayısı), Arkansas’ın piercing vergisi hâlâ akıllarda.  Para lâzımsa maliyeye duyurulur, yaratıcı olmanın bin yolu var.

Yine de en merhametlisi New Mexico maliyesiymiş. Orada 100 yaşını geçerseniz vergiden muafsınız. Yaşasın!

19 Aralık

19 Aralık, Wall Street brokerlerinden Libor skandalına, Parmalat’ın batışından para aklamaya, bir dizi olayla küresel finans piyasalarının güçlü ve saygın isimlerinin nasıl iş yaptıklarını müşterilerinin anlaması için iyi bir gün oldu.

2002: Citigroup, Goldman Sachs, Credit Suisse First Boston, J.P. Morgan Chase, Bear Stearns, Morgan Stanley, Lehman Brothers, Deutsche Bank, UBS Warburg ve Merrill Lynch’ten oluşan 10 aracılık kurumu yanıltıcı yatırım tavsiyesi verdikleri için $1,44 milyar ceza ödemeyi kabul ettiler. Hepsi cezayı kabul etti ama hiçbiri suçu ne itiraf ne de inkâr etti.

2003: İtalyan gıda devi Parmalat birdenbire $4,9 milyar zarara geçtiğini açıkladı. 30 ülkede 36 bin kişiye istihdam sağlayan şirket kısa bir süre sonra da $3,6 milyarlık tahvilinin ödemesini yapamadı. Bank of America’daki hesaplarında olması gereken $4 milyarın aslında olmadığı anlaşıldı. Maliyeye gönderilen banka antetlisinin sahte olduğu ortaya çıktı. 15 yıl boyunca yapılan muhasebe düzenbazlıklarını bağımsız denetçiler de farketmedi (ya da farketmek istemedi) ve şirket $14,3 milyar (gösterdiklerinin 8 misli) borçla battı. Bir ara $1,8 milyara ulaşan piyasa değeri buhar oldu.

2005: Amerikan federal yetkilileri Hollanda bankası ABN Amro Holding NV’ye para aklama yasalarını çiğnediği ve İran ve Libya’ya uygulanan yaptırımları çiğnediği gerekçesi ile $80 milyon ceza kesti. Bankanın neredeyse 10 yıl boyunca Dubai ofisi üzerinden bu işi götürdüğü ortaya çıktı.

2012: İsviçre’nin UBS Bankası’na LIBOR oranlarını manipüle ettiği için $1,5 milyar ceza geldi. Daha sonra diğer bankalar da ceza aldılar. Hangileri mi? Saymaya gerek yok. Bildiğiniz ne kadar uluslararası büyük, güçlü, saygın (?) isim varsa hepsi. Libor piyasası dünyada neredeyse $500 trilyonluk finansal işlemin kaderini çiziyor ama bu kader birkaç bankanın elinde. Oranlar güya arz taleple ve serbestçe belirleniyor ama öyle değil. Olay patladığında Barclays Bankası işlemcisinin şu tapesi ortaya çıktı: “Selam beyler. Liborda büyük pozisyonumuz var. Fiksingi önümüzdeki 3 gün 5.39’da tutabilir miyiz lütfen. Daha yüksek fikslemeyin”.

1966: Tasarımını İngiliz Reliant firmasının yaptığı ve Ford’dan tedarik edilen şase ve motorların kullanıldığı Anadol, Koç Holding’e bağlı Ford Otosan’ın İstanbul’daki fabrikasında üretilmeye başladı. Bir yıl sonra başlayan satışlarda peşin fiyatı 26.800 TL idi.

Takriben o zamanın $3.000’ine tekabül eden bu fiyat, o yıllarda İngiltere ve Amerika’da üretilen arabaların fiyatlarından pek farklı değildi ama yine de bir Volkswagen tosbağa o gün yarı fiyatına satılıyordu.

İsim için açılan yarışmada Anadolu, Anadol ve Koç finale kalmıştı. Amblem için de Hititlilerin geyik heykellerinden biri kullanıldı.Üretim 1984’e kadar devam etti. Bütün dünyada bu teknoloji kullanılıyordu ama, fiberglas kaporta öküz, keçi resimli mizaha bol bol konu oldu.

18 Aralık

1922: Denver Darphanesi’nin ön kapısına gelen siyah Buick’teki 5 silahlı kişi Federal Reserve’in zırhlı kamyonuna yüklenmekte olan $200 bini (2020’nin $3 milyonu) kapıp toz oldular.

Bir buçuk dakika süren çatışmada bir muhafız ölürken hırsızlardan biri de yaralandı. O daha sonra kaçan arabada öldü. Polis 3 hafta sonra arabayı içindeki cesetle birlikte Denver’da bir garajda buldu. Daha sonra belirlenen bir zuladan da $80 bini kurtardılar.

12 yıl boyunca ne paranın gerisi ne de hırsızlar bulunamadı. Onca zaman sonra polis ilgili beş erkek ve iki kadının kimliklerini belirledi. Bunların beşi zaten o zamana kadar ölmüştü. Hayattaki diğer iki şüpheli de tamamen farklı suçlardan dolayı hapisteydiler. Hırsızlıkla ilgili hiç kimseye yasal bir suçlama yapılmadı ve dosya 1934 yılında kapatıldı.

1737: Dünyanın en ünlü keman yapımcısı Antonio Stradivari öldü. Dünyanın en pahalı Stradivarius kemanı 2011 yılında £10 milyona satıldı.

Sanki başka keman yapımcılarını biliyoruz da Stradivari’ye “dünyanın en ünlüsü” diyoruz. Antonius Stradivarius (Latincesi) ile İtalya’nın Cremona kentinde doğup (herhalde 1644) 93 yıl yaşayan (17. yüzyıl için hayli uzun bir yaşam) Antonio Stradivari aynı kişi. İki kez evlendi, 10 çocuk yaptı ve ömrü boyunca keman yaptı. İtalyanca keman sözcüğü (violino) ortaçağ Latincesinin yaylı çalgı anlamına gelen “vitula”sından geliyor. İlk kemanı Medici ailesi zamanın en önemli keman yapımcısı Amati’lere sipariş etti (zaten akrabaydılar). Stradivari de işe Amati’lerde çırak olarak başladı.

1.116 adet telli çalgı yaptı. Bunların 960 tanesi kemandı (diğerleri mandolin, gitar, arp, viyola, çello). Bugün (2019) nerede, kimde olduğu bilinen sadece 244 Stradivarius keman var. Herhalde onun için için çok pahalılar. Bugüne dek (2019) satılan en pahalı Stradivarius, 1820’lerde bizden nefret ettiği ve Yunan kültürünü romantik bulduğu için onların Osmanlı’ya karşı savaştığı özgürlük mücadelesine katılıp, sonra fazla romantik ve biraz da eşcinsel olduğu için Rumları da maganda bulup mutsuzluk ve hastalıktan ölen Lord Byron’ın torununun torununa ait olan “Lady Blunt” isimli keman (1721 yapımı) oldu.

“Lady Blunt”, dünyanın tek internet bazlı telli çalgılar müzayede evi Tarisio’nun 2011 yılında düzenlediği müzayedede £10 milyona satıldı. Kemanın o zamanki sahibi Nippon Müzik Vakfı’ydı. Onun için hasılat, o yıl Japonya’da meydana gelen 9 büyüklüğündeki (40 m. boyunda tsunami dalgaları yaratan Japonya’nın en büyük, dünyanın kayda geçen dördüncü büyük depremi) Tōhoku depremzedelerine gitti.

Bugün (2019) bilinen en pahalı Stradivarius, Oxford Ashmolean Müzesi’nde sergilenen “Mesih” isimli keman. Hâlâ yeni gibi olduğu için $20 milyon değer biçiliyor.

Kemanı yapması da çalması da zor. Yaparken 70 farklı tahta parçası yan yana getiriliyor. Çalarken de yoruluyorsunuz. Kilo kaybetmek için spor salonuna gitmek yerine keman çalabilirsiniz. Çalarken saatte 175 kalori harcarsınız (bir bardak şarap). Hayat kısa. İçin, çalın, oynayın…

17 Aralık

2013: $4,5 milyon ayağa düştü. Türkiye finans literatür ve tarihine yeni bir terminoloji girdi: “ayakkabı kutusu”.

1910: San Francisco’da kaldırımlara tüküren 25 kişi tutuklandı. Özgürlüklerini yeniden kazanmaları 5’er dolarlarına mal oldu. O günün $5’i, bugünün $145,50’si eder. Bu cezayı bizim memlekette uygulasak yılda $1,5 milyar toplanır. Bir tek süper lig maçında sadece yeşil sahada olanlara uygulansa kasaya $16 bin girer.

. . . . .

1900: Gezegenler arası iletişim kurabilecek ilk kişiye verilmek üzere 100 bin franklık Pierre Guzman Ödülü açıklandı. Çok kolay görüldüğü için Mars ödüle dahil edilmedi.

Her 5 yılda bir verilecek olan ödül varlıklı Guzman ailesi tarafından, Marc Guzman’ın eşi Anne Emilie Clara Gouget’in 1891’de ölümünden sonra açıklanan vasiyetiyle hayata geçirildi ve oğullarının ismini aldı. Pierre Guzman ödülünde bahsedilen iletişim aynı zamanda yanıt alınmasını da gerektiriyordu ve 1666 yılında (72 yıl tahtta kalan) “Güneş Kralı” XIV. Louis tarafından kurulan Fransız Bilimler Akademisi tarafından verilecekti.

Pierre zamanın ünlü gökbilimcisi Camille Flammarion’un yazdığı Mars Gezegeni ve Orada Yaşam Koşulları isimli kitabından çok etkilenmişti ve orada yaşam olduğundan çok emindi. Zaten bir diğer İtalyan gökbilimci Giovanni Schiaparelli daha önce Mars’ın yüzeyindeki “canali” (kanallar) keşfettiğini açıklamıştı. İtalyanca’da “canali” özüne doğal olarak oluşan kanalları ifade eder. Ne var ki, zamanın gökbilimcileri bu sözcüğü insan yapımı kanallar olarak algıladı. Bu yüzden, yüzyıl biterken hemen herkes Mars’ta yaşam olduğundan emindi. Bu da Mars’la iletişimini kolayca yapılabileceği izlemini yarattı ve ödüle dahil edilmedi.

İlk Pierre Guzman Ödülü 1905 yılında 6 küçük gezegen (asteroit) bulan Fransız gökbilimci Henri Joseph Anastase Perrotin’e verildi (sonra Mars’ın yüzeyindeki kraterlerden birine onun ismi verildi).

1937 yılında, Yugoslav ve Çekoslovak elçilerden ödül aldığı 81. doğumgünü resepsiyonunda Nikola Tesla, kilosu sadece 50 cent’e sonsuz miktarlarda radyum üretebileceğini ve bu enerjiyi yıldızlararası aktararak uzayla iletişime geçilebileceğini açıklayarak Pierre Guzman Ödülü’nü kendisinin hakettiğini söyledi ama alamadı.

Ödül 1969 yılında Apollo 11 astronotlarına gitti. Herhalde uzayda birbirleriyle konuştukları için…

16 Aralık

1998: CIBC Oppenheimer analisti Henry Blodget, “tüm internet hisselerinde olduğu gibi, bir değerleme bilimden çok sanattır” diyerek Amazon için fiyat hedefini bir nefeste $150’den $400’e yükseltti. Amazon o gün %19 yükseldi, 3 hafta sonra da gerçekten $400’e gitti. Bu müthiş kehanetin ardından Merrill Lynch, Blodget’i hemen işe aldı. Ne var ki, 2000 yılına gelindiğinde Amazon değerinin yarısını kaybetmiş olacaktı. Buna rağmen Blodget müşterilerine sattırmadı, ama ta ki 2001 sonlarında hisse fiyatı $10’un altına düşene dek (fiyatlar bölünmelere göre ayarlanmadan öncedir.)

. . . . .

1990: Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı tablosu (1906) rekor fiyatla Erol Aksoy’a satıldı: 1 milyar 750 milyon lira (o günün kuruyla $614 bin).

Tablo, 1961’deki ölümüne kadar zengin bir iş adamı olan Saim Birkök’e aitti. Aile bireyleri arasında uzun ve can sıkıcı bir miras anlaşmazlığı sonucunda İstanbul Resim ve Heykel müzesinin emanetine geçmişti. Erol Aksoy satın aldıktan sonra uzun süre İktisat Bankası koleksiyonunda kalan tablo TMSF’nin Erol Aksoy’un varlıklarına İktisat Bankası kaynaklı borçları sebebiyle el koymasıyla devlete geçti ve Aralık 2004’te 1,95 trilyon lira muhammen bedelle açık arttırmaya çıkarıldı. Pera Müzesi ile İstanbul Modern’in ateşli rekabeti ile geçen açık artırma sonucunda Pera Müzesi resmi, Türk resim sanatında bir esere verilen en yüksek fiyat olan 5 trilyon lira (yaklaşık $3,5 milyon) karşılığında satın aldı. Tablo şimdi orada sergileniyor.

Tablonun bir de 1907 versiyonu var. Daha önce İstanbullu Levanten bir aileye ait olan bu version, 1984 – 1986 yılları arasında Londra’daki bir müzayedede Erol Simavi tarafından $100 bin karşılığında satın alındı ve halen Belma Simavi koleksiyonunda bulunuyor.

1727: Matbaanın Çin’de icat edilişinden 1.134, Gutenberg’den 277 yıl sonra İbrahim Müteferrika ilk Türk matbaasını kurdu ve ilk Türkçe kitap Vankûlî Lügati 31 Ocak 1729’da basıldı.

Aslında İstanbul’da ilk matbaa İspanya’dan kovulup gelen Yahudiler tarafından 1493 yılında kuruldu. Bunu yine İstanbul’da, Halep’te, Selanik’te, Edirne’de kurulan diğerleri izledi. Kuranlar hep Yahudi, Rum ya da Ermeni idi. İlk Türk matbaasının bu kadar gecikmesinin arkasında Osmanlı devlet politikası yoktu ama şeriat, ulema, loncalar, sermaye sıkıntısı, azınlıklar arasındaki siyasi çekişmeler, bunların bastıkları her eserin dinî içerikli olması, batıya karşı önyargılar ve dönemin tüm diğer koşulları rol oynadı.

Sonunda Damat İbrahim Paşa tarafından 1720 yılında Fransa’ya elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin yanında götürdüğü oğlu Mehmed Said Efendi Avrupa’da şahit olduğu birçok yeniliği Osmanlı’ya getirme çabalarının içinde bu fikri de yeşertti. İstanbul’a döndüğünde İbrahim Müteferrika ile tanışarak beraberce Nevşehirli Damat İbrahim Paşa desteği ile (tek şart dinî olmayan eserler basılmasıyd) bir matbaa kurmak için çalışmalara başladılar.

İbrahim Müteferrika’ya Padişah III. Ahmed’in fermanı ve Şeyhülislâm Yeni­şehirli Abdullah Efendi’nin (müftü) fetvasıyla, ilk Türk matbaa­sını kurma izni verildi. O da kendi evinin alt katında “Dârü’t-Tıbaatü’l-Âmire” adıyla ilk Türk mat­baasını kurdu. İbrahim Müteferrika Macaristan’da doğdu (orası şimdi Romanya’nın Cluj kenti), Osmanlı’ya karşı savaşırken esir düşüp İstanbul’da köle olarak satıldı ve sonra Müslüman oldu. İşte bizim Müslüman Macar bir yıl sonra bu kez Vanlı Mehmed Efendi’nin sözlüğünü (Lugat-ı Vankulı) basarak ilk Türk matbaasının ilk Türkçe kitabına imza attı.

1685: Sömürgeci İngiliz valinin emriyle, domuzlar ve kızılderililere karşı yapılmış olan aşağı Manhattan’daki duvar boyunca 10m. genişliğinde taş topraktan bir yol yapıldı. İsmi de elbette Duvar Caddesi (Wall Street) oldu. O duvar kızılderilileri dışarda tutmakta başarılı oldu ama 335 yıldır domuzlar serbestçe girip çıkıyor.

15 Aralık

2008: 8 yıllık evlilikten sonra Madonna’yla Guy Ritchie boşanma koşullarında anlaştılar. Hep kadınlar alacak değil ya. Bu sefer Ritchie anlaşmadan £60 milyon daha zengin ayrıldı.

Onlar pek açık etmediler ama magazin basını bu rakamın içinde Londra’da sahip oldukları bir pub ve kırsaldaki £20 milyonluk malikâne de var diyor. Rakamlar büyük. İkisinin toplam varlıkları $1 milyarı buluyor (bunun $150 milyonu fakir adamcağızın).

Evliyken bir erkek çocukları oldu, bir tane de Malavi’den evlat edinmişlerdi. Madonna’nın daha önce bir fitness hocasından da bir kızı olmuştu. Daha sonra 3 evlat daha edindi (toplam 6). Guy Ritchie de sonra tekrar evlenip 3 çocuk daha yaptı. 61 yaşındaki Madonna şimdi 25 yaşındaki yardımcı dansçı Ahlamalik’le beraber.

Buraya gelseler hemen alırız. Ne de olsa “bol çocuk = ekonomik büyüme” teorisinin mucidiyiz.

. . . . .

1989: Amsterdam’dan Tokyo’ya gitmekte olan KLM 867 uçuş sayılı Boeing 747 Alaska’nın bir gün önce patlayan Redoubt dağının kül dumanına girince dört motor da sustu ve 14.000 ft. daldı ama kurtuldu.

Uçak daha 6 aylıktı ve 14 yolcuyu Anchorage havalimanına bırakıp, yakıt ikmali yaparak yoluna devam edecekti. Kentin 75 mil kuzeydoğusunda 39 bin feet’teyken alçalmaya başladı. 25 bin feet’teyken pilot önüne çıkan kesif kara bulutların kül olduğunun fakına varmayıp içine dalınca uçağın içi siyah duman doldu. 15 saniyede kül bulutun içinde erimekte olan cam parçacıkları motorlardaki hava akımını tıkadı ve dört motor da sustu.

Pilotlar motorları yeniden çalıştırmaya uğraşırken yolcular kustu, panikledi, bayılanlar oldu. Kokpit göstergeleri deli gibi yanıp sönerken uçak yüksek karlı tepelerin ve buzulların arasında 14 bin feet’lik bir dalışa geçti. 12 dakika süren dalıştan sonra 2 motor çalıştı ve pilotlar kontrolü ele geçirdiler. 15 dk. sonra diğer ikisi de çalıştı ve uçak 231 yolcu ve 13 mürettebatıyla sağ sağlam iniş yapabildi. Yapabildi ama bu olay KLM’e $80 milyona (2019’un $166 milyonu) patladı, dört motor da değişti. Uçak kargosunda 25 Afrika kuşu, 2 misk kedisi ve 25 kaplumbağa taşıyordu (kaçak). 8 kuş ve 3 kaplumbağa öldü.

KLM 867’nin 15 dk. arkasında bir Kore Havayolları uçağı geliyordu. Zamanında uyarıldı ve bulutların içine girmedi. Bu olaydan 7 yıl önce de bu kez bir İngiliz Havayolları 747’si Endonezya üstünde volkan bulutuna girip 4 motorunu kaybetmişti. Pilotun yolcular anansu şöyleydi: “Küçük bir sorunumuz var. 4 motor da sustu. Çalıştırmaya çalışıyoruz. Umarım çok endişelenmezsiniz.”.

Endişelenmeyin. Sivil havacılık tarihinde 79 volkan bulutu olayı oldu. 26’sında uçak sıkı zarar gördü. 9’unda motorlar sustu. Hiçbiri düşmedi, hiçbirinde hayat kaybı olmadı.

1972: Önde gelen borsa haber bültenlerinden biri olan Stock Service Digest, “tanınmış borsa danışmanlarının” %84’ünün iyimser olduğunu ve alım tavsiyesi verdiğini yazdı. Halbuki, Dow Jones Sanayi Endeksi o günkü değeri olan 1.027,14’ü takip eden 10 yıl süresince (20 Ekim 1982’ye kadar) bir daha geçemeyecekti.

1936: 19.209 kişi kapasiteli Ankara 19 Mayıs Stadyumu açıldı. Stadyum ve Ankara Hipodromu’nun ihalesi 1.369.762 TL muhammen bedel üzerinden 16 Nisan 1934’te yapılmıştı. Stadyumun mimarı, BJK İnönü Stadyumu ve İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nı da tasarlayan İtalyan Paolo Viette-Violi idi. Stadyum, 82 yıl sonra, 4 Ağustos 2018’de yıkıldı. Şimdi orada 50 bin kişilik Yeni Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nun devam eden inşaatı var.

14 Aralık

2018: “Sır Santa II” (Noel Baba) Kansas City sokaklarında, ikinci el mal satan ucuz dükkanlarda, aşevlerinde ve evsizlerin kaldığı barınaklarda $100’ler dağıtmaya başladı.

Aslında özgün “Sır Santa” Larry Stewart isimli bir hayırseverdi ve bu işi 1979’dan 2006’ya kadar tam 27 yıl devam ettirdi. Larry fakir doğdu ve 23 yaşında (1971) ve beş parasızken ona bir hayırsever lokanta sahibi kahvaltı ısmarladı. 1979 Noel’inden hemen önce işinden kovuldu ve arabalara servis yapan bir lokantada yaralarını sararken yırtık pırtık elbisesiyle soğukta donarak servis yapan bir garson kızı görünce “benimki de sorun mu, o burada üç kuruş için donuyor” diye düşündü. Çıkarıp $20 verince kız sevinçten gözyaşlarına boğuldu ve “bunun benim için ne kadar önemli olduğunu anlayamazsın bile” diyerek teşekkür etti.

Larry sonra kablolu televizyon işinden zengin oldu ve kimliğini gizli tutarak her Noel öncesinde sokağa çıkıp ihtiyacı olan insanlar olarak gözüne kestirdiklerine $100’lık banknotlar dağıtmaya başladı ve 2006 yılında boğaz kanseri teşhisi konana dek bu yardımlarına devam etti.

Sonra özel bir dedektif tutup ve 1971 yılında ona kahvaltı ısmarlayan lokanta sahibini bularak ona $10 bin hediye etti. Bunla da yetinmeyip bir internet sitesi kurarar kendisi gibi yeni “Sır Santa”lar yetiştirmeye başladı. Siteyi ziyaret eden bir hayırsever ona dağıtması için $20 bin göndermeyi teklif etti ama Larry “Olmaz, gel sen dağıt” dedi. İşte o adam “Sır Santa II” idi. Noellerde para dağıtmaya ve yeni “Sır Santa”lar yetiştirmeye devam ediyor.

Herkese yardım edemeyiz, ama herkes birine yardım edebilir (bunu Ronald Reagan demişti).

. . . . .

2002: LinkedIn kuruldu. 2007’ye kadar kâr etmedi. 2011’de halka açılıp $353 milyon topladı ama bu rakam sonra devede kulak kaldı. 2016’da Microsoft şirketi $26,2 milyara satın aldı.

Bugün (2020) dünyanın her yerinde 722 milyon kullanıcısı var (%70’i ABD dışında). Türkiye 9 milyon kullanıcıyla dünya 14.’sü. Dünyanın 50 milyon şirketi 23 dilde hizmet veren LinkedIn üzerinde. Haftada 40 milyon kişi orada iş arıyor, dakikada 3 kişi iş buluyor. Her 2 saniyede bir yeni üye alıyor. Trafiğin %57’si mobil cihazlarda (bu oran Facebook’ta %88, YouTube’da %70). 3 milyar üyeyi hedefleyen LınkedIn’in dünyanın 33 kentinde ofisi ve 20.500 çalışanı var. 2020’yi $8 milyarlık satışla kapatacak.

. . . . .

1962: Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) kuruldu. 9 Ortak Pazar üyesi ile Avrupa Serbest Ticaret Birliği EFTA’ya üye 7 ülke, ABD ve Kanada tarafından kuruldu. Türkiye de anlaşmayı kurucu ülke olarak imzaladı.

1916: Danimarka halkı, yapılan referandumda Danimarka Batı Hint Adaları’nın $25 milyona (2023’ün $706 milyonu) ABD’ye satılmasını onayladı. ABD, sonuncusu Trump tarafından olmak üzere Grönland’ı da Danimarka’dan tarihte birkaç kez satın almaya kalkışmış ama beceremişti. Grönland’ın değeri bugün farklı kaynaklarca birkaç milyar dolardan 2 trilyona kadar geniş bir yelpazede tahmin ediliyor.

13 Aralık

2018: Kahire polisi 29 Kasım gecesi gizlice Büyük Piramit’e tırmanarak çıplak fotoğraflar ve video çekip instagram ve internet sitesine koyan Danimarkalı fotoğrafçı Andreas Hvid ve model arkadaşına yardım eden deve sürücüsü ve bir kişiyi daha tutukladı.

Yaptığı işi “kentsel keşif, çıplak sanat ve gezi şeyleri” diye tanıtan Andreas Hvid’in internet sitesinde çeşitli kentlerde, damlarda ve Piramitler ve Çernobil gibi kaçak girdiği yerlerde çektiği manzara ve çıplak model resimleri var. Bazen de video çekip instagramına ve youtube’a yüklüyor.

Andreas o 29 Kasım gecesi yanında model arkadaşıyla birlikte Mısırlı bir kadın aracılığıyla bir deve sürücüsüyle 4.000 Mısır Lira’sına anlaşarak ($250) gizlice piramide ulaştı. Karanlıkta 140 metre yüksekliğindeki piramidin tepesine yaklaşık bir saatte ulaştılar ve son metreleri videoya çekti. Videonun sonunda kadın arkasını kameraya döndü ve tepeden Kahire’nin ışıklarına bakarak üstünü çıkardı (kadının yüzü hep flu olarak verildi). Daha sonra da (bu kez flaşla) tepede (her ikisi de) çıplak olarak oynaşırken fotoğraflar çekti.

Andreas ülkesine döndükten sonra 8 Aralık’ta videoyu youtube’a “Büyük Gize Piramidi’ne Tırmanış” ismiyle yükledi. Binlerce kez izlendi ama son derece şiddetli tepkiler alınca hemen kaldırdı ama iş işten geçmişti. Piramitler ziyarete saat 17:00’den sonra kapalı. Yaptığı iş hem yasal değildi hem de ülke insanlarının onurlarıyla oynadı.

Tek tük birkaç kişi yaptıklarını beğendi ama çok büyük bir çoğunluk yorumlarıyla onu yerden yere vurdu. Gelen yorumların bazıları ağza alınacak cinsten bile değil ama bazıları daha merhametli davranarak onu dünyanın en ahmak Danimarkalısı seçti.

. . . . .

2005: TMSF’nin satışa çıkardığı Telsim, $4,55 milyara dünyanın en büyük mobil telekomünikasyon operatörlerinden olan İngiliz Vodafone’a ihale edildi. 1993 yılında Teknotel adıyla kurulan ve daha sonra Telsim adını alan şirkete, sahibi Uzan Grubu’nun borçlarından dolayı 13 Şubat 2004 tarihinde el konulmuşu. Telsim’in satışından elde edilen gelir ile $410 milyonluk Motorola ve $340 milyonluk Nokia borçları ödendi. 24 Mayıs 2006’da Telsim’in tüm varlıkları, lisans hakları ve baz istasyonları Vodafone’a devredildi ancak borçları devredilmedi.

1961: 14 Haziran 1949’da başlayan tarihin en uzun boğa piyasası, Dow Jones Sanayi Endeksi’nin 734.91’de zirve yapmasıyla sona erdi. Geçen 12 buçuk yılda %355 yükselen endeks takip eden 6 ay içinde %27 düştü.

12 Aralık

1914: Birinci Dünya Savaşı nedeniyle 135 gün kapalı kalan New York Borsası tekrar açıldığı ilk gün, Dow Jones Sanayi Endeksi tarihinin en büyük yüzde düşüşünü gerçekleştirdi (%24,39).

Zamanın borsa başkanı Henry Noble asıl kapanma nedenini şöyle anlatıyor: “Savaş çıktığında ABD Avrupa’ya borçluydu ve Avrupa’nın o büyük savaşı finanse etmek için ABD’nin borçlarını hemen ödemesini isteyeceği belliydi. Bu da Sam Amca’nın bankalarına hücum olacağı anlamına geliyordu. Kapattık, çünkü paranın çekileceği en büyük vezne borsaydı.”

135 gün sonra, 12 Aralık’ta borsa tekrar açıldığında (tahvil işlemleri daha önce başlamıştı) endeks aslında %4,4 yükseldi (71,42’den 74,56’ya), ancak daha sonra (1916) yapılan endeks revizyonunda fiyatlar o kapanıştan başlayarak geçmişe dönük olarak yeniden ayarlanınca bu düşüş oluştu. Bu aslında gerçek bir düşüş değildi ve endeksin tarihindeki tek kesikliği meydana getirdi.

En büyük gerçek % düşüş 19 Ekim 1987’de (kara pazartesi) gerçekleşti (%22,61). Garip bir gündü. Aslında düşüş için bir neden yoktu. Ne ekonomik bir kriz ne de siyasi bir gelişme. ABD’nin ticaret açığı, Kuveyt ve İran arasındaki arbede, petrol piyasası hakkındaki endişeler gibi nispeten olağan nedenlerle Japonya saatinde bilgisayar programları büyük satışlarla devreye girdi ve büyük paniğe yol açtı.

Tarihin en büyük puan düşüşü ise 2 Şubat 2018’de gerçekleşti (1.175,21 puan – %4,60). Bu düşüşün ana nedeni ise sadece piyasanın aşırı şişmiş olmasıydı (2008 küresel krizinden bugüne -2019- piyasa dörde katlamıştı).

Her panik düşüşünde başkanlar piyasayı canlandırmak için “korkmayın, harcayın” der. İşte bu nedendendir ki borsa kız arkadaşa benzer. Kızdığında niye kızdığını anlamazsın ama gidip ona bir şeyler alarak para harcarsan her şey daha güzel olur.

1791: ABD’nin ilk ulusal merkez bankası, Bank of the United States, Philadelphia’da işe başladı. Daha ilk günden deli gibi kredi dağıtmaya başladı (ilk 2 haftada $964,260 – bugünün parasıyla $31,5 milyon). Kredi alanların çoğu da bu paraları çiçeği burnunda New York Borsası’nda spekülasyon yapmak için aldılar. Banka bunun farkına varıp panikledi ve aşırı tepki göstererek kredi vermeyi tamamen durdurunca ABD’nin ilk büyük piyasa çöküşünün en büyük sebeplerinden biri oldu. Banka kurulurken zaten 20 yıllık bir imtiyazla kurulmuştu ve 1811’de süresi dolduğunda bu imtiyaz yenilenmedi.

11 Aralık

1941: ABD artık savaşa girmiş olduğu için New York Hisse Senedi Borsası (NYSE) bütün “düşman hisselerdeki” işlemleri askıya aldı (36 Alman, 10 Japon, 9 İtalyan, 6 Avusturya, 5 Macar, 1 Bulgar şirketi).

1395: John “Eleanor” Rykener bir travesti olarak fahişelik yaptığı için ortaçağ Londra’sında mahkemeye çıkartılıp sorgulandı.

Hakim karşısına çıkma nedeni o “tiksindirici, ağza alınmaz ve rezil kabahati” işlemiş olmaktı. Bu olay ortaçağ İngiltere’sinin eşcinsel ilişkiden bahseden tek yasal belgesini üretti (mahkeme kararının ne olduğu bilinmiyor).

John Eleanor önceki gece saat 20:00 sularında Londra’nın Pazar ve ticaret semti olan Cheapside’da ava çıkmışken ona Yorkshire’li John Britby yaklaştı ve fiyatta anlaştılar. Biraz yürüyerek Soper Lane’deki tezgâhların birinde de işlerini gördüler ama devriye gezen polislerin gözüne çarpıp nezarethaneye alındılar.

12 Aralık sabahında belediye başkanı ve bir meclis üyesinin karşısında sorguya çekildiler. John Eleanor’un aslında erkek (travesti) olduğu ortaya çıkınca da o “vitium detestabile, nephandum et ignominiosum” (tiksindirici, ağza alınmaz ve rezil) sodomi kabahatiyle suçlandılar.

Sorgusu sırasında Rykener; rahiplerin en iyi müşterileri olduğunu söyledi ve daha cömert oldukları için onları tercih ettiğini belirtti. İki Fransisken keşişi (peder Michael ve peder John) kendisine altın yüzük hediye ederken bir Karmelit keşişi ile altı yabancı kendisine 12 pence, 20 pence ve bir 2 şilin hediye etmişti. Bunla da kalmadı, bir travesti olarak rahibelerle de bol bol seviştiğini söyledi. Kilisenin bonkörlüğü hiç tükenmedi, günümüze kadar devam etti. Etti etti de, biraz da çocukları rahat bıraksalar iyi olurdu.

Öte yandan, 14. yüzyılın Londra gibi erkek egemenliğinde olan bir kentinde John Rykener’in niye Eleanor olmayı seçtiğini de anlamak gerek. Hep o zamanın ikinci sınıf vatandaşı, bir kadın gibi yaşamış olması (nakışçılık, sadece kadınların yaptığı bar garsonluğu, vs. yaptı) bunu sadece fahişelik girişiminde bir rekabet avantajı yaratmak için yapmadığını gösteriyor. LGBT’nin bir hastalık olmadığını idrak edecek bir topluma evrilmek zamanı geldi de geçiyor..

10 Aralık

1997: Julia Butterfly (23) kesilmek üzere olan 1.500 yaşındaki dev bir sekoya ağacına tırmandı ve 55 metre yükseklikte 738 gün yaşayarak ağacı kurtardı.

Babası kasaba kasaba dolaşan bir papazdı, dolayısıyla çocukluğu karavanlarda geçti. Asıl ismi Julia Lorraine Hill ama doğa gezilerinin birinde yaptığı kamp yürüyüşünün başında eline konan bir kelebek bütün yürüyüş boyunca elinde kaldığı için Butterfly ismi yapıştı kaldı.

22 yaşındayken kendi içmediği için sarhoş arkadaşını eve götüren arabayı kullanıyordu. Arkasından gelen bir sarhoş arabaya çarptı ve direksiyon kafatasına girdi. Neredeyse ölüyordu ve iyileşmesi bir yıl sürdü. California’ya gitti ve ormanı Pacific Kereste Şirketi’nin gazabından kurtarmak için bağış toplayan bir reggae’ci gruba katıldı.

Ondan sadece ağaca çıkıp 1 hafta orada kalması istenmişti ama o amacına ulaşana dek ağacın tepesine kurduğu 1,8 x 1,8 metrelik platformda 738 gün geçirdi. Saatte 65 km. hızla esen rüzgârlara, şiddetli yağmurlara, dondurucu soğuğa, taciz helikopterlerine, kızgın kerestecilere ve tehditkâr güvenlik görevlilerine karşı durdu. Ağaca Luna ismini verdi.

Aralık 1999’da şirket Luna’yı ve 60 metre yakınındaki hiçbir ağacı kesmemeye razı oldu. Bunun karşılığında Julia ve diğer eylemcilerin topladığı $50 bin şirkete verildi.

Julia 2003 yılında “vergi yönlendirme” hareketinin öncüsü oldu. Maliyeye olan $150 bin vergi borcunu ödedi ama onlara değil, sanat, kültür, çevre ve eğitim programlarına ve yerlilere. Bunu yaparken de maliyeye şöyle dedi: “Vergilerimi ödemeyi reddediyorum ve o parayı ait olduğu yere veriyorum, çünkü siz bunu yapamıyorsunuz.”

. . . . .

1984: Bilgisayarları arasında iletişim kurmakta zorlanan iki Stanford Üniversitesi profesörünün kafaları bozuldu ve bu sorunu çözmek için Cisco Systems diye bir şirket kurdular.

Dot.com balonunda şirket hisseleri $80’e, değeri de $500 milyara çıktı. Hisseler 240 F/K ile işlem görüyordu. O zamanlar dünyanın en değerli şirketiydi. Balon patlayınca hisseler $15’e düştü ama bugün (2020)  yine $44 civarında (F/K 18). Cisco’nun bugünkü (2020) değeri $187 milyar.

1929: Tam da tarihin en büyük ekonomik buhranının başında, ABD’nin en büyük çelik üreticisi Bethlehem Steel’in başkanı Charles Schwab, “Bir sorun yok, refah hisse fiyatı demek değildir, sanayimiz bomba gibi, bize ne borsadan” dedi. Pek öyle olmuyor ama…

9 Aralık

2018: Kanadalı kripto para borsası QuadrigaCX’in CEO’su Gerald Cotten (30) Hindistan seyahatinde öldü. 115 bin müşterinin $190 milyonluk LTC ve Ethereum hesaplarının şifrelerini bilen tek kişi oydu.

Cotten sadece 1988 doğumluydu. 2010’da işletme okuduğu üniversiteyi bitirip ortağı Michael Partyn ile 2013’te Quadriga’yı kurdu ve yerel kripto para işlemleri yapmaya başladı. İlk yıl Vancouver’a iki de bitcoin ATM’si yerleştirdi. 2014 yılında $5,6 milyonluk işleme aracılık etti. 2016’da halka açılmak istedi, olmadı ama $640 bin finansman topladı. Sonra bu paralar bitti, zaten şirkette 4 kişi çalışıyordu, hepsi ayrıldı. Yıl sonunda; çalışanı, ofisi, muhasebesi ve banka hesabı bile yoktu.

Buna rağmen, 2017’de bitcoin çılgınlığı fiyatları $20 bine yaklaştırırken ofisi, çalışanı ve banka hesabı olmayan şirketinde (aslında bilgisayarında) 363 bin kayıtlı müşterisi ve onların 26.500 BTC, 20.000 LTC ve 430.000 Ethereum’u vardı. Nitekim; bazı teknik hatalarla siber dünyanın karanlığında bazı hesaplar kayboldu, bitcoin fiyatları göçünce paralarını almak isteyenler elleri boş döndüler, Quadriga’nın çalıştığı çoğu ödeme merkezi kapatıldı ya da ceza yedi ve bir dizi düzensizlik daha ortaya çıkınca olay patladı ve paralar uçtu.

Cotten 2018’in Aralık ayında Hindistan’da bir yetimhane açmaya gitti (ayranı yok içmeye, atla gider sıçmaya). Daha 30 yaşındaydı. Orada Crohn hastalığına yakalanıp septik şok, karın zarı delinmesi, bağırsak tıkanması ve sonunda kalp krizinden gitti. Kanada’daki evde bulunan bilgisayardaki tüm hesapların şifrelerini bilen bir tek oydu.

Bir mucize eseri olarak, ölmeden 12 gün önce yazdığı vasiyetinde eşine $7 milyonluk malikânesini, teknesini, Lexus’unu ve 2 şivavası için $100 binlik vakıf fonu bırakmayı unutmadı ama 115 bin müşterisinin şifrelerini nereye koyduğunu söylemeyi unuttu. Hindistan’da yazılan ölüm sertifikasını Kanadalı yetkililer de doğruladı ama Crohn hastalığında ölüm oranı da %3’müş.  Nur içinde yatsın. Bu bitcoin daha çok tarih yazacak gibi…

. . . . .

1999: $17,7 milyon ciroyla $14,5 milyon zarar eden VA Linux NASDAQ’ta halka açıldı. Halka arz fiyatı $30’du ama hisseler o ilk gün $299’dan açılış yapıp $239,25’ten kapatarak rekor kırdı.

O noktada şirket değeri $7 milyara ulaştı (satışlarının 400 misli!!). Bir yıl sonra hisselerin fiyatı $9’a, 2002 sonunda ise $1’e düştü. Şirket 3 kez isim değiştirdikten sonra 2015’te GameStop’a satıldı. Bir video oyunu perakende zinciri olan GameStop New York Borsası’nda işlem görüyor. Şirketin değeri 2007 sonunda $4 milyara kadar çıkmıştı (2020’de $1 milyar) ama hisse fiyatı Temmuz’dan bugüne (2020) 4 misli yükseldi.

1963: Frank Sinatra kaçırılan oğlunu $240 bin fideye ödeyerek kurtardı. Kaçıran adam Barry Keenan, Frank’in kızı Nancy Sinatra’nın sınıf arkadaşıydı. Daha 21 yaşındayken başarılı bir iş hayatı vardı ve hatta Los Angeles Hisse Senedi Borsası’nın en genç üyesiydi. Bir araba kazasından sonra ağrı kesici bağımlısı olup, her şeyini ve aklını kaybetmişti. Yakalandıktan sonra müebbet hamse mahkum oldu ama yasal olarak akıl hastası sayıldığından 4 buçuk yıl yatıp çıktı ve başarılı bir müteahhit oldu.

1941: A.B.D.’nin Japonya’ya savaş ilan etmesinin ardından S&P 500 Endeksi%3,23 daha düşerek Pearl Harbor Baskını’ndan sonraki kaybını %7,5’e getirdi.

8 Aralık

2016: Ana görevi vergi kaçakçılarını yakalamak olan Fransa bütçe bakanı Jérôme Cahuzac (64) vergi kaçakçılığı ve para aklama suçundan yakalanıp 3 yıl hapis cezası yedi.

Bir estetik cerrahı olan Jérôme 1997 yılında siyasete girdi ve milletvekili oldu. 2010’da meclisin Finans, Ekonomi ve Bütçe Kontrolü komitesinin başkanlığına seçildi. İki yıl sonra da François Hollande’ın seçim kampanyasına katıldı. Hollande başkan seçildikten sonra, 2012 Mayıs’ında, Ekonomi, Finans ve Dış Ticaret Bakanlığı’nda bütçeden sorumlu devlet bakanı bakanı oldu.

Bakan olunca ilk işi başta savunma olmak üzere çok büyük bütçe kesintileri plânlamak oldu. Bu hem ordunun hem de gizli servisin hoşuna gitmedi ve Jérôme’un kişisel varlık yöneticisi ile yaptığı konuşmaların tapeleri ortaya çıkıverdi. Çıkınca da 20 yıldır yabancı bankalarda gizli hesapları olduğunu ve kâğıtsız kayıtsız bir Singapur bankasına €600 bin transfer ettiğini kabul etti. Dahası, Panama Belgeleri’nde Seyşeller’de 2009’da kurduğu bir deniz aşırı şirketi olduğu açığa çıktı. Eşiyle birlikte servetinin €3,5 milyon olduğu öğrenildi.

Böyle olunca da, Hollande’ın onu hem hükümetten hem de Sosyalist Parti’den kovmaktan başka çaresi kalmadı (19 Mart 2013). Bakanlığı sadece 10 ay sürdü ve 3 yıl hapis ve €375 bin para cezası yedi (eşi de 2 yıl).

Bu olayın ardından aralarında Le Monde ve Le Figaro gazetelerinin de olduğu bir grubun yaptığı araştırmada halkın %33’ünün Başkan Hollande’ın meclisi feshetmesini istediği ve %77’sinin siyasetçileri yozlaşmış ve rüşvetçi bulduğu ortaya çıktı. Böyle olunca Hollande iki reform yaptı. Rüşvetçilerin siyasete girmesini yasaklamak ve milletvekillerinin servet beyanı yapmalarını zorunlu kılmak. 227 yıllık Fransa ve beşinci cumhuriyet. Ancak akıllarına gelmiş.

2005: Japonya’nın en büyük aracı kurumlarından biri olan Mizuho Securities’deki şişman parmağın yazım hatası $225 milyon zarar yazdı. 610 bin yen’den 1 hisse satılacağına 1 yen’den 610 bin hisse satıldı.

Üstelik bu miktar hisselerin söz konusu olduğu iş bulma şirketi J-Com’un dolaşımdaki hisselerinin 41 misliydi. Olaya ne borsa yazılımı uyandı ne de emir iptal edilebildi. Tabi hem borsa hem Mizuho hükümetten iyi azar işittiler.

. . . . .

1997: $25 milyar değerinde bir anlaşmayla, Swiss Bank ve Union Bank of Switzerland birleşeceklerini açıkladılar. Bu birleşme, o zaman Avrupa’nın en büyük ve dünyanın ikinci en büyük bankasını yarattı.

1941: Japonya’nın Pearl Harbor’u bombaladığı haberi gelince S&P500 Endeksi o güne kadar tarihin en büyük düşüşlerinden birini yaşadı ve günü %4,37 aşağıda kapattı. Bu düşüş bugün (2021) ilk yirmide bile değil. S&P500’ün en büyük günlük % düşüşü 19 Ekim 1987’de gerçekleşti (%20,47).

7 Aralık

2017: Kitle fonlamasının müthiş bir örneği gerçekleşti ve dünyanın her bir tarafından 18.600 yatırımcı adam başı takriben €50 ödeyerek €1,6 milyon toplayıp yıkılmak üzere olan Château La Mothe-Chandeniers’i kurtardılar.

Paris’in 300 km. güney batısındaki muhteşem şato 13. yüzyılda toprak ağası Bauçay ailesi tarafından inşa edildi. Bir sürü asilzadenin elinden geçip şaşaalı partilere sahne olduktan sonra 1650’de Fransız başsavcısı tarafından satın alındı. Yüz Yıl Savaşları sırasında birkaç kez de İngilizlerin eline geçen şato Fransız Devrimi esnasında harap olup viraneye döndü. 1809’da Paris’li bir zengin satın alıp tamir etti ve 1857’de Napolyon’un bir süvari subayına sattı.

Subay 1932’de şatoya merkezi ısıtma tesisatı yaptırırken yangın çıktı ve nadir kitaplarla dolu kütüphane, antika mobilyalar ve tablolarla birlikte binanın birçok bölümü yandı. Şatoyu 1963’te emekli bir sanayici, sonra 1981’de bir lise matematik öğretmeni olan Marc Demeyer satın aldı. Dar geliriyle üstünden gelemedi ve şato iyice döküldü. Hendeği çamur doldu, bahçeleri kurudu, içini yaban otları bürüdü ve yavaş yavaş çökmeye başladı.

7 Aralık 2017’de yerel halk online bir kampanya başlatarak 18.600 kişiden €1,6 milyon topladı ve şatoyu kurtardı. Bugün (2019) şatonun 115 ülkeden 28 bin sahibi var. Yazın ziyarete açıldı ve yılda 20 bin ziyaretçiden €200 bin kazanarak yaşayacak. Yine de bakım ve onarım giderlerini karşılamak zor olacak. Şato sahibi olmak istiyorsanız bir €50 de siz attırınız…

. . . . .

2010: John James Audubon’un sanat, doğa tarihi ve ince işçiliğin ender bir karışımı olan “Amerika Kuşları” Londra’daki bir müzayedede $10.27 milyon dolara alıcı bularak dünyanın en pahalı kitabı oldu.

. . . . .

1999: Standard & Poor’s Yahoo hisselerini S&P500 Endeksi’ne alınca fiyatı %32 yükselip $576’ya ulaştı (S&P’nin bunu yapacağını haberi ilk çıktığından itibaren de %63).

1880: Fransız diplomat Ferdinand de Lesseps’in Panama Kanalı’nın inşasını finanse etmek için kurduğu Compagnie Universelle du Canal Interoceanique (Evrensel Okyanuslararası Kanal Şirketi), Paris’te $100’den halka açıldı. De Lesseps’in basına coşku yaratması için dağıttığı $300,000 (2023’ün $9 milyonu) rüşvet işe yaradı ve 100 bin kişi hisse aldı. Hiç gün yüzü görmediler. Şirket 8 yıl sonra battı, hisseler çöp oldu.

Panama Kanalı hikâyesinin daha geniş bir anlatımı “Tarihte Bugün” 15 Ağustos 1914’te.

6 Aralık

2000: IMF Türkiye’ye $7,5 milyar acil durum kredisi vermeyi onayladı.

. . . . .

1994: California ilçesi Orange County, baş yatırım yetkilisi Robert Citron’un türev ürünler üzerinde spekülasyon yaparak ve faiz oranlarının yükselmeyeceğine dair iddiaya girerek milyarlarca dolar kaybetmesinin ardından iflas koruması için başvuruda bulundu. Citron, bir yıl önce ona sorulduğunda, yaptığının riskli olmadığını, çünkü “Ben Amerika’nın en büyük yatırımcılarından biriyim, bu işleri bilirim,” demişti. Büyük kulaklara küpe.

1974: 1973-1974 çöküşü, ekonomik gelecekle ilgili evrensel kasvetin ortasında dibe vurdu ve Dow Jones Sanayi Endeksi, Ocak 1973’teki en yüksek seviyesinden %45,1 düşüşle 577,60 seviyesinde kapandı.

1877: ABD’nin ve dünyanın en saygın gazetelerinden biri olan The Washington Post’un ilk sayısı yayınlandı.

Künyesinde “demokrasi karanlıkta ölür” yazan gazete özellikle siyasi haber ve yorumlarda öne çıkıyor ve Washington DC’de olduğu için de zaten Beyaz Saray, Kongre ve hükümet haberlerinde uzmanlaşıyor. Gazeteceliğin Oskarları olan Pulitzer Ödülü’nü 47 kez kazanmış. Gazetenin tarihinin en parlak dönemi Watergate skandalını ortaya çıkarması ve Nixon’un istifasına neden olması.

Gazetenin ilk çıktığı yıllarda Joseph Pulitzer ve Theodore Roosevelt de (kendi ismiyle değil) yazarları arasındaydı. Washington Post 1933 yılında iflâs etmek üzereyken açık artırmada California’lı bir sermayedar tarafından $825 bine satın alındı (Eugene Meyer) ve 2013’e kadar o ailenin sahipliğinde kaldı (2019’un $16,3milyonu). Eugene işleri 1946’da damadına bıraktı, o da 1963’te ölünce başa kızı Katharine Graham geçti. Katharine gazeteye en parlak dönemini yaşattı ve bir efsane oldu (Meryl Streep’in oynadığı The Post filmini hatırlayın).

Graham şirketi 1971’de $26’dan halka açtı. 1991’de hisselerin fiyatı $888’e çıktı (dörde bölünmesine rağmen). Elbette Warren Buffett’ın da hisseleri vardı (2014’te çıktı). 2013’te, günlük ortalama tiraj 475 binken gazeteyi $250 milyon nakit parayla Jeff Bezos satın aldı. Zamanlama pek iyi değildi, çünkü dünyada bütün gazetelerin tirajları düşüyordu.

Bezos gazete satın alan ilk zengin iş adamı değil. Bu alımların çeşitli nedenleri var ama en önemlisi, aynı bizim spor klübü başkanlıkları gibi hem bir saygınlık, hem güç ve hem de istediği kişiye ulaşma lüksü veriyor. Bezos gazetenin işlerine hiç karışmadı, saygınlığını korudu ve teknoloji de getirerek ileri götürdü ve 2016’da ik kez kâra geçirdi. Tirajlar düştü ama Washington Post bugün (2019) 255 binlik günlük tirajla ABD’nin en büyük 6. gazetesi olma konumunu koruyor (birinci USA Today 1,6 milyon tiraj). The Wall Street Journal (1 milyon) ikinci, The New York Times (484 bin) üçüncü (sıralamalar 2019 itibariyle).

ABD’nin en eski gazetesi The Washington Post değil. Bu onur 1764’ten beri devamlı basılan Hartford Courant’a ait.

5 Aralık

1996: Dönemin Federal Rezerv Başkanı Alan Greenspan, en unutulmazlarından biri olan “Demokratik Bir Toplumda Merkez Bankacılığının Zorlukları” başlıklı konuşmasını yaptı. American Enterprise Institute (AEI) tarafından verilen Francis Boyer Ödülü’nü kabul ederken yaptığı bu konuşmada “irrasyonel coşku” (veya akıl dışı taşkınlık) terimini ortaya attı. O gün piyasaları sarsarken, Greenspan şu soruyu sordu: “İrrasyonel coşkunun varlık değerlerini gereğinden fazla yükselttiğini ve bunun sonucunda beklenmedik ve uzun süreli daralmalara maruz kalındığını nasıl anlarız? Ve bu değerlendirmeyi para politikasına nasıl dahil edeceğiz?”

1766: Dünyanın en büyük müzayede evi Christie’s ilk müzayedesini Londra’da gerçekleştirdi. Aynı isimli bir İskoç tarafından kurulan şirket ABD’den de Kraliyet Sanat Akademisi’nden de eski.

Christie’s’in merkezi Londra’daki King Caddesi, ama 46 ülkede 85 ofisi (Türkiye’de de) ve 10 satış salonuyla birlikte bir de hayli gelişmiş bir online müzayede platformu var. Artık ABD’de de büyük (oradaki ilk müzayedesini 1977’de yaptı). 80 ülkede yılda 350 müzayede yapıyor ve sanat eserlerinden şaraba, antikalardan arabaya, mücevherattan eski evrağa kadar her şeyi satıyor. Fiyatlar $200’den başlıyor, sonu yok.

$75 bine kadar %25, $1,5 milyona kadar %20, sonrasında %12 komisyon alıyor. Yılda $14 milyarlık satışta iyi para yapar. Şirketin piyasa değeri $66 milyar. Şirket 1973’ten 1999’a kadar Londra Borsası’nda halka açıktı, sonra Fransız milyarder François-Henri Pinault’un Groupe Artémis isimli holding şirketi $1,4 milyara satın aldı.

Pinault; Gucci, Yves Saint Laurent, Balenciaga, Bottega Veneta, Boucheron, Ulysse Nardin gibi lüks markaların sahibi olan Fransız Kering S.A.’nın da sahibi. Kering Paris Borsası’nda işlem görüyor ve CAC40 Endeksi’nde. Kering, Groupe Artémis’in bünyesinde. Groupe Artémis’in bağları (Château Latour), gazetesi (Le Point), tiyatrosu (Théâtre Marigny) var ve Rennes futbol takımının sahibi.

Christie’s’de satılan en pahalı sanat eseri Da Vinci’nin Salvatore Mundi’si oldu ($450 milyon). En pahalı elmas $57 milyona, en pahalı doküman George Washington’un el yazması notları $9,8 milyona, en pahalı saat (bir Patek Pkilippe) $6,2 milyona alıcı buldu.

5 Aralık 2006’da (ilk müzayedenin yıl dönümünde) Audrey Hepburn’un “Tiffany’de Kahvaltı” filminde giydiği siyah elbise $923 bine satıldı. Mübarek bereket.

4 Aralık

2019: Rus polisi dağın başına sahte bir sınır kapısı inşa edip Avrupa’ya (Finlandiya’ya) geçiriyorum diye göçmenlerden adam başı €10 bin alan birisini tutukladı. Sınırlar oldukça göçmenler olacak, sınırlar ve göçmenler oldukça da sahte sınır kapıları…

. . . . .

2000: İMKB 100 Endeksi %8 daha düşerek son iki haftalık kaybını %50’nin üzerine taşıdı. Faiz oranları %1.200’e sıçrarken yıllık kayıp %64’ü bulmuş, $5 milyarlık kredi için IMF ile konuşmalar başlamıştı bile.

1961: Kültürsüzüm diye hayıflanmayın, sizden kültürsüzleri de var. New York’un en önemli müzesi Museum of Modern Art (MoMA) 47 gündür ters astığı Matisse tablosunu (Le Bateau) bugün farkedip düzeltti.

MoMA’da “Henri Matisse’in Son Eserleri” sergisi 18 Ekim’de açıldı. Duvarlarda Matisse’in aralarında Le Bateau’nun da (“Tekne”) bulunduğu büyük kesilmiş ve guvaşla boyanmış kağıtlardan yaptığı çalışmalar sergileniyordu. Le Bateau basit çizgilerle betimlenmiş bir tekne ve sudaki yansıması.

Tablo 47 gün boyunca duavrda ters durdu. Ne küratörler, ne müze yetkilileri, ne de 116 bin ziyaretçi (ki aralarında Matisse’in sanat tüccarı olan oğlu da vardı) yanlışlığın farkına varmadı. Ta ki serginin son gününde içeri bir Wall Street brokeri olan Genevieve Habert girene dek. Genevieve sudaki yansımanın daha detaylı olamayacağını düşündü ve müze kataloğunu alarak oradaki resmin doğru basıldığını gördü.

Bu düşüncesini müze görevlisine anlattığında “Neyin yukarda neyin aşağıda olduğunu ne sen ne de biz biliyoruz” cevabını aldı. Pazar günü olduğu için daha yetkili bir görevliye ulaşamadı ve durumu New York Times gazetesine bildirdi. Haber bir gün sonra gazetede çıktı ama müze durumu anlayıp bir önceki gece (serginin son günü) tabloyu düzeltti.

Matisse’in kemikleri sızlamıştır. Sadece bu olaydan değil, tablolarının müzayedelerde kaça satıldığından da. İlk Matisse rekoru 2007 yılında gelmişti. Christie’s müzayedesinde Matisse’in 1937’de yaptığı “L’Odalisque, Harmonie Bleue” (“Cariye, Mavi Ahenk”) $33,6 milyona satıldı. Asıl bomba 8 Mayıs 2018’de patladı. Yine New York Christie’s’de bu kez 1923’te yapılan “Odalisque couchée aux magnolias” (“Manolyalarda uzanan cariye”) $80,8 milyona alıcı buldu.

3 Aralık

2013: 1954-1962 arasındaki Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında görev yapan işkenceci “ölüm taburu”nun lideri General Paul Aussaresses öldü. 2004’te Başkan Jacques Chirac ona verilen şefer nişanını (Legion d’Honneur) geri almıştı. Generale bir de €7.500 ceza kesildi. O sekiz yıl içinde öldürülen 750.000 Cezayirli için adam başı 1 cent.

Aussaresses 2000 yılında Le Monde gazetesine verdiği bir mülâkatta hem işkenceci olduğunu itiraf etmiş (hatta 24 kişiyi kendi öldürdüğünü de) hem de işkencenin meziyetlerini savunmuştu. 1973 yılında Brezilya’ya taşınmış, Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili ve Paraguay’daki cuntaların diktatörlerine solcu muhaliflere karşı nasıl işkence yapılacağı konusunda danışmanlık vermişti.

Hatalı bir katarakt ameliyatı sonucunda bir gözünü kaybetmesi haricine 95 yaşında kalan tek lânet gözünü yumana dek bu dünyada pek bir rahatsızlık çekmedi, ama eğer cehennem diye bir yer varsa herhalde şimdi bir kazanın içinde kaynatılıyordur.

. . . . .

1998: Küçük bir bina-bakım firması olan Temco Service Industries, internet balonunun en tuhaf yararlanıcılarından biri haline geldi. Çok nadiren işlem gören ve genellikle bir hafta boyunca hiç kıpırdamayan Temco hisseleri, rekor bir hacimle birkaç dakika içinde %126 yükseldi. Sebep, o gün halka arz olunan Ticketmaster şirketinin TMCS olan hisse kodunun Temco’nun TMCO’suyla karıştırılmasıydı. Hata daha sonra anlaşıldı ve Ticketmaster günü %188 yukarıda kapatırken, Temco %11 düştü. “Etkin piyasa” denen şey bu olsa gerek.

1901: King Camp Gillette diye bir adam (kim oğluna “kral” ismini verir bilmem) icat ettiği traş bıçağı için patent başvurusunda bulundu. King o zamanlar çeşitli ürünlerin paketlenmesi için metal kutular yapan Crown Cork & Seal Company’de satıcı olarak çalışıyordu. Crown kullanılıp atılan kapaklar da yapıyordu. King kullanılıp atılan bir ürün için müşterilerin asla tükenmeyeceği ve hep geri geleceklerini gördü ve traş bıçağı yapmaya karar verdi.

Daha önce traş bıçağı yapılmıştı ama jiletleri metali döverek yapıldığından pek kullanışlı değildi. King mühendis ortaklarıyla hem jileti hem de tutamağını geliştirdi ve 3 yıl sonra da patenti aldı (1904). Üretime 1903’te başladı ve 51 traş bıçağı ve 168 jilet sattı. Bir traş bıçağının fiyatı o zaman $5’ti (2019’un $146’sı). Bu haftalık işçi ücretinin yarısına tekabül ediyordu ama tuttu. İkinci yıl, patenti aldıktan sonra, 90.884 traş bıçağı ve 123.648 jilet satıldı. 1908’e gelindiğinde Kanada ve Avrupa’da üretim tesisleri açıldı.

1921’de patentin süresi sona erdi ama şirket devamlı ürün geliştirmesi yaparak dünyanın en büyük üreticisi olmaya devam etti. Bugün kurucusunun ismi artık ürünün ismi haline gelmiş durumda (jilet). Şirket 2005’te Procter & Gamble tarafından $57 milyara satın alındı ve bugün (2019) dünya pazarının %65’ine sahip.

Procter & Gamble, içlerinde Ivory, Head & Shoulders, Pringles, Crest ve Bounty gibi isimlerin bulunduğu marka portföyüne Duracell, Right Guard, Pampers, Tide ve Gillette’i de ekleyince yılda $60 milyar satış yapan bir dev haline geldi. Gilette’teki 96 milyon hissesiyle Warren Buffett’ın Berkshire Hathaway şirketi böylece P&G’nin de en büyük hissedarı haline geldi. Bugün (2019) sadece $39 milyonluk hissesi var (%0,12).

2018 Mayıs’ında P&G hisselerinin fiyatı $70’e düşmüştü, bugün (2019) $123’lerde (+%76).

2 Aralık

2007: Noel kutlamalarının arefesinde hırsızlar Avustralya’nın Sydney kentinin bir banliyösünde faaliyet gösteren bir et üretim ve paketleme şirketinin deposundan $88 bin değerindeki 17,6 ton jambon ve domuz pastırmasını yürüttüler.

Sabaha karşı soğutmalı kamyonlarıyla Pendle Hill semtinin Nirvana Caddesi’ndeki deponun duvarına yaklaşıp okkalı bir delik açtılar. Her biri neredeyse 1 ton çeken ve jambon, domuz pastırması ve füme hindi gibi Noel lezzetleriyle dolu paketler yüklenmiş 16 paleti kamyonlarına yükleyip tüydüler.

En azından hoş bir mizah anlayışları vardı. Ayrılmadan duvara “Teşekkürler, Mutlu Noeller!” yazdılar.

Ne ilginçtir ki, daha bir hafta önce de İrlanda’da hırsızlar kendi çaplarında Noel’i kutlamışlardı. Onlar da güpegündüz Dublin’in Victoria rıhtımındaki Guinness bira fabrikasına girdiler ve 450 fıçı bira yüklü (180 fıçı Guinness, 180 fıçı Budweiser, 90 fıçı Carlsberg) kamyonu araklayıp gittiler.

Az buz bira değil. 39.600 pint (takriben yarım litrelik standart pub bardağı) bira eder. Hepsini içmeniz için $235 bin ödemeniz gerekir. Hırsızlar o gün fabrikanın bahçesine girdiklerinde zaten orada onlarca bira yüklü kamyon bekliyordu. Noel zamanı o bahçeden günde 250 kamyon çıkıyor.

İrlandalı Noel hırsızları Avustralyalı meslektaşları kadar komik değillerdi ve bir not bırakmadılar ama daha sonra elebaşlarına “beer hunter” ismi takıldı. İrlanda hoş bir yer. Hele Noel için ideal. 4,2 milyon kişinin yaşadığı ülkede 10 binin üzerinde pub var, yılda 5 milyon fıçı bira üretiliyor (250 milyon litre).

1943: Varlık Vergisi’ni ödeyemediklerinden “bedenen çalışarak ödemeleri” için çalışma kamplarına gönderilen (%87’si gayri Müslüm azınlıklar idi) mükelleflerin serbest bırakılmasına karar verildi.

1873: Türkiye’nin ilk borsası, “Dersaadet Tahvilât Borsası” açıldı.

. . . . .

1719: Tarihin ilk modern hisse senedi balonu patladı. Paris’in Wall Street’i Quincampoix’da işlem gören Mississippi Co. hisseleri tarihinin en yükseğini (10.025 livre) gördükten sonra inişe geçti.

Şirket daha 9 yaşındaki Fransa Kralı XV. Louis’ı kafalamış İskoç finansçı ekonomist John Law’un çılgın projesiydi. Kuzey Amerika’yı kolonize edip üretimini talan ederek Fransa’nın borcunu finanse edecekti. Ne var ki, projenin başarıya ulaşması için şirket hisselerini satın almak için koşup gelecek sonsuz sayıda yeni yatırımcı gerekiyordu. Geldiler de. Ama sonuncusu bugün geldi.

Hisseler bir daha gün yüzü görmedi. Bir yıl içinde %70 değer kaybetti. Bundan sonra da hep böyle oldu. Hâlâ öyle oluyor. Balonlar şişiyor, balonlar patlıyor…

1 Aralık

2006: Katolik kilisesinin papazlarının asırlardır hasır altı edilen cinsel taciz vakalarına karşı açılan davalarda mahkum edildikleri tazminat rakamları hoş seviyelere gelmeye başladı.

5 milyon üyesiyle ABD’nin en büyük Roman Katolik başpiskoposluğu olan Los Angeles Kilisesi 1930’lardan bei kayıtlara geçmeye başlayan çocuk tacizleri nedeniyle açılan davaların birinde, bugün, 45 taciz vakası karşılığında $60 milyon ödemeye razı oldu. 1970’lerde iyice su yüzüne çıkmaya başlayan rezilliklere karşı insanlar kilise korkusu ve mahalle baskısı yüzünden dava bile açamıyorlardı. 2000’li yıllar çorabı söktü. Basın, kamuoyu ve mahkeme işin peşinden gitmeye başladı.

1 Aralık 2006’da üzerinde anlaşılan $60 milyon tazminat hayli yüksek bir rakamdı ama rekor değildi. 2002 yılında Boston Globe gazetesinin ortaya çıkardığı Boston kilisesinin rezaletleri (2015 Spotlight filmini hatırlayın) karşılığında piskoposluk $157 milyon ödemeye mahkum edilmişti. Ancak rekor bir yıl sonra, 2007’de geldi. Los Angeles Kilisesi Başpikoposu Roger Mahony mahkemede 508 kurbanla $660 milyona anlaştı (yâni 1930’lardan beri her ay bir çocuk cinsel tacize uğramış). Kurbanlar adam başı $1,3 aldılar.

Bunla da kalmadı. 2014’te yeni kurbanlar çıktı ve kilise 17 dava için $13 milyon daha ödedi. Bazı papazlar yurt dışına fıydılar.

4 yıl sonra aynı gün, 1 Aralık 2014’te bu sefer Wilmington, Delaware’de 1960’larda papaz DeLuca tarafından devamlı tacize uğrayan John Vai $30 milyonluk davasını kazandı. Papaz zaten kirliydi. 2008 yılında torununa taciz etmekten hapis yatıp kiliseden kovulmuştu. Nitekim Wilmington piskoposluğu kapısına gelen 100’den fazla davayı görünce geçen yıl iflâsa başvurdu.

Daha öğrenemedik mi? Bir yerden sıkarsan başka bir yerden patlıyor işte. Burda da kimi cüppeli çember sakallıların uçan kuştan, patlamış kestaneden tahrik olduklarını bilmiyor muyuz?

. . . . .

1949: Chicago, Minneapolis-St. Paul, Cleveland ve St. Louis hisse senedi borsaları birleşerek Midwest Borsası’nı oluşturdular (Chicago 1882’de kurulmuştu).2018’de New York Borsası’nın da sahibi olan Intercontinental Exchange’e (ICE) satıldı. Bugün (2021) ICE bünyesinde NYSE Chicago ismiyle faaliyette.

1928: Osmanlı borçlarının tasfiyesine ilişkin anlaşma TBMM’de onaylandı. Türkiye Cumhuriyeti, Lozan’da tam karara bağlanmayan konularda 1928’in 13 Haziran günü Düyun-ı Umuniye’yle bir anlaşma yapmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun 1912 yılından önceki borçlarının %63’ünü, bu tarihten sonrakilerin %76’sını üstlenmişti.

1919: Chicago Mercantile Exchange’de vadeli işlemler başladı. 45 dk. süren ilk günde 3 vadeli yumurta sözleşmesi işlem gördü.

Kümeslerin içeriyi yıl boyunca ılımlı bir derecede tutmak için henüz alüminyum çatılara sahip olmadığı o günlerde tavuklar sadece bahar aylarında düzenli olarak yumurtluyorlardı. Dolayısıyla yumurta alıcıları tedarik risklerini hedge etmek zorundaydılar (Chicago Mercantile Exchange’in kökleri 1874’te açılan Chicago Sebze ve Meyve Borsası’na dayanıyor).