31 Ağustos
2015: “Kırmızı kategori”den aranan teröristleri ihbar ederek yakalanmalarını sağlayanlara ₺4 milyon (o gün için $1.37 milyon) ödül kondu.
Ödül miktarı; mavi kategori için ₺1,5, yeşil kategori için ₺1, turuncu kategori için ₺600 bin, gri kategori için ise ₺300 bin TL olarak belirlendi.
2019 Kasım’ında büyük ödül ₺10 milyona çıkarıldı (o gün için $1.74 milyon). Aradan geçen 4 yılda 518 üst düzey terörist etkisiz hale getirildi ve ₺35 milyon ödül dağıtıldı (toplam ödül miktarı ₺187 nilyon idi).
Ödül alan ihbarcıların kimlikleri gizli tutuluyor. İhbarcının kimliğini açıklayan kişiler hakkında cezai işlem uygulanırken, gerektiğinde ihbarcı “tanık koruma” programına alınıyor. Ödül kazanmak isteyen ihbarcıların Türk vatandaşı olması da gerekmiyor.
2006: Edvard Munch’un 2004 yılında Oslo’daki Munch Müzesi’nden çalınan o ikonik tablosu “Çığlık” bulundu. 6 yıl sonra tablonun pastel tasarımı müzayedede $120 milyona alıcı bularak dünya rekoru kırdı.
Norveçli dışavurumcu Munch “Çığlık”tan 4 adet yaptı. İkisi yağlı boya, ikisi pastel (sonra taş baskı da). Göğün kırmızıya döndüğü bir gün batımında Oslo yakınlarındaki bir fiyort üzerindeki köprüde esinlenen Munch “doğanın içinden sonsuz bir çığlığın geçtiğini hissettim” dedi. O dramatik renklerin altındaki köprüde hangi cinse ait olduğu belli olmayan birinin dehşet ve panik içinde attığı çığlık çağdaş bireyin kaygı içindeki yaşamını simgeliyor (zaten o zamanlar Munch’un manik depresif kız kardeşi akıl hastanesindeydi).
İlk yağlı boya tablo 1893 yılında Oslo’daki Ulusal Sanat Galerisi’nde sergilenmeye başladı. 101 yıl sonra, 1994 Lillehammer Kış Olimpiyatları’nın açılış gününde çalındı. Hırsızlar “berbat güvenlik önlemleri için teşekkür ederiz” diye not bıraktılar. Galeri istenen $1 milyon fidye talebini reddetti ve 3 ay sonra İngiliz polisiyle birlikte çalışan Norveç polisi tabloyu buldu. Hırsızlar yakalanıp hapse atıldılar kısa süre sonra İngiliz polisi ülkeye yasa dışı girmiş olduğu için davaları düştü ve serbest kaldılar.
İkinci yağlı boya tablo da 2004 yılında Munch Müzesi’nden çalındı. Hırsızlar kaçarken kaldırımdan geçen birisi resimlerini çekti. Hırsızlar yakalandı ama tablonun bulunması iki yıl aldı (13 yıl önce bugün).
2012 yılında Norveçli milyarder armatör Petter Olsen’in sahip olduğu ikinci pastel tasarım Londra’da Sotheby’s’de müzayedeye çıktı. Açık artırma $40 milyonla başladı ve 12 dakika sürdü. Tabloyu özel sermaye ve kaldıraçlı satın almalarda uzman olan Amerikalı yatırımcı ve koleksiyoner Leon Black $119.922.600’e alarak rekor kırdı. Rekor artık “Çığlık”ta değil (23. sıraya düştü). Bugün rekorun sahibi Leonardo da Vinci’nin “Salvator Mundi”si ($450 milyon).
. . . . .
1998: Dow Jones Sanayi Endeksi, tarihinin 2. büyük puan düşüşünü yaparak 512,61 puan kaybetti (yüzde olarak ilk 20’de bile değil). O gün The New York Post gazetesi “KISS YOUR ASSETS GOODBYE!” diye maşet attı ama endeks yılı %21,8 yukarıda kapattı.
1798: ABD’nin ilk banka soygunu gerçekleşti. Pennsylvania Bankası’na gece giren hırsızlar $162.821 götürdüler (bugünün $4 milyonu). Hırsızlardan biri enselendikten hemen sonra sarıhummadan öldü. Diğeri serbest bırakılması karşılığında parayı iade etti.
30 Ağustos
2008: 101 katlı, 492 metrelik Şangay Dünya Ticaret Merkezi açıldı. O zaman dünyanın en yüksek ikinci gökdeleniydi, artık değil. 11 yılda on birinciliğe düştü.
Binayı Japon bir aile şirketi olan Mori Building Co. inşa etti ve $1,13 milyar harcadı. Şirketin kurucusu Taikichiro Mori ekonomi profesörüydü, işini bırakıp emlâk işine girdi 1992 yılında $13 milyar yaparak dünyanın en zengin adamı oldu (serveti o zaman Bill Gates’in iki misliydi).
Şangay Dünya Ticaret Merkezi’nin inşaatına 1997’de başlanacaktı, temel kazıldı ama araya Asya Finansal Krizi girince inşaat durdu (ancak 2003’te tekrar başlayabildi). Finansmanı Morgan Stanley koordinasyonunda Çinli, Japon ve Hong Kong bankalarıyla diğer Avrupa ve Amerikan yatırımcılar yaptı.
İnşaat bir kere de tasarım değişikliği için durdu. Binanın en belirgin özelliği tepesinde ikizkenar yamuk bir delik bulunması. Bir şişe açacağına benziyor (zaten şimdi binanın hediyelik eşya dükkanında şişe açacakları satılıyor). Özgün tasarımda bu delik daire şeklindeydi, çünkü Çin mitolojisi göğü bir daire olarak betimliyor. Ne var ki, sonra protestolar geldi, çünkü bu daire aynı zamanda Japon bayrağına benziyordu. Öyle olunca tasarım ikizkenar yamuğa değiştirildi.
Bina artık dünyanın on birinci en yüksek binası. Birincilik hâlâ (2010’dan beri) Dubai’deki 163 katlı, 828 metrelik Burj Khalifa’da. İkinci en yüksek bina ise Şangay Dünya Ticaret Merkezi’nin hemen yanı başındaki 128 katlı, 632 metrelik Şangay Kulesi. Şangay Dünya Ticaret Merkezi hâlâ Çin’in ikinci en yüksek binası. Zaten Şangay dünyada en çok gökdelen bulunan beşinci kenti (159 adet). Birincilik Hong Kong’da (355 adet). İstanbul 25inci (45 adet). İlk 25 kentin 11’i Çin’de.
Liste böyle kalmayacak elbette. 2021’de tamamlanacak olan Cidde Kulesi 168 katıyla 1.000 metreyi geçecek ve birinciliğe oturacak.
. . . . .
1982: Dow Jones Sanayi Endeksi’ne ince bir ayar yapıldı. Endeksten yapı ürünleri üreticisi Manville Corp. çıkartılıp artık zamanın değiştiğinin bir göstergesi olarak günün popüler finansal hizmetler devi American Express Co. dahil edildi.
1930: Omaha’da bir çocuk doğdu. Hâlâ orada oturuyor. Orada otururken $104 milyar yaptı. Omaha kâhini Warren Buffett elbette.
29 Ağustos
2000: Küresel boğa piyasasının ne kadar kuvvetli olduğunun bir göstergesi olarak, İsveçli OM Group, Londra Menkul Kıymetler Borsası’nı satın almak için $1,2 milyarlık hasmane bir teklif yaptı (sonunda iş olmadı).
. . . . .
1997: California’da iki arkadaş bir DVD kiralama şirketi kurdular, ismini de Netflix koydular. Şirketin bugün piyasa değeri $130 milyar, 148 milyon müşterisinden yılda $18 milyar ciro yapıyor ve $1,15 milyar kâr ediyor. Son çeyrek yıllık büyümesi %26 idi, ama $14 milyar da borcu var ve 2019 2. çeyrek kârı bir yıl öncesinin aynı çeyreğine göre %30 azaldı.
Aslında şirketi kurarken ilk ismi Netflix değildi. Directpix.com, Replay.com, Luna.com (ortaklardan birinin köpeğinin ismi) gibi isimler düşünüp sonunda Kibble.com koydular. İsim sonra Netflix oldu. Başta postayla müşterilerine kiralık DVD yolluyorlardı. Kiralamayı Blockbuster gibi dükkandan değil internet üzerinden yapıyorlardı. Kuruculardan Hastings Blockbuster’dan kiraladığı Apollo 13 filmininin DVD’sini geç geri götürdüğü için $40 ceza ödemek zorunda kalınca aklına bu şirketi kurmak geldiğini söylüyor ama bu doğru değil (Blockbuster’a karşı pazarlama yapmak için uydurdu).
Fark etmez. Blockbuster artık rakipleri değil, çünkü DVD kiralama işini çoktan bıraktılar. Bugün dünya internetinin (çözünürlük bant genişliğinin) %15’ini Netflix kullanıyor (kullanıcılar günde 100 milyon saat içerik seyrediyor). Çin, Suriye, Kuzey Kore, İran hariç dünyanın 190 ülkesinde varlar.
Şirket hisse başı $15’ten 2002’de halka açıldı. Bugün hisse fiyatı $300 civarında dolaşıyor. 2018 Haziran’ında $400’ü geçtiğinde şirket değeri $178 milyara ulaşıp Disney’i sollamıştı. Şirket 2000 yılında, henüz 300 bin müşterisi varken borçlarının altında ezilince Blockbuster’a gidip bizi $50 milyona alın dedi ama reddedildi. Kötü bir kararmış. Birkaç yıl sonra Blockbuster Netflix yüzünden kayboldu gitti.
Eskiden biraz sakarlardı. 1998 yılında 100 müşteriye Clinton’un Monica Lewinsky olayı hakkında kongreye ifade verdiği DVD’yi yollayacaklarına yanlışlıkla Çin pornosu yollamışlardı. Şimdi işler farklı. Pek yakında Tesla otomobillerinde Netflix izleyebileceksiniz (ama sadece park halindeyken).
1885: Gottlieb Daimler, Reitwagen’i (binek aracı) Alman patenti DRP No. 36423 olarak tescil ettirdi. Böylelikle, ahşap şasisi ve devrim niteliğindeki benzinle çalışan içten yanmalı motoruyla Reitwagen, dünyanın ilk motosikleti ve kişisel ulaşım için ilk mekanize aracı oldu.
28 Ağustos
1970: 2 hafta önce yapılan %66’lık devalüasyon öncesi TCMB’nin bazı kişilere döviz sattığı öne sürüldü. 31 yıl sonra da aynı şey oldu. 2001 Anayasa kitapçığı krizi devalüasyonu öncesinde de zamanın TCMB Başkanı; bankalara $5,2 milyar sattığı, bunun $124 milyonunun çalışma saatleri dışında olduğu ve kendi Halk Bankası hesabındaki ₺58 milyarlık mevduatını dolara çevirdiği ($84 bin) suçlamasıyla “görevini kötüye kullanmaktan” 11 ay 20 gün hapis, (yeni) ₺136 para cezası ve 2 ay 27 gün mahrumiyetten yoksun kalma cezası yedi. Sonra hepsi ₺1.536 para cezasına çevrildi (tahmin edilen ₺35 milyon şahsi kâr karşılığında). Başkan sonra temyize gitti ama Yargıtay cezayı onadı. Bu arada TCMB’den ucuza $ alanların ne kârlar ettiği hesaplanamadı bile.
2007: Dünyanın en büyük gazino ve otelcilik şirketi Las Vegas Sands $2.4 milyar harcayarak dünyanın en büyük kumarhanesi (artık ikinci) Venetian Makau’yu açtı.
Las Vegas Sands’in içlerinde Venetian ve Palazzo’nun olduğu Las Vegas’ta 4, Makau’da 6 ve Singapur’da 1 devasa kumarhanesi var. Ayrıca Singapur’daki sanat ve bilim müzesi ve Makau’daki Four Seasons, Conrad, Holiday Inn ve Sheraton otelleri de onun. Şirket 2018 yılında $13,73 milyar ciro yapıp $2,41 milyar kâr etti. Piyasa değeri $42,4, varlıkları $21 milyar. 50 bin çalışanı var. Biri Airbus, 6’sı Boeing 7 adet yolcu ve 17 adet özel lüks jeti de var.
Kurucusu Adelson kumarhane işinde Asya’nın potansiyelini gören ilk kişi oldu. Makau’ya 3 saat uçuş mesafesinde bir, 5 saat mesafede üç milyar insan yaşıyor. Orada ilk kumarhaneyi 2004’te açtı. Makau küçük bir yer. Sadece 31 km2 ama Adelson denizi doldurdu ve orada bir Las Vegas yarattı. Şimdi orası Vegas’ın iki misli büyüklüğünde. Şimdi Venetian Makau’ya günde 100 bin kişi girip çıkıyor. 51 bin m2’lik binada 12 bin kişi çalışıyor.
Makau Avrupa’nın Asya’daki ilk ve son sömürgesi. 1557’de Portekiz’e kiralanmıştı (Portekizce hâlâ resmi dilleri arasında), 1999’da Çin’e geri verildi. Bugün dünyanın en büyük 10 kumarhanesinin 5’i Makau’da. Makau şu anda $122.489’lık kişi başı geliriyle Katar’dan ($128.702) sonra dünyanın en zengin ikinci bölgesi ama İMF’ye göre 2020’de birinci olacak. Makau aynı zamanda 651 bin nüfusuyla dünyanın en kalabalık yeri (18.534 kişi / km2). Para o kadar bol ki, hükümet ikâmeti devamlı orada olanlara her yıl $1.200 hediye ediyor (umarım o parayı kumarda yemiyorlardır). Makau’ya yılda 30 milyon turist geliyor ve hükümet gelirlerinin %76’sını kumarhaneler sağlıyor. Yalnız kumar masasına oturanları gevşetmek için Las Vegas’taki gibi alkollü içecek değil çay veriyorlar.
İsmi yanlışlıkla konmuş. Oraya gelen ilk denizci Portekizliler yerlilere bölgenin ismini sormuşlar. Onlar da yanlış anlayıp karşılarında duran tapınağın ismini (A-Ma-Gau) vermişler. Bu isim yapışıp kalmış.
27 Ağustos
1945: Varisleri Sultan II. Abdülhamit’in miras davasını kazandı. Sultanın mirasının değeri $400 milyondu (emlak değer artışları hesaba katılmadan bugünün parasıyla neredeyse $6 milyar eder).
Abdülhamit’in 7.756 taşınmazının tapuda kaydı var (2.369’u Türkiye’de – 1 milyon 256 bin dönüm). Galatasaray Adası, Bakırköy, Beykoz, Kartal, Kâğıthane, Dolmabahçe, Galata’da araziler, Nişantaşı, Kabataş, Horhor’da konaklar, Çatalca, Çekmece’de çiftlikler, Beşiktaş’ta bağ, liste uzayıp gidiyor.
Önceleri bunlar “Hazine-i Hassa”da (padişaha ait hazine) idi ve tapuları Sultan Abdülhamid’e aitti. Agop, Ohannes ve Mihail Portakal Paşalar’ın Hazine-i Hassa’nın başında oldukları senelerde imparatorluğun her köşesindeki sahipsiz araziler fermanlarla alındı ve bazılarının tapuları yine Abdülhamid’in adına çıkartıldı. 1908’de sarayın borcu birikince bir kısmı Osmanlı Bankası’ndan alınacak yeni bir borca karşılık Maliye’ye devredildi.
Abdülhamid’in tahttan indirilince tapuları yerine geçen kardeşi Sultan Reşad daha da birikmiş olan borçları ödemesi karşılığında Maliye’ye verdi, ama sonra Sultan Vahideddin, tekrar Hazine-i Hassa’ya iade etti. Cumhuriyet ilân edilip hilâfeti kaldırılınca padişahların malları devletleştirildi.
1933’ten beri miras davaları devam ediyor. Bazıları kazanıldı (Abdülhamit’in iki eşi, Sami Günzberg adında bir dişçi, vs.). Ne var ki, 1949’da Meclis tüm padişah mülklerinin millete intikal ettiğine ve vârislere devredilemeyeceğine karar verdi. Davalar hâlâ var ama artık hayal oldu. O mülklerin varislere geçme olasılığı artık bir rüya kadar gerçek.
. . . . .
1912: Edgar Rice Burroughs’un “Tarzan”ı ilk kez bir dergide çıktı. Burroughs, The All-Story dergisi için yazdığı “Tarzan” karşılığında $700 almıştı.
1859: Dünyanın bugüne dek başına gelmiş gelecek en büyük bela geldi. Edwin Drake isimli bir avarenin aklına petrol çıkarmak için yerin dibine boru sokma fikri geldi. Bu fikir dünyada milyonlarca kişinin hayatına mal oldu, oluyor. Kendine de yaramadı.
26 Ağustos
2019: Oklahoma savcısı 1886 yılında kurulan ABD menşeli uluslararası tüketim ve eczacılık malları devi Johnson & Johnson’a pazarladığı ağrı kesicilerin bağımlılık yarattığını gizlediği için $572 milyon ceza kesti. Piyasa daha büyük ceza bekliyordu, onun için ertesi gün şirket hisseleri %4,5 yükseldi. Yükseliş 2020 Şubat başına kadar devam etti (%28). Söylentide sat, haberde al olmuş…
1978: The Economist dergisi “Türkiye Orta Doğu’nun manavı, kasabı, sütçüsü olursa hem kendisi için, hem de bölge için daha yararlı olacak” diye yazdı.
. . . . .
1959: British Motor Corporation piyasaya Morris Mini-Minor’ü tanıttı. 3 metrelik bu kutuya 4 kişi sığıyordu ve BMC arabayı Süveyş Kanalı krizi nedeniyle başgösteren benzin kıtlığına karşı çıkarmıştı.
Mini, İngiliz popüler kültüründe bir ikon haline geldi ve 1999 yılında Ford Model T’nin ardından 20. yüzyılın en etkili otomobili seçildi (VW tosbağanın önünde). Mini’nin çizim ve tasarımını Yunan asıllı İngiliz Alec İssigonis yaptı. İssigonis 1906’da İzmir’de doğdu. Dedesi Demosthenis İzmir’e Paros’tan göç etmişti ve İzmir-Aydın demiryolunu inşa eden İngilizlerle çalıştığı için İngiliz vatandaşlığını almıştı. Babası Constantine de İzmir’de doğdu. Annesi Hulda Alman’dı ve BMW’nin direktörü Pischetsrieder’in kuziniydi.
Ne tesadüftür ki, BMW daha sonra Mini’yi satın aldı. 1959’da üretimi başlatan BMC 1968’de Leyland’la birleşti. Bünyesinde Austin, Rover, Mini, ve MG markalarını ve Leyland kamyonlarını barındıran Austin Rover grubunun sahibiydi. BMW grubun otomobil işini 1994’te satın aldı. 2000 yılında da Ford BMW’den Land Rover’ı satın aldı.
Mini 2000 yılına kadar İngiltere, Avustralya, İspanya, Belçika, Şili, İtalya, Malta, Portekiz, Güney Afrika, Uruguay, Venezüela ve Yugoslavya’da üretildi ve tam 5,3 milyon adet sattı.
Bugüne dek bir Mini’ye ödenen en yüksek ücret 2007 yılında yapılan bir müzayedede ulaşılan $196.980 oldu.
Tasarımcısı İssigonis’e Sir ve Şövalye ünvanları verildi. Bugün İngiltere’nin Oxford kentinde (fabrikanın eski yerinin olduğu) sokağa onun ismi verildi.
1924: Türkiye İş Bankası kuruldu.
25 Ağustos
2000: Tam da internet yatırımcıları zengin etmeye devam ederken bazılarının kafası bozuluverdi, çünkü bir basın açıklaması hizmeti olan Internet Wire, SEC’in Emulex Corp.’un muhasebe uygulamalarını araştırdığını belirten bir bülten yayınladı. 16 dakika içinde, hisse senedi piyasa değerinden $2,2 milyar kaybetti. Basın açıklamasının, Emulex hisselerini açığa satan eski bir Internet Wire çalışanının uydurması olduğu ortaya çıktı. O, $241 bin kâr elde ederken, binlerce yatırımcı donunu kaybetti ve haberde satış yaparak $110 milyon zarar yazdı. İki hafta sonra, SEC dolandırıcı Mark Jakob’u enseledi.
. . . . .
1997: Dow Corning Corp. ürettiği silikonla yapılan meme implantları yüzünden hasta olan 200 bin kadının açtığı davayı sonlandırmak için $2,4 milyar tazminat ödemeyi teklif etti.
Dow Corning 1943 yılında iki dev Dow Chemical ve Corning Glass’ın bir ortak girişimi olarak kuruldu ve dünyanın ilk ve en önemli silikon ürünler üreticisi oldu. 1961 yılında ilk silikon meme protezini geliştirdi ve bir yıl sonra ilk implant yapıldı. Ancak 1980’lerin başından başlayarak on binlerce kadın implantlar yüzünden sağlık sorunları yaşadıklarını öne sürerek şirkete dava açtılar. Dow Corning silikon protez işinden 1992 yılında koşarak kaçtı ve 1995 yılında iflâs koruması altına girerek (9 yıl boyunca) tazminatların ödenmesi için sonunda (1998) $3,2 milyarlık bir fon oluşturmaya razı oldu. Fon hâlâ tazminat ödemeye devam ediyor ama eğer bir tazminat talebiniz varsa başvuru süresi 3 Haziran 2019’da bitti. Başta bu talepler silikon implantların kansere yol açtığı üzerine odaklanmıştı ama sonra deri veremi, eklem iltihabı, otoimmün hastalıklar ve nörolojik sorunlara kaydı. Zaten idari otorite ve bilimsel araştırmalar daha sonra silikon implantların kansere ve diğer sistemik hastalıklara yol açmadığını deklare ettiler. 2017 yılında FDA (ABD Gıda ve İlaç İdaresi) “implantlar riski artırır ama risk çok az” diye bir açıklama yaptı. Kamuoyu ve tıp da artık olan riskin sadece ameliyat, vs. gibi lokal olabileceğini kabul ediyor.
Hep öyle değildi elbette. İmplant ilk kez 1895 yılında yapıldı. Dr. Czerny çıkardığı bir tümör yüzünden asimetrik olan göğüsleri düzeltmek için belden aldığı yağ dokusunu kullandı. 4 yıl sonra başka bir doktor göğse parafin enjekte edip kadını mahvetti. Ondan sonra önüne gelen oraya bir şeyler sokuşturdu. Fildişi, cam, kauçuk, öküz kıkırdağı, yün, zamk, sünger, köpük, polyester, vs. vs..
Dow Corning’in %100’ü artık Dow Chemicals’ın. Silikonda dünya birincisi ama meme için yapmıyor. ABD’de 2012 yılına dek meme implantı üretim lisansı alan 2 şirket vardı: Johnson & Johnson ve Allergan. J&J çıktı (şimdi Allegran’la birlikte 3 tane daha var.
Ben yine de şu istatistikleri vermeden kapatmayayım:
Bende memnun olan kadınların (ve erkeklerin) istatistikleri yok.
. . . . .
1987: Dow Jones Endeksi 2.722,42 ile yeni bir rekor kırarak yıl içinde %44 artış gösterdi ve sadece beş yıl önceki 776,92 seviyesini üçe katladı. Ladenburg, Thalmann & Co. baş hisse senedi işlemcisi Jon Groveman, böyle bir piyasada her haberin olumlu olduğunu söylerken haklıydı. O günlerde, her her haber iyi haberdi. Herkes piyasanın yükselmeye devam edeceğine kesin gözüyle bakıyordu. Ne var ki, iki aydan kısa bir süre sonra, 19 Ekim’de Dow tek bir günde %23 değer kaybetti.
1968: Koç Grubu “Diners Club” kredi kartı ile alışverişi Türkiye’ye getirdi.
. . . . .
1921: Dow Jones Endeksi günü sadece 0,01 yükselerek 63,91’den kapattı. Kimse bunun 20. yüzyılın en büyük boğa piyasasının başlangıcı olduğunun farkına varmadı. Endeks Eylül 1929’a gelindiğinde 381’e ulaşmıştı (+%496,6). O 8 yılın her birinde %24 getiriyle.
24 Ağustos
2014: Dünyaya Süpermen’i tanıştıran çizgi roman Action Comics’in 1. sayısı e-Bay üzerinde yapılan müzayedede $3,2 milyona alıcı buldu. Bu bugüne dek bir çizgi romana ödenen en yüksek rakam. Bundan önceki rekor $2,2 milyon idi.
Müzayede 14 Ağustos’ta başladı ve 10 gün sürdü. 13 ayrı kişi tarafından 48 kez teklif verilen müzayede $1 milyonla başladı ve çabuk kızıştı. Tam $2,7 milyonla kapanacağı düşünülürken son dakikada Metropolis Collectibles’ın sahibi iki koleksiyonerin verdiği teklifle rekor kırıldı. $3,2 milyonun %1’i omurilik sakatlıklarının neden olduğu felç vakalarının iyileştirilmesi için yapılan araştırmalara yardım yapan Christopher & Dana Reeve Vakfı’na gitti.
Süpermen Clark Kent’in ilk ortaya çıktığı 76 yıllık bu çizgi roman basıldığı yıl olan 1938’de ¢10’a satılıyordu (bugünün $2’ı) ve dünyaya şimdiki süper kahraman kavramını o getirmişti (2018’de bininci sayısı çıktı). Şimdi o ilk sayıdan sadece 50 kadarının kaldığı tahmin ediliyor. O sayıda, süpermenin yaratıcıları Siegel ve Shuster’e sayfa başı $10, toplamda $130 ödenmişti (bugünün parasıyla $2.400). Satıcı Darren Adams da bir koleksiyonerdi ve o sayıyı ölen sahibinin evindeki eşyaları bir müzayedede satın alan bir kişiden satın almış ve o güne dek $1 milyonun üzerinde gelen teklifleri geri çevirmişti.
O sayıdan bir tane de çizgi roman delisi olan Amerikalı aktör Nicolas Cage’in evinden 2000 yılında çalınmıştı. Sonra bir depoda bulundu ve 2011 yılında yapılan bir müzayedede $2,16 milyona satıldı (para Cage’e gitmedi, çünkü o parasını sigortadan zaten almıştı).
1967: Abbie Hoffman ve bir düzine “Yippie”, Amerikan kapitalizminin kalbini, New York Menkul Kıymetler Borsası’nı basıp ziyaretçi balkonundan borsa salonuna dolar banknotlar yağdırdı. Yippie’ler “bu brokerler paradan anlamazlar” diye bağırdılar. Haklıydılar, çünkü brokerler o anda işi gücü bırakıp havadan yağan paraları toplamak için birbirlerini yediler. Borsa iki ay sonra ziyaretçi balkonunu kurşun geçirmez camla kaplattı.
O sırada Vietnam Savaşı en ateşli zamanlarını yaşıyordu ve orada savaşan Amerikalı sayısı yarım milyona yaklaşmıştı. Başkan Lyndon Johnson’dı. Donald Trump ise daha 20 yaşındaydı ve askere gitmemek için öğrenciliğini uzatmaya uğraşıyor, yazları zencilere iş vermeyi reddeden babasının gayrimenkul şirketinde çalışıyordu.
Olaydan bir yıl sonra, Abbie Hoffman ve arkadaşları bu kez Demokratik Parti kurultayında bir protesto düzenleyerek başkanlığa bir domuzu aday göstermeye çalıştılar.
Abbie, 1960’ların sonlarında özgür ifade yanlısı ve savaş karşıtı hareketlerin Amerikan gençliğine yönelik radikal ve karşı-kültürel devrimci bir dalı olan Uluslararası Gençlik Partisi’nin (“Yippie”ler) kurucu ortağı olan bir siyasi ve sosyal aktivistti. Aynı zamanda 2020 yapımı The Trial of the Chicago 7 isimli filmde öyküsünü izlediğimiz Chicago Seven’ın da üyesiydi. 52 yaşındayken bol içkiyle birlikte 150 adet uyku hapı yutarak intihar etti.
1961: İstanbul Petrol Rafinerisi A.Ş. (İPRAŞ) üretime başladı. O zaman şirketin %51 hissesi TPAO’nun, %49’u ABD’li Caltex’indi. 1983’te İpraş ve üç rafineri Tüpraş çatısı altında toplandı. 1991’de %2,5 hissesi halka arz oldu ve İMKB’de işlem görmeye başladı. 2000 yılında ikinci halka arzla birlikte hisselerin %34’ü İstanbul ve Londra Menkul Kıymetler borsalarında işlem görmeye başladı. 2006’da da Koç Holding A.Ş.’ye hisse devri gerçekleşti.
. . . . .
1927: Harry M. Markowitz, küçük bir bakkal işleten Morris ve Mildred Markowitz’in oğlu olarak Chicago’da dünyaya geldi. 1950-1952’de, çeşitlendirmenin erdemini kanıtlayan ve modern portföy teorisi için zemin hazırlayan karmaşık matematiği tasarladı. 1990’da da bu çalışmaları için Nobel Ekonomi Ödülü’nü aldı.
. . . . .
1909: Union Pacific ve Northern Pacific’i yöneten demiryolu kodamanı ve sermayedar Edward Harriman öldü. Herkes demiryolu hisselerini satmaya koşunca da Dow Jones Demiryolları Endeksi iki günde değerinin %3’ünü kaybetti. Harriman, 14 yaşında okulu bırakıp Wall Street’te getir götürcü olmuş, sekiz yıl sonra da orada üyelik satın almıştı. Demiryolları kralı olarak yaptığı servet öldüğünde $200 milyondu. Hepsini eşine bıraktı. Bugünün neredeyse $7 milyarı eder.
23 Ağustos
2016: New York’taki 102 katlı Empire State binasının sahibi New York Empire State GYO, Katar Devlet Fonu’nun şirketin %9,9 hissesini $622 milyona satın aldığını duyurdu.
New York Empire State GYO, Empire State binası da dahil olmak üzere New York ve etrafında neredeyse 1 milyon m2 ofis alanının sahibi ve işletmecisi ve %95’i halka açık.
1934’te kurulan GYO’nun halka açık hisselerinin çoğu Vanguard, Blackrock gibi kurumsal yatırımcıların elinde ve piyasa değeri $5 milyara yaklaşıyor. Norveç, Avustralya ve Japonya fonlarından da yatırımcıları var. Şirket hisseleri bu haberden sonra tarihi zirvesini ($22,31) yaptıktan sonra 2008 krizi sonrası neredeyse 10 yıl boyunca yükselen emlâk fiyatlarının durulmasıyla şu sıralar tarihi diplerde ($13) geziniyor ama kârlı ve hissedarlarına güzel temettüler ödemeye devam ediyor.
77 milyon ton kapasiteyle dünyanın en büyük sıvı doğal gaz kaynklarına sahip olan Katar’ın enerjiye bağımlılığını azaltmak için 2005’te kurulan Katar Devlet Fonu’nun ise varlıkları $320 milyara erişmiş durumda. ABD’nin birçok yerinde emlâk yatırımları var.
2007’de İngiliz süpermarket devi Sainsbury’yi satın alma girişimi duvara çarptıktan sonra Barclays, Credit Suisse, Porsche ve Volkswagen gibi birçok şirkette azınlık hisseleri de var. Önceleri paraları yönetilmeleri için uluslararası yatırım fonlarına veriyorlardı ama artık daha doğrudan yatırım yapma stratejisine geçtiler.
2017’de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn Katar ile diplomatik ilişkileri askıya alınca yurt dışında bulunan $20 milyarı eve getirdiler ve 2015-2020 arası için belirledikleri $35 milyarlık ABD yatırımlarını $10 milyar daha yükselttiler.
Şimdi bankacılar düşük seyreden enerji fiyatları ve 2022 dünya kupası altyapı yatırımları nedeniyle fonun yeni para bulmakta eskisi kadar rahat olmayacağı görüşünde. Katar Devlet Fonu’nun yatırımları halka açıklanmıyor.
. . . . .
1999: New York Hisse Senedi Borsası’ında bir üyelik sandalyesi rekor fiyatla $2,65 milyona el değiştirdi.
. . . . .
1982: Dow Jones Sanayi Endeksi son birkaç günde %10’dan fazla yükselirken, “Boğa piyasası başladı mı?” soruları sorulmaya başladı. Wall Street uzmanları “Bu mümkün değil” dediler. Goldman Sachs yatırım stratejisti Steven Einhorn milletle alay etti. Bunun bir boğa piyasasının başlangıcı olarak görülmemesi gerektiğini, çünkü henüz ekonomik faaliyet tarafından doğrulanmadığını söyledi. Merrill Lynch’in teknik analisti Richard McCabe, “Piyasanın sonbaharda eski düşük seviyelerini (777 civarı) test etmek için geri geleceğini düşünüyoruz” dedi. Halbuki, Dow bir daha 777 seviyesinin yanına bile yaklaşmadı ve arkasına bakmadan tarihin en büyük boğa piyasalarından biri başladı.
. . . . .
1976: Vanguard, ilk perakende endeks fonu olan First Index Investment Trust’ı alaycı çığlıklarla karşılaşmasına rağmen piyasaya sürdü. Fidelity Yönetim Kurulu Başkanı Edward C. Johnson III’ün o gün “Oyunun adı en iyisini yapmaktır ve yatırım yöneticilerinin ortalamadan daha iyisini yapmaya çalışmamalarını düşünemiyorum” dedi. Bugün Vanguard 500 Endeks Fonu olarak bilinen bu fon, $1 trilyon yakın mal varlığıyla artık dünyanın en büyük ikinci yatırım fonu. Zaten birinci olan da yine Vanguard’ın Toplam Hisse Senedi Piyasası Endeks Fonu.
1890: Brezilya’nın en büyük (dünyanın 19.) hisse senedi borsası BOVESPA (Bolsa de Valores de São Paulo) hayata geçti. Bugün 475 şirketin işlem gördüğü borsanın piyasa değeri $1 trilyona yakın.
Bovespa 1960’lara kadar Finans Bakanlığı’na bağlı bir kamu teşebüsüydü ve brokerler bile devlet tarafından atanıyordu. 1965/66’da sektörde yapılan reformlarla daha kurumsal bir rol aldı ve 2007’de özelleşti.
2008’de önemli değişiklikler oldu. Önce Brezilya Ticaret ve Vadeli İşlemler Borsası (BM&F) ile birleşti, sonra karşılıklı %5 pay alışverişi yaparak CME grup ile ortak oldu. 2017’de de ismi B3 (Brasil, Bolsa, Balcão) olarak değişti.
Bugün BOVESPA’da (hem borsada hem de tezgâh üstü piyasalarda) hisse senetleri, vadeli sözleşmeler (hisse senedi endeksleri, etanol, kahve, mısır, şeker, altın, sığır, soya fasulyesi, faiz ürünleri, dövizler) ve yapılandırılmış ürünler işlem görüyor. Merkezi São Paulo ama Rio de Janeiro, Şanghay ve Londra’da ofisleri var.
22 Ağustos
2019: Amerikan SPK’sı SEC, Deutsche Bank’ın iş kazanmak için yabancı hükümet yetkililerinin akrabalarını işe alarak ABD yolsuzluk yasalarını ihlâl ettiği suçlamalarını çözmek için $16 milyon ödemeyi kabul ettiğini söyledi.
2018: Forbes dergisi yılın en çok para kazanan aktörünün George Clooney olduğunu açıkladı. Clooney 2018 yılında $239 milyon kazandı (çoğu tekila şirketinin satımından).
Amerikan Forbes dergisinin ana konuları finans, yatırım, sanayi ve pazarlama ama aynı zamanda her yıl dünyanın en çok kazanan oyuncuları, sporcuları, ünlüleri, milyarderleri gibi sıralamalar yapıyor. Aslında 2018 yılında Clooney reklâmlardan ve eski filmlerinden $6 milyon kazandı ama esas parsayı 2011 yılında iki diğer yatırımcı ile birlikte kurdukları Casamigos isimli tekila şirketini satarak vurdu. 2011 yılında her biri $600 bin yatırmıştı. 2018 yılında şirket uluslararası İngiliz alkollü içecek devi (Smirnoff, Johnny Walker, Baileys, Guinness, Moët & Chandon, Hennessy, Veuve Clicquot) Diageo’ya $1 milyara satıldı ($700 milyon peşin, kalan $300 milyon 10 yıla yayılacak). Clooney’nin payına hemen $233 milyon düştü. $600 bin yatır, 7 yıl sonra $233 milyona sat. Adam sadece seksi değil, aynı zamanda akıllı da. (Bu arada, Diageo dev ama dünyanın en büyüğü değil. Dünyanın en büyük alkollü içecek şirketi Çinli Kweichow Moutai.)
Halbuki Clooney 2018 yılında Matt Damon’un oynadığı Suburbicon isimli filme yönetmişti ama film gişede para kazanmadı. Fark etmez bugün Clooney’nin banka hesabında yarım milyar dolar var. Evet yarım milyar. Yâni siz sabah kahvenizi içer gazetenizi okurken Clooney saatte $27.283 yapıyor. Bizim memlekette asgari ücretli saatte ¢50 kazanıyor.
George bir de Lübnan menşeli İngiliz avukat Amal ile evli. O da akıllı, $10 milyonu var. İkisi beraber, etti $510 milyon. Amerikan komedyen Steve Martin’in dediği gibi, 10 liran varken 2 liraya ekmek alırsan 8 liran kalır. 10 milyonun varken 2 liraya ekmek alırsan hâlâ 10 milyonun kalır. Matematik böyle işte.
. . . . .
1999: İsviçre’nin gizli servis şefi Dino Bellasi, zimmetine 9 milyon İsviçre frangı geçirdiği ve bu parayı özel bir ordu kurmak için kullandığı iddiaları üzerine tutuklandı. Operasyon, Bellasi’nin halefinin şüphelenmesi üzerine Ağustos 1999’da birlik hesapları denetlendiğinde ortaya çıktı. Dino Bellasi başlangıçta üstlerini suçladı ve yukarıdan bir “gölge istihbarat servisi” kurma talimatı aldığını söyledi ama sonra bu iddiasından vazgeçti. Yine de bu olay İsviçre istihbarat servisinin de dahil olduğu iddiasıyla uluslararası bir sansasyon yarattı. Bellasi, dolandırıcılık, evrakta sahtecilik, asılsız suçlamalar ve diğer suçlardan altı yıl hapis cezasına çarptırıldı ve dört yıl sonra Ağustos 2003’te erken tahliye edildi. Demek ki bu gibi olaylar sadece muz cumhuriyetlerinin özelinde kalmıyormuş.
21 Ağustos
1999: New York Hisse Senedi Borsası üyeliği rekor fiyata satıldı ($2,65 milyon). Borsa 1792’de 24 broker tarafından bir çınar ağacının altında kurulup Tontine kahvehanesinde faaliyetlerine başlamıştı ama şimdiki ismini alması 25 yıl sürdü. Daha sonra da (1868) 1.060 üyelik satışa çıkarıldı. Bir üyeliğin o zamanki sabit fiyatı $4 bindi (bugünün $89 bini).
Zamanla üyelik fiyatları arza taleebe ve ekonominin durumuna göre oynamaya başladı. Büyük Buhran yıllarına kadar fiyatlar $685 bine kadar çıkmıştı ama sonra çakıldı. 1942 yılında bir üyelik $17 bine satıldı.
Borsa tarihinin en pahalı satışı ($3,575 milyon) aynı zamanda son satış oldu. 2006 yılında üyelik diye bir şey kalmadı, çünkü borsa halka açıldı ve daha sonra da Intercontinental Exchange (ICE) tarafından satın alındı ($10 milyarın üzerinde bir bedelle).
Var olan 1.366 üye, üyeliklerini geri satmak zorunda kaldılar ama iyi de kâr ettiler ($300 bin nakit, $70 bin kâr payı ve esas bomba: yeni şirkette 80 bin hisse).
1911: Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa isimli tablosu Paris’teki Louvre Müzesi’nden İtalyan hırsız Vincenzo Peruggia tarafından çalındı. Tabloya sigorta ettirilmek için 1962 yılında bugüne dek tarihin en yükseği olan $100 milyon (bugünün parasıyla $837 milyon) değer biçilmişti. Hiçbir zaman sigorta yapılmadı, çünkü onu korumak için yerleştirilen türlü güvenlik önlem ve teçhizatının değeri hep sigorta değerinden daha düşük oldu.
Aslında bu hikâye Mona Lisa hakkında değil. Vincenzo Peruggia o gün Louvre’a çalışanların girdiği kapıdan çalışanların giydiği tulumu giyerek girip tabloyu Salon Carré duvarından söktü, tuluma sardı ve elini kolunu sallayarak çıktı. Tabloyu 2 yıl boyunca Paris’teki apartmanında sakladıktan sonra sabrı tükendi ve İtalya’ya döndü. Hep amacının Napolyon’un çaldığı tabloyu anavatanına geri kazandırmak olduğunu söyledi ama bu palavraydı. Tabloyu hem Floransa’daki Uffizi Müzesi’ne satmak istedi hem de Leonardo tabloyu sarayın adamı olabilmek için Fransa Kral I. Francis’e hediye etmişti. Uffizi polise haber verdi, Vincenzo hapsi boyladı, 6 ay yatıp çıktı ve İtalya’da vatansever kahraman ilân edildi. Tablo da Louvre’a geri döndü.
1932 yılında, Amerikalı milyarder William Hearst’ün sahip olduğu New York Journal’da çalışan hızır gazeteci Karl Decker, hırsızlığı aslında Arjantinli (güya) markiz Eduardo de Valfierno’nun (varlığı hiçbir zaman kanıtlanmadı) plânladığını yazdı. Ona göre Valfierno zeki bir dolandırıcıydı ve ünlü ressamların kopyalarını yapan adamları vardı. Mona Lisa kopyalarının iyi para getirmesi için aslını yok etmek istemişti.
Bu yazdığı palavra ama Karl Decker’in daha önce becerdiği bir iş değil. O 30 yaşlarına gelirken Hearst’ün New York Journal’ı ile Pulitzer’in New York World’ü kıyasıya bir rekabet içindeydi. Öne çıkmak için hep sansasyonel bir şeyler patlatıyorlardı. Hearst’e fırsat 1896-1898 Küba Bağımsızlık Savaşı’nda (İspanya’dan) geldi. Genç yazarı Karl Decker’i Küba’ya yolladı. Decker konsolosun ve devrimcilerin yardımıyla hapiste olan özgürlük savaşçısı Evangelina Cosio y Cisneros’u kaçırdı. 3 gün sakladı, sırma saçlarını koca bir şapka altına aldı, erkek gibi giydirdi, ağzına bir puro verdi ve sahte belgelerle limandan çıkartıp ABD’ye getirdi.
Hearst de kadını bir ödül gibi sergiledi, Beyaz Saray’a çıkarttı ve gazetecilik zaferini ilân etti. Basın hâlâ aynı basın, acımasız ve sansasyon avcılığı hâlâ devam ediyor ama Evangelina’dan sonra bir Amerikan savaş gemisi batırıldı, ABD İspanya’ya savaş açtı ve sonuç Küba’nın bağımsızlığını kazanması oldu.
. . . . .
1754: İngiltere’de William Murdock isimli bir çocuk doğdu. 1792’de kömür-gaz aydınlatmasını icat ederek Londra sokaklarının – ve kısa süre içinde dünyanın büyük şehirlerinin çoğunun – geceleri aydınlatılmasını sağladı. Artık, gün batımı karanlık ve sokaklar geceleri korkularla dolu olmayacaktı. Aynı zamanda, bu sayede insan üretkenliği ve güvenliği büyük bir sıçrama yaptı.
20 Ağustos
2015: Kazakistan para birimi, hükümetin küresel para birimleri ve emtia fiyatlarındaki büyük dalgalanmalarla başa çıkmak için serbest dalgalanmaya geçmeye karar vermesinin ardından dolar karşısında %20’nin üzerinde değer kaybetti. Politika değişikliği, Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in varil başına $30’a kadar düşebileceğini söylediği petrol fiyatında olası bir çöküşe hazırlanmak için bütçe açığını azaltma talimatı vermesinden bir gün sonra geldi. Bütçe açığı düşürüleceeeek… düşür!Talimatla ekonomi idaresi orada da sonuç vermedi. 2015’de 185 Tenge $1 satın alıyordu, bugün $1 için 430 Tenge gerek.
1999: Güney Kore’de bankaların ülkenin ikinci büyük holdingi (o devlere orada “chaebol” deniliyor) Daewo’nun 25 iştirakinin çoğunu satmaya zorladığı açıklandı.
Daewo’yu küresel bir dev haline kurucusu Kim Woo-Choong getirmişti. Bir valinin oğlu olan Woo Choong küçükken gazete dağıtıcısı olarak çalışmış ve geliriyle fakir bir aileyi geçindirmişti. Babasının kolları uzundu, eski cumhurbaşkanının danışmanıydı. Woo-Choong iyi okullarda okudu. Mezuniyetten sonra çalışmaya başladığı şirketten çabuk çıkıp 1967’de 5 kişi ve $5 binle Daewo Industries’i kurdu. Hem okuldan tanıdıkları hem de babasının siyasi çevresi sayesinde hızla yükseldi ve sadece 30 yıl içinde Daewo’yu bir dev yaptı. Hyundai, LG ve Samsung gibi şirketlerin kaç yılda bu başarıya ulaştıklarına bakılırsa bu çok kısa bir süre.
1990’lı yıllarda Daewo varlık sıralamasında G. Kore’nin ikinci, satışlarda da üçüncü büyük holdingi oldu. Çin’de buzdolabı, Burma’da kumaş, K. İrlanda’da kaset, California’da yarı-iletken üretti. Dünyaya otomobil, uçak parçaları, bilgisayarlar, vinçler sattı. Bir ara 110 ülkede 320 bin kişi çalıştırıyordu, ama çok borçluydu. Asya krizinin patlak vermesiyle 1999’da battı. Woo-Choong yurt dışına kaçırdığı milyarlar, muhasebe dalavereleri ve $80 milyar borçla tüydü.
2005’te dönüp tutuklanarak 10 yıl hapis cezası yedi, $22 milyarına el konuldu. İki yıl sonra cumhurbaşkanı Roh Moo-hyun onu affetti (G. Kore başkanları her yılda geleneksel olarak bazı suçluları affediyorlar). Daewo’nun çöküşü G. Kore ekonomisine de darbe vurdu. Daewo yüzünden batmanın eşiğine gelen bankalar vergi mükelleflerinin parasıyla ($29 milyar) kurtarıldı.
Woo-Choong zirveydeyken “Her Yol Altınla Kaplı” isimli bir kitap yazmış Amazon’da çok satmıştı. Ya her yol altınla kaplı değil, ya da her kitap altın değerinde değilmiş.
1952: Napoli’de yapılan Avrupa Güzellik yarışmasında Günseli Başar birinci oldu. Film ve sahne teklifleri, magazin pırıltıları, paranın kokusu ona cazip gelmedi. Kızını yurt dışında okutma karşılığında Erol Simavi’ye hayır demeyip Hürriyet gazetesinde 1 yıl köşe yazdı.
Ailenin Rumeli, Gürcü, Kafkas köklerinden gelen dışı kadar içi de güzeldi. İstanbul Ünivesitesi Merkez Binası bahçesindeki Atatürk ve Türk Gençliği Anıtı’ndaki Kız heykelinin modelliğini yaptı. Ona modellik teklif edildiğinde “Bu kadar ulvi bir şeye hayır diyemezdim. Çünkü Ata’nın yanında bulunarak Türk genç kızını temsil etmek benim için bir onurdu” dedi. Yıllar sonra heykeli ziyaret ettiğinde “Oraya gelirken çok heyecanlıydım. Bahçeye girip heykeli görünce ağlamaya başladım. Çünkü hepimiz Atatürk’ün çocuklarıyız ve onun yanında olabilmek benim için bir onurdu” dedi.
19 Ağustos
2016: Meclis, İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye yönelik anlaşmayı onayladı. Anlaşmaya göre İsrail, 2010 yılında Gazze’ye yardım götüren gemiye yapılan ve 10 Türk’ün ölümüne neden olan İsrail komando baskını için Türkiye’ye $20 milyon tazminat ödeyecekti.
2004: Google halka açıldı. $85’le başlayan işlemler günü %18 yükselerek $100.34’ten kapattı. Şirket o gün 22,5 milyon hisse satıp $1.9 milyar topladı ama kolay olmadı:
Google’ın halka açılışı en büyüklerden biriydi ve medyanın dilinden düşmedi. Hem biraz farklı yapıldı hem yanlışlar yapıldı.
Google, herkesin yaptığı gibi işi yüklenicilere bırakıp hisseleri onların istedikleri kurumlara dağıtmalarına izin vereceğine “açık eksiltme” (Dutch Auction) yöntemini seçti. Bu yöntemle herkes almaya razı olduğu fiyat teklifini yaptı ve en düşük başarılı teklif herkesin (daha fazla teklif vermiş olsalar dahi) alacağı fiyatı belirledi (bu yöntem; tüm hisselerin muhafazakârca piyasanın talebini yansıtan o başlangıç fiyatından satılmasını sağlayan bir yöntem).
Google hepsi satılsın diye halka arz fiyatını düşük tutmaya çalışan yüklenicilere güvenmedi ve başta halka arz fiyat aralığını $108-$135 olarak belirledi. Ne var ki, bu aralık spekülatörleri korkuttu, çünkü ortada herkesin bildiği bazı sorunlar vardı. Zaten açılış fiyatını açık eksiltmede $85’e indiren bu sorunlardı.
Bu sorunların başında Playboy dergisinde yayımlanan bir mülâkat geliyordu. Bu SEC (Amerikan SPK’sı) kurallarına aykırıydı. Halka açılış sürecinde şirketlerin medyayı bu şekilde kullanmaları yasaktı. Bu halka açılışın ertelenmesiyle sonuçlanabilirdi ama Google binlerce dolar harcayarak içinde Playboy mülâkatının da olduğu revize bir izahname yayınlayıp kurtuldu.
Yapılan ikinci yanlış ise halka açılış öncesinde çalışanlara tahsis edilen hisselerin resmi olarak kaydettirilmemiş olmasıydı. Bu da Google’ı hisseleri geri satın almak zorunda bıraktı, yoksa SEC’ten büyük ceza yiyeceklerdi.
Yapılan en büyük yanlış ise o tipik Wall Street oyununu oynamayıp yüklenicileri pas geçerek açık eksilme yöntemini seçmeleriydi. Bu da elbette kenarda kalan büyük Wall Street yüklenicilerini öfkelendirdi. O leziz komisyonlarını kazanamadılar ve en iyi yaptıkları iş olan fiyat şişirme kampanyasına girişmedikleri için halka arz fiyatı düşük kaldı.
Yine de halka arzın başarısız olduğu söylenemz. Hem şirket iyi para topladı hem de halka arzdan hisse alıp hâlâ tutan yatırımcıların (ve hisse sahibi çalışanların) bugün hepsi dolar milyoneri.
. . . . .
1983: ABD’nin Kuzeybatı Pasifik bölgesinde beş nükleer santralin inşasını finanse eden Washington Kamu Güç Kaynağı Şirketi, “yatırım yapılabilir” olarak derecelendirilmiş olmasına rağmen, $2,25 milyarlık tahvilini ödeyemedi ve temerrüde düştü. Bu olaydan sonra, şirketin WPPSS olan borsa sembolünü yatırımcılar hep WHOOPS olarak telaffuz ettiler.
Bugün herkes elektrikli arabaları geleceğin teknolojisi olarak görüyor ama ilk elektrikli taksiler Londra caddelerinde 1897‘de bugün (19 Ağustos) dolaşmaya başladı. Üstelik onlar bile ilk değildi. İlk elektrikli arabalar 1830’larda ortaya çıktı.
Çıkardığı sesten dolayı “sinekkuşu” veya tasarımcısının (o zaman daha 23 yaşındaydı) soyadı olduğu için “Bersey Taxi” diye bilinen Londra’nın bu ilk elektirkli taksileri atsız bir at arabasına benziyordu. Bu tasarım bilerek yapılmıştı, çünkü o zamanki Londra taksileri at arabalarıydı (şöförler tarafından kabul görsün diye). 700 kg. ağırlığındaki pillerle 48 km. gidilebiliyor, saatte 19 km. hıza çıkılabiliyordu (zaten bugün Londra merkezinde taksilerin ortalama hızı saatte 11 km.).
Ne var ki, işler iyi gitmedi. Bersey sadece 75 adet satabildi, ilk yılda £6.200 zarar etti (bugünün parasıyla £782.000) ve 1899’da kapandı. Tutmadı, çünkü sadece bir şarj istasyonu vardı, araba 2 ton ağırlığındaydı ve Londra şöförleri işlerini kaybedeceklerinden korktular.
Londra bugün 21 bin taksisinin 2020 sonunda 9 bininin elektrikli olmasını, 2032’de de caddelerinde hiç dizel taksi kalmamasını hedefliyor.
Dünyada elektrikli otomobil satışları (hibridler dahil) 2018 sonunda 5 milyona erişti (üçte ikisi tam elektirkli). Bunların neredeyse yarısı Çin’de satıldı. Avrupa’da 1,35 ve ABD’de 1,13 milyon (yarısı California’da) satış oldu. Rakam hızla büyüyor ama hâlâ çok küçük. Elektrikli otomobillerin olmayanlara oranı dünyada %2,1. Bu oranda dünya lideri Norveç (%6,1).
Türkiye’de özel tüketim vergisi elektrikli binek otomobiller için son derece düşük (hibrid için değil) ama satışlar hâlâ çok az. 2018’de satılan 486,321 binek otomobilin sadece 155 tanesi tam elektrikli, 3.899 tanesi de hibrid. Trafiğe kayıtlı 12,5 milyon binek otomobilin 9.495 tanesi tam elektrikli veya hibrid. Norveç %6,1’e ulaşmış, bizdeki oran %0,08. İyiye gidecek. Bu linkte güzel ve kısa bir rapor var: https://www.wikizero.com/en/Renewable_energy_in_Turkey
18 Ağustos
2008: Rus sırıkla atlamacı Yelena Isinbayeva Pekin Olimpiyatları’nda 5,05 atlayarak yeni bir dünya rekoru kırdı (kendisinin 24. dünya rekoru) ve ikinci olimpiyat altın madalyasını kazandı. 28 kez dünya rekoru kırdı.
Isinbayeva gelmiş geçmiş en başarılı Rus atletlerden biri ve kadınlar sırıklama atlamanın hâlâ dünya rekortmeni (Pekin’den bir yıl sonra 5,06 atladı). 15 yaşına kadar jimnastilçi olarak yetiştirildi ama boyu uzun olduğu için branş değiştirdi (1.74). Altı ay sonra da ilk uluslararası altın madalyasını kazandı. İki olimpiyat altını (ve bir bronz) ve üç dünya şampiyonluğu var. 2005’te 5 metreyi geçen ilk kadın oldu (sonra sadece Amerikalı Jenn Suhr geçebildi).
Ona “etekli Bubka” diyorlar. Sergey Bubka da 35 kez kırmış, her kırışında başta Nike olmak üzere sponsorlardan $100 bin almıştı. Isinbayeva da para kazanmayı ondan öğrendi. Sadece rekorlarıyla değil Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği’nin (IAAF) Altın Ligi’nde (artık Elmas Lig) iki kez jackpot’u aldı (birinde $500 bin diğerinde $333.333). Altın Lig’de $1 milyon altı yarışı da kazanan atletlere bölüştürülüyordu. Atletizmde para olmadığından şikayet ederdi ama 2009’da Çin’in en büyük spor giyim markası Li Ning ile 5 yıl süreli yıllık $1.5 milyona anlaşma yaptı. Rus televizyonlarında Toshiba’nın yüzü. 2016’da Rusya Los Angeles Olimpiyatları’na alınmayınca kendini emekli etti.
Gitseydim 5,10 atlardım dedi. Kaçan balık büyük olur ama sonra sıkı Putin’ci oldu. Hatta açıkça Putin’in anti-gay politikalarını destekledi. Soçi’de tırnaklarını gay sembolü gökküşağı renklerine boyayan kadın atletleri eleştirdi. Rus atletlerin devlet örgütlenmesiyle doping yaptığını ifşa eden düdük çalıcı Yuliya Stepanova’nın atletizmden ömür boyu men edilmesini istedi. Ruslar olmadan Los Angeles’ta kazanılacak altınların teneke olacağını buyurdu.
Spor akademisinden master diploması var, doktora yapıyor, aynı zamanda Rus ordusunda yüzbaşı. Babası Dağıstanlı bir tesisatçı. Zor koşullarda büyüdü ama hâlâ dünya rekortmeni (Bubka’nın rekorunu Fransız atlet Lavillenie 6,16 ile 2014’te kırdı).
. . . . .
2004: Venezuela’da muhalefet liderleri, 8.900 sandık merkezinden 500’ünün, muhalefet lehine kullanılan oy sayısını sınırlamak için yapay bir üst sınırla programlanmış oylama makinelerini kullanmakla suçladı. 2003 yılında Chavez rejimi, yazılımı yapan Bizta Software’in %28’ini satın almıştı. Bizta, olay patladıktan ve $91 milyonluk referandum ihalesinin önemli bir bölümünü aldıktan sonra o hisseleri geri aldı.
. . . . .
1982: Kimsenin bekemediği bir anda aniden ortaya çıkan boğa piyasasının fişeklemesinin ardından, New York Borsası’nda günlük işlem hacmi 132.681.120 hissenin el değiştirmesiyle ilk kez 100 milyon hisseyi aştı.
1961: Türkiye’de ilk kez bir banka soyuldu. Soyan da yine Türkiye’nin ilk gangsteri kabul edilen kibar çapkın Necdet Elmas’tı. Özel kurulmuş 700 kişilik polis ve asker ekipleri ancak 12 gün sonra ihbar sayesinde onu Darıca’da yakalayabildiler.
Necdet Elmas Konya’da fakir doğup 12 yaşında evden kaçmıştı. Okumadı. Hukuk Fakültesi’ni yarım bıraktı, memur oldu, sonra 7 yaşındaki çocuğunu kansere kaybetti. Çalıp çırptı, içeri girip çıktı.
Sultanahmet Cezaevi’ndeyken kalp rahatsızlığı gerekçesi ile hastaneye sevk edilmişti. Dönüşte askerleri kandırıp Emirgan’a rakıya götürdü, sonra tuvaletten fıydı. Güzel konuşur, iyi giyinirdi, kibardı, çapkındı.
“The Gangbuster of İstanbul” imzasıyla gazetelere mektuplar gönderdi, beceriksiz polisleri eleştirdi. Hatta yeni soygun plânlarını bile anlattı. Neredeyse bir halk kahramanıydı. O gün çalıntı “Şevrole”si ve Sten tabancasıyla Polis Merkezi’nin 30m. yanındaki İş Bankası Kazlıçeşme şubesine girip 165 bin 850 lirayı götürdü (bugünün ₺800 milyarı eder). Yakalanana dek 30 binini kadınlarla yedi.
20 yıl yedi. 1974 affıyla çıktı. Bir ara Beşiktaş’ta büfe işletti, sonra memleketi Konya’ya döndü ve 2017’de Antalya’da öldü.
1947: Hewlett-Packard Co. şirketleşti ve $1,5 milyon satış yaptığını açıkladı (10 yıl sonra halka açılacak). Aslında Bill Hewlett ve David Packard 25 yaşlarındayken (1938) işi kiralık bir garajda $538 sermaye ile başlatmışlar, şirketin isminin Hewlett-Packard mı, yoksa Packard-Hewlett mi olacağını yazı tura atarak belirlemişlerdi.
17 Ağustos
1998: Rusya ruble’yi devalüe etti, iç borçları ödemedi ve dış borçları için de moratoryum ilân ederek ülkeden milyarlarca dolarlık sermayenin kaçmasına neden oldu.
Krize çeşitli isimler verildi (Rusya Finansal Krizi, Ruble Krizi, Rusya Gribi). Krizin düşen verimlilik, yüksek sabit kur rejimi, kronik bütçe açıkları, $5,5 milyara mal olan Çeçenistan savaşı, 1997’de başlayan Asya finansal krizi, petrol fiyatlarındaki düşüş ve Başkan Yeltsin’in siyasi hataları gibi birçok nedeni vardı.
Haziran 1998’de sermaye kaçışını önlemek ve rubleye destek vermek için faiz oranları %150’ye yükseltildi. Temmuz’da İMF ve Dünya Bankası $22,6 milyar yardımı onayladı (daha sonra bunun $5 milyarının gelir gelmez çalındığı ortaya çıktı). Plâna göre milyarlarca dolarlık kısa vadeli devlet tahvilleri uzun vadeli Eurobond’larla swap edilecekti. Bürokratların israrına rağmen hükümet ruble kurunu dar bir bant içinde tutmaya devam etti. Hükümet greve giden işçilerin $12,5 milyar tutan maaşlarını ödeyemedi. Devletin borcu, gelirlerinin %40 üzerine çıktı.
Duma (parlemento) önerilen önlemleri onaylamadı. Güven kayboldu, bankalara hücum ve müthiş bir ruble satışı başladı. Merkez Bankası rublenin değerini korumak için $27 milyar doları sokağa attı. Enflasyon %84’e yükseldi ve bazı bankalar battı. Uluslararası bankalar da büyük zararlar yazdılar. Deutschebank satın almasaydı Bankers Trust da batacaktı. Yeltsin siyasi gücünü büyük ölçüde kaybetti. Nobel ödüllü ekonomistlerle Wall Street dahilerinin kurduğu ve risksiz arbitraj yapacağını söyleyerek yatırımcılardan $1 milyar toplayan LTCM fonu Fed’in zorlamasıyla kurulan bir konsorsiyum ve Buffett’ın paralarıyla zor zoruna kurtarılabildi.
Fakirleşen insanlardan ve batıklardan sonra (1999-2000) Rusya bataktan çabuk kurtulabildi, çünkü petrol fiyatları yükseldi ve düşük ruble ulusal sanayi ve tarımın işine yaradı. Petrol hâlâ Rusya’nın karısı. Vezir de eder, rezil de.
. . . . .
1982: The New York Times gazetesi Wall Street’in durumunun içler acısı bir halde olduğunu yazdıktan tam 2 gün sonra, zamanın ünlü felâket tellallarından olup devamlı çöküş çığıran Salomon Bros.’un baş ekonomisti Henry Kaufman birden karar değiştirip faiz oranlarının ciddi miktarda düşeceğini ve hisse senedi piyasalarının artık uçuşa geçeğini rapor etti.
Wall Street o gün kafayı yedi. Piyasa %4,9 yükselirken işlem hacmi rekor kırdı, yükselen/düşen hisseler oranı 10:1 oldu. Daha birkaç gün önce 1980-1982 resesyonunun sonucu olarak endeks 776.92 en düşüğünü görmüştü. 17 Ağustos ise işte o “Büyük Reagan Boğa Piyasası”nın başlangıcı oldu. O düşükte başlayan yükseliş 19 Ekim 1987’nin o korkunç Kara Pazartesi’nde yatağa düşse de 1990-1991 resesyonunun başlangıcı olan Temmuz ayına kadar sürüp 2905’e kadar devam edecekti.
1967: İzmir Aliağa Rafinerisi’nin temeli Başbakan Süleyman tarafından atıldı.
1907: II. Abdülhamid, motosiklet ve otomobil gibi sıvı yakıtlı çağdaş taşıtların ithaline izin verdi.
. . . . .
1896: Skookum Jim ve Tagish Charlie adlı iki kızılderili, George Carmack adlı bir Kaliforniyalı ile birlikte Alaska, Skagway yakınlarındaki Klondike Nehri’nin bir kolu olan Rabbit Creek’te altın külçeleriyle dolu bir çöküntü buldular ve dereye “Bonanza Deresi” adını verdiler. Böylelikle, Alaska Altına Hücum furyası da başlamış oldu.
16 Ağustos
2012: İdrar ve dışkıyı hidrojen ve elektriğe dönüştüren ve güneş enerjisiyle çalışan bir tuvalet, Bill & Melinda Gates Vakfı sponsorluğunda Seattle’daki Tuvaleti Tekrar Keşfet Yarışması’nda $100 binlik birincilik ödülü kazandı.
. . . . .
2009: Peru’nun dünyanın en büyük sahte ABD doları “fabrikası” haline geldiği bildirildi. O günlerde polis, sadece Lima’da her ay 10 milyon dolarlık sahte dolar ele geçiriyordu ve o dolarlar çoğunlukla İtalya, Fransa, Almanya ve Ekvator gibi ülkelerde dolaşıyordu.
. . . . .
2007: Lexington, South Carolina’lı iki dini bütün kız kardeş, Charlene ve Darlene, 1997’den 2006’ya kadar 9 yıl süren bir macerada Amerikan Savunma Bakanlığı’nı $20,5 milyon dolandırmaktan suçlu bulundular.
Charlene ve Darlene’in Lexington’da bir nalbur dükkanları vardı (C&D Distiributors) ve ABD Savunma Bakanlığı’na devamlı sevkiyat yapıyorlardı. Bakanlığın bilgisayar sistemindeki bir delik sayesinde 9 yıl boyunca büyük paralar kazandılar (112 faturanın toplamı $20,5 milyon idi).
Hikâye 1997’de başladı. Sistem onlara hiç beklemedikleri bir $5 bin yolladı. Parayı geri iade ettiler ama sistemin “acil” koduyla yapılan her sevkiyatı (genelde Afgan ve Irak birlikleri için) fiyatına bakmaksızın anında ve otomatik olarak ödediğini gördüler. Sonra faturalamalar başladı. $8.75’lik bir dirsekli boru için $445.640, $10.99’luk bir tıpa için $492.096, $59.94’lük bir torba vida için $403.436’lık fatura kesip paralarını aldılar. 9 yıl böyle devam etti. Ta ki 2006’da ¢19’luk bir vida puluna $998 fatura kesene dek.
Yakalanınca Darlene hemen intihar etti ve zarfta bakanlığa $4,5 milyonluk bir çek bıraktı. Charlene 6,5 yıl hapis cezası yedi ve bakanlığa $15,5 milyon ödemeye mahkum edildi. 2015’te serbest kaldı. 60 yaşında.
Duruşması sırasına savcı dalavereden kazandığı paralarla aldıklarının listesinin 10 sayfa uzunluğunda olduğunu söylemişti: 6 konut (dördü plajda), 10 araba (biri BMW, biri Lexus, $96 binlik bir Mercedes), bol mücevherat, 5 perakende dükkan (çeşitli işler) ve mezun olduğu üniversitenin stadyumunda fiyatı $250 bin olan bir loca.
2005: J.P. Morgan Chase 2001’de Enron’un çöküşüne yol açan dolandırıcılıkta oynadığı rolün bedeli olarak $350 milyon ödemeyi kabul etti.
15 Ağustos
2000: ABD SPK’sı SEC, halka açık şirketlerin aynı anda kamuyu bilgilendirmeden seçilmiş analistlere önemli bilgileri sızdırmasını yasaklayan Fair Disclosure (“Adil Aydınlatma”) düzenlemesini yürürlüğe koydu. Wall Street öfke çığlıklarıyla tepki gösterdi, ancak sonuçta FD Yönetmeliği en azından birkaç analisti, sözde başından beri inceledikleri şirketleri gerçekten analiz etmek gibi yeni bir şeyi denemeye zorladı.
1929: Ülkenin önde gelen ekonomistlerinden biri olan Leonard P. Ayres (Cleveland Trust Co.) “Bu menkul kıymetler için bilinen değer standartlarının artık eski önemini korumadığı yeni bir çağ,” buyurdu ve elbette herhangi bir dönemi “yeni çağ” olarak ilân eden çoğu insan gibi çuvalladı. İki ay sonra borsa çöktü ve Büyük Buhran yılları başladı.
1914: Atlantik ve Pasifik Okyanusları’nı birbirine bağlayan, müthiş bir ticaret rotası açan ve maliyetleri büyük ölçüde düşüren Panama Kanalı açıldı.
Kanal fikri ilk kez 1513’te İspanyol kaşif Balboa tarafından ortaya atılmıştı. 1534’te Kutsal Roma İmparatoru 5. Karl inşaat için keşif yaptırdı ama bunun mümkün olmadığına karar verildi. 1826’da Amerikalılar işe girişti ama güç kaymasından endişe eden Simon Bolivar tarafından reddedildiler (o zamanlar orası Kolombiya’ya aitti). 1881’de Fransız diplomat de Lesseps iyi para toplayıp (çünkü Süveyş Kanalı’nı o inşa etmiş ve çok başarılı olmuştu) kazılara başladı, ama büyük bir hata yaptı. Burası Süveyş Kanalı gibi düz bir yer değildi ve gemileri kaldıracak kapaklı havuzlar gerektiriyordu. Üstelik o araziyi sadece kuru mevsimde ziyaret etmişti ve sellerin neler yaptığını bilmiyordu. İşin içine tropik hava, yılanlar, zehirli böcekler, sarıhumma ve sıtma da girince 22 bin kişi öldü ve bugünün parasıyla $8 milyar buhar oldu. Sonra havuzları yapmak için meşhur kuleyi yapan Gustave Eiffel işe alındı ama şirket battı.
ABD kanalı hep Nikaragua’ya yapmak istiyordu ama 1890’da Fransızlar ABD hükümetini Fransız varlıklarını satın alıp kanalı Panama’da inşa etmeye ikna ettiler (Nikaragua projesi hâlâ hayatta – 2013 yılında Çinliler Nikaragua hükümeti ile $40 milyarlık bir proje için anlaştılar). Varlıklar için $100 milyon isteyip $40 milyonda anlaştılar. Kolombiya işe taş koyunca ABD Panama’da isyan çıkartıp Panama’yı devlet yaptı ve $10 milyon da onlara vererek işi satın aldı.
İnşaat başladı, bu sefer sadece 5.600 işçi öldü ama bugünün parasıyla bir $9 milyar daha harcanarak zamanından önce bitirildi. ABD 1921 yılında Panama devletini tanıması karşılığında Kolombiya’ya $25 milyon (bugünün parasıyla $358 milyon) ödedi. Ondan sonra bütün parsayı ABD topladı ve 1977 yılında da ilelebet tarafsız kalması şartıyla kanalın tüm hakları Panama hükümetine devredildi.
En ucuz geçiş ücretinin $2 bin (bugüne dek en pahalısı $1,2 milyon) olduğu kanal bugün Panama’ya yılda $2 milyar gelir sağlıyor (kanalı tarih boyunca en ucuz geçen kişi 36 cent ödeyen Amerikalı bir maceraperest oldu – yüzerek). Bugün 82 km. uzunluğundaki kanalı gemiler 8-10 saatte geçebiliyorlar. Yılda 14 bin gemi geçiyor. Gemileri kendi kaptanları değil, oranın uzman kaptanları yönlendiriyor. O kanaldan geçebilecek ölçüdeki gemilerin teknik ismi bile var: Panamax.
Son olarak: Herkes Atlantik’ten Pasifik’e geçişin doğudan batıya olduğunu zanneder. Tam tersi. Haritaya bakınız.
14 Ağustos
2006: Zamanın New York valisi Michael Bloomberg küresel bir sigarayı bırakma kampanyası için kendi cebinden $125 milyon harcayacağını duyurdu. Daha sonra (2019) başkanlık yarışı için de $600 milyon harcadı (kampanya boyunca günde $6 milyon). Hepsi buhar oldu. Dokunmaz, merak etmeyin. Bankada $54,9 milyarı var.
1962: İtalya ve Fransayı Alpler’in altından birbirine bağlayan Mont Blanc Tüneli’ni iki taraftan delen Fransız ve İtalyan işçiler son engeli de patlatarak birleştiler.
Alpler’in altından tünel açma fikri 19. yüzyıla dayanıyor ama 1907 yılına dek pek ilgi görmedi. Sonra da araya dünya savaşları girdi ve inşaat 1959’da başlayabildi. İtalyan-Fransız işbirliğiyle inşa edilen tünel 1965’te açıldı. O zaman dünyanın en uzun karayoulu tüneliydi (11,6 km.). Artık değil. Bugün en uzun karayolu tüneli Norveç’te (24,5 km.). Dünyanın en uzun trenyolu tüneli ise İsviçre’deki 57 km.’lik Gotthard Tüneli. Tünelin inşasında 5 mühendis ve 350 işçi toplam 4,7 milyon saat çalıştılar, 555 bin m3 kayayı patlatmak için 711 ton patlayıcı, 60 bin ton çimento kullanıldı.
Mont Blanc Tüneli tam da 3.842m. yüksekliğindeki Aiguille de Midi zirvesinin 2.480m. altından geçiyor (dünyanın yine Gotthard’dan sonra en derin ikinci tüneli). Günde 5 bin araç geçiyor, aralarındaki mesafeyi güvenli tutmak için gişelerden içeri ancak belirli sayıda araç salınıyor. İçeride saatte en yavaş 50km., en hızlı 70km. ile gidebilirsiniz. Gidiş geliş ücreti otomobiller için €57.
1999 yılında Belçika plâkalı Volvo markalı bir kamyonun motoru alev aldı ve 53 saat söndürülemeyen yangında ısısı bin dereceye yükselen (çünkü kamyon 23 bin litre margarin yüklüydü) tünelde mahsur kalan 39 kişi can verdi. Bir İtalyan güvenlik görevlisi hayatta kalabilen 12 kişinin 10’unu bizzat kurtardığı için kahraman oldu ama sonra açılan davada tünelin güvenlik şefleri, işletme şirketinin yöneticileri, kamyon şöförü hapis ve para cezaları aldılar. Savcı Volvo’ya karşı suçlamaları reddetti. İşletme şirketi ölenlerin ailelerine yardım için kurulan fona €13.5 milyon ödedi. Aslında felâketin en büyük nedeni tüneli Fransız ve İtalyan olmak üzere iki ayrı şirketin işletmekte olmasından ortaya çıkan koordinasyonsuzluktu. Olaydan sonra tek yönetici şirket kuruldu. Yangından sonra tünel 3 yıl kapalı kaldı ve 9 Mart 2002’de çok daha etkin güvenlik özellikleriyle tekrar açıldı.
1934: Paşabahçe Cam Fabrikası’nın temeli Başvekil İsmet İnönü ve İktisat Vekili Celal Bayar’ın katılımıyla Beykoz Paşabahçe’de törenle atıldı. Türkiye’nin ilk cam üretim tesisi olan fabrika, 17 Şubat 1934’te Atatürk’ün talimatı ile, Bakanlar Kurulu kararı sonrası İş Bankası öncülüğünde kurulmuştu. Cumhuriyet sonrası modern Türkiye’sinin inşaası için büyük önem taşıyan fabrikada çalışan işçilerin çoğu civarda oturan ailelere mensuptu. 4 Temmuz 1935 yılında üretime başlayan fabrika, 2002’de üretimine son verdi.
13 Ağustos
1997: New York emniyetinde görevli polis memuru Justin Volpe, Haiti’li göçmen Abner Louima’yı dövüp sodomize etmekten tutuklanıp 30 yıl hapis yedi. New York Polis Departmanı tarihin en büyük tazminatını ödedi ($8,75 milyon).
Abner Louima Haiti’den göç etmiş bir ABD vatandaşıydı. Evli ve bir çocuk babasıydı. Elektrik mühendisiydi ama göçmen olduğu için iş bulamamış, bir arıtma tesisinde güvenlik görevlisi olarak çalışabiliyordu. 9 Ağustos gecesi bir gece klübüne gidip bir kavgaya karıştı. Olay mahalline polisler geldiler ve Abner’ı eşek sudan gelinceye kadar dövdüler.
Polis memuru Volpe daha sonra karakolda elleri kelepçeli Abner’i pataklamaya devam etti, kıçına bir süpürge sapı soktu, sonra boklu sapı ağzına sokuşturmaya çalışırken dişlerini parçaladı. Abner 2 ay hastanede kaldı, 3 ameliyat geçirdi.
Volpe suçlamaları önce reddedip sonra itiraf etti ve 30 yıl hapis cezası alıp $277.495 ödemeye mahkum edildi. Hâlâ hapiste, 2025’te çıkacak. Ona yardım edip Abner’i yere mıhlayan polis memuru Charles Schwartz 15 yıl 8 ay hapis cezası yedi. İki diğer memur da olayı örtbas etmeye çalışıp adaleti engelleme suçundan cezalar aldılar. Dava sonucunda New York Polis Departmanı o güne dek tarihin en büyük cezası olan $8,75 milyon tazminat ödemek zorunda kaldı.
Mahkeme ve avukat masrafları çıktıktan sonra Abner’in cebine $5,8 milyon kaldı. Gidip kâr amacı gütmeyen bir vakıf kurup daha da fazla para toplayarak Haiti’de, New York’da ve Florida’da Haiti’li göçmenler için hastaneler ve halkevleri açtı, Haiti’de çocukların okul paralarını karşıladı. Şimdi Florida ve Haiti’de birer evi, Florida’da emlâk yatırımları var. Hâlâ polis şiddetine karşı protestolara katılıyor.
1979: BusinessWeek dergisi HİSSE SENETLERİNİN ÖLÜMÜ diye bir kapak yaptı ve şöyle buyurdu: “Sadece ülkenin finansal piyasalarındaki değişiklikleri anlamayan veya bunlara uyum sağlayamayan yaşlılar hisse senetlerine bağlı kalıyor. ABD ekonomisi artık muhtemelen hisse senetlerinin ölümünü neredeyse kalıcı bir durum olarak görmek zorunda – bir gün tersine dönebilir, ama yakında değil…. Bu “kalıcıya yakın durum” sadece üç yıl sürdü ve ABD hisse senetleri tarihininin en büyük boğa piyasasını 1982’de başlattı.
12 Ağustos
2018: Malezya şeriat mahkemesi lezbiyenliği yasaklayan İslami yasayı uygulayarak iki kadına 6 sopalık dayak ve 3.300 ringgit ($806) para cezası verdi. Dünyanın tüm kılıç kalkan ekipleri bu olaydan haberdardır herhalde.
. . . . .
1982: ABD’de iki aracı kurum, bir devlet tahvili satıcısı olan Lombard-Wall Inc. ve küçük hisse senetlerinde bir piyasa yapıcı olan Colin, Hochstin Co. iflâs ettiler. Oppenheimer & Co.’da hisse senedi alım satım başkanı olan Gary Fragin, “Sürekli bir ralli görmeden önce piyasanın düşmesi gerekecek, çünkü son zamanlarda hiçbir yükseliş kalıcı olmuyor.” dedi. The New York Times, “Wall Street’te Karanlık Günler” adlı uzun ve acımasız bir otopsi raporunda Wall Street’in bir enkaz olduğunu yazdı. Makale şöyle diyordu: “Son iki hafta içinde, tüm endeksler, her taraftan gelen acımasız ekonomik haberlerle kuşatılmış Wall Street’in kalıcı bir ralli gerçekleştirememesi nedeniyle yeni düşük seviyelere düştü. Bu cesaret kırıcı bir alamettir ve dibe ulaşılmadığının bir göstergesidir. En iyimser analistler bile havlu attılar.” Bu yorumların ardından Dow Jones Sanayi Endeksi 218,23 puan düşerek 776,92’de kapattı. Bu ta 1966 yılında görülen en yüksek seviyenin bile altındaydı. Ne yazık ki, bu gazetede her okuduğuna inanan yatırımcı kitlesi için pek hayırlı olmadı, çünkü hemen ertesi gün piyasa tüm zamanların en muhteşem boğa piyasasını başlatmış olacaktı.
1920: Charles Ponzi, binlerce yatırımcıdan $6 milyondan fazla para aldıktan sonra Boston’da mali dolandırıcılıktan tutuklandı. Yatırılan her $1.000’i 90 gün sonra $1.500 olarak geri ödemişti ama yalnızca yeni gelenlerden daha fazla para alarak ya da bir yargıcın daha sonra söylediği gibi, “Ali’nin külahını Veli’ye giydirerek”. Bu tür saadet zincirleri daha sonra hep “Ponzi” entrikaları olarak anılmaya başladı.
1851: Isaac Singer dikiş makinesinin patentini aldı. Aslında ondan önce Hunt ve Howe gibi başkaları da patent almıştı ama Singer makineyi geliştirdi ve dakikada 900 dikiş yapacak hale getirdi.
Kendisi de dakikada 900 dikiş yapan bir adamdı. Boşanmış annesi onu 10 yaşında terk etti, o da 12 yaşından evden kaçıp bir gezgin tiyatroda aktörlük yapmaya başladı. 19 yaşında evlenip 2 çocuk yaptı. 6 yıl sonra sahne arkadaşı Mary Ann ile kırıştırmaya başladı (bu ilişki 25 yıl sürdü) ve karısını başka bir adamla birlikte olduğu için boşadı. Mary Ann ile 10 çocuk yaptı (ikisi ölü doğdu).
Bu arada bir avukatla ortak olup şirketini kurdu ve dikiş makinelerini $100’den satmaya başladı (bugünün parasıyla $2.800). Elbette az satıldı ama ortağı sayesinde hem makineyi teknolojik olarak geliştirerek maliyeti $10’a indirdiler hem de piyasaya taksitle satma yeniliğini getirdiler. Bu onu milyoner yaptı. Gidip İskoçya’da fabrika açarak ABD’nin ilk uluslararası şirketlerinden biri oldu.
New York’taki fabrikada çalışanlarından biriyle kırıştırmaya başladı. Ondan da 5 çocuk yaptı (yine ikisi ölü doğdu). Bu arada bu yeni kızın kardeşini de götürdü. Sonra Fransa’da hürriyet heykeline modellik yaptığı söylenen 19 yaşındaki Isabelle ile evlenip 6 çocuk daha yaptı. Çok daha sonra New York’ta gizli bir karısı ve bir çocuğu olduğu ortaya çıktı.
Sonuçta 4 kadından 24 çocuğu vardı. Çok zengin oldu. Öldüğünde $14 milyonunu (bugünün parasıyla $350 milyon) yaşayan 20 çocuğun 19’una eşit olarak miras bıraktı. İlk karısından boşanırken karısının tarafını tutan çocuğa $500 bıraktı.
Uçkuru kaçkın ama ürettiği dikiş makinesi sanayi devrimini başlattı. Hatta Karl Marx’ın kitabında bile bir risk olarak yer buldu. Şirketi bugün hâlâ var ve 168 yaşında, kaldıraçlı satın almalarıyla ünlü olan özel sermaye şirketi Kohlberg & Co.’nun portföyünde. Singer büyük adamdı. Evet uçkuru kaçkındı ama arkasında Saint Petersburg’dan New York’a kadar birçok kentte müthiş binalar bıraktı. New York’taki 47 katlı Singer Binası 1968 yılında yıktırılana dek dünyanın en yüksek binasıydı (hatta 11 Eylül’deki World Trade Center olayına dek yıkılan en yüksek bina da oydu).
11 Ağustos
2008: Kirayı ödemekte zorlanan 3 San Fransisco’lu arkadaş ev sahiplerini ve kiracıları bir araya getiren online konaklama hizmeti aracılık şirketi Airbnb’yi kurdular. Evden atılmamak için evdeki 3 şişme yatağı gecelik kiraya vermeye karar verip (şirketin isminde onun için “air” var) internete koydular. Sitenin ismi “airbedandbreakfast.com” idi. Yataklar geceliği $80’e hemen müşteri buldu. Böyle olunca da fikri geliştirip para aramaya başladılar.
O yıl Obama ve McCain başkanlık için yarışıyordu. Bizimkiler ikisinin resimlerinin olduğu kutularda mısır gevreği satarak $30 bin topladılar. O zaman beri de şirkete fon yağmaya devam ediyor. Bugüne kadar girişimciler şirkete $3,4 milyar sermaye koydular. Bu da şirketin bugünkü değerini $38 milyara getirdi. 2011’e gelindiğinde Airbnb 1 milyonuncu gecelemesini sattı. Bu rakam bir yıl sonra beşe, bir altı ay sonra da ona katladı. Şirket ancak 2016’da kârlı hale geldi. 2108 yılında $3,8 milyar ciro yapıp $140 milyon kâr etti. 2020 cirosunun $8,5 milyara çıkması bekleniyor.
Şirketin kurulduğu 2008 yılında 400 kişi siteden kiralama yaptı. Bugün neredeyse dakikada bir 400 kişi kiralama yapıyor. Bir Airbnb yerinde bugün gecede ortalama 2 milyon kişi kalıyor (2017’deki rekor gecesinde bu rakam 3 milyondu).
Sitelerinde, dünyanın 191 ülkesinden (İran, Suriye, Sudan ve K. Kore hariç dünyanın %97’sini kapsıyorlar) 6 milyon+ yer kiralık. 3.100 çalışanıyla dünyanın 34 kentinde ofisleri var.
Airbnb kullananlar dünya kentlerindeki lokantalarda son bir yılda $10 milyara yakın para harcadılar ama yerini kiraya verenler de (Airbnb üzerinden) bugüne dek $65 milyar kazandılar. Airbnb kira üzerinden %3 ilâ %23 arasında komisyon alıyor ama çift haneli rakamlar pek kalmayacak gibi gözüküyor.
Airbnb’de kiralık sadece ev yok. Şatolar, yatlar, ağaç evler, iglular, döşeli mağaralar, deniz feneri kuleleri ve hatta özel ada bile bulabilirsiniz (bugüne dek kiralalan en küçük yer Berlin’de 1m2’lik bir odaydı).
Daha belli değil ama halka arz kokuları gelmeye başladı (Microsoft da 11. yılında halka açılmıştı). Şirketin plânları arasında bir havayolu kurma bile var.
Şirketin logosu ters dönmüş bir kalp ama farkettiniz mi, ortadaki ilmek bir harita raptiyesine benzetilmiş. Logonun ismi Bélo (ait olmak fiilinden geliyor). İnsanları, mekanları ve sevgiyi temsil ediyor ve şirketin dünyanın her yerinden insanları birleştirme ve herkesin ait olduğu küresel bir topluluk yaratma vizyonunu anlatıyor.
İglunuz varsa durmayın, verin kiraya…
. . . . .
1996: Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan İran’dan 22 yıl boyunca $20 milyarlık doğal gaz alımı anlaşmasını onayladı.
. . . . .
Bir toplumun nasıl bir toplum olduğunu en büyük anıtlarından anlayabilirsiniz: Roma’nın Coliseum’u, Mısır’ın piramitleri, Çin’in Çin Seddi vardı. İşte 1992’de bugün, ABD dünyanın en büyük alışveriş merkezi olan 650 milyon dolarlık (bugünün 1,4 milyar doları), 400 bin m2 büyüklüğündeki (7 stadyum sığar) Mall of America isimli AVM’nin Bloomington, Minnesota’da açılmasıyla gelecekteki arkeologları şaşırtacak bir anıta kavuştu. AVM’de 520 mağaza, 50 restoran, 24 eğlence parkı, 30 bin bitki, 400 ağaç, 12.550 araçlık otopark ve köpekbalıkları, vatozlar, dev deniz kaplumbağaları ve diğer su canlılarının yer aldığı 4,5 milyon litrelik bir akvaryum var. 13 bin kişinin çalıştığı AVM’yi yılda 40 milyon kişi ziyaret ediyor. Walt Disney World’ün iki mislinden fazla.
1987: Alan Greenspan Fed’in 14. Başkanı olarak göreve başladı ve 5 dönem (18 yıl, 173 gün) koltuğunda kaldı (küsuratı bile Ağbal’ın 132 gününden fazla). Fed’in en uzun süre görev yapmış başkanı 1951-1970 arasında başkan olan McChesney idi (18 yıl, 304 gün).
1928: Cumhuriyetçilerin başkan adayı seçilmesi nedeniyle yaptığı konuşmada Herbert Hoover “Bu ülkede yoksulluğa karşı kazanacağımız zafere hiçbir zaman bu kadar yakın olmamıştık. Artık fakirhane diye bir şey kalmayacak. Çok yakında, Allahın izniyle, fakirlik bu ülkeyi terk edecek.” dedi. Allah izin vermedi. Bir yıl sonra ABD dünya tarihinin en büyük ekonomik çöküntüsünü yaşayacaktı.
10 Ağustos
2019: Pedofiliden hüküm giymiş ve gözden düşmüş bir milyarder olan Jeffrey Epstein (66) hapishane hücresinde ölü bulundu. Epstein, Manhattan Islah Merkezi’ndeki hücresinde kendini asmıştı. ABD Virgin Adaları’ndaki mahkeme belgeleri daha sonra Epstein’ın mal varlığına 56 milyon dolardan fazla nakit dahil olmak üzere 577 milyon dolardan fazla değer biçti. Epstein’ın Virgin Adaları’nda iki mülkü vardı ve bunlardan biri olan Little St. James daha sonra yerel halk tarafından “Pedofil Adası” ve “Orgy Adası” olarak adlandırıldı. Epstein ayrıca en az 15 araca ve iki uçağa sahipti.
. . . . .
2001: Ekonomik krizle boğuşan ve her 3 kişiden biri yoksulluk sınırı altına inen Arjantin’de 1 milyon kişi sokağa çıkıp Aziz Cayetano’ya dua ederek iş ve ekmek istedi. Aziz duymamış olacak ki dualar işe yaramadı ve Arjantin yıl sonunda $93 milyarlık borcunu ödeyemedi ve temerrüde düştü. Sadece borç veren ülkeler değil asıl Arjantin halkı zarar gördü. Para dışarıya kaçtı, yabancı yatırımlar tamamen durdu, peso dört misli devalüe oldu, ülke ekonomisi %11 küçüldü ve enflasyon %40’ın üzerine çıktı.
Ne ironidir ki, dua edilen Aziz Cayetano 1539 yılında yüksek tefeci faizlerine alternatif olup dar gelirlilere düşük faizle kredi verebilmek için banka kurmuştu (o banka bugün Intesa Grubuna bağlı ve dünyanın en eski bankalarından biri olan Banco di Napoli).
Yine ne ironidir ki, 2018‘de, yine aynı gün (10 Ağustos), bu sefer ülkemizde televizyonlar halktan dolarlarını ve altınlarını bozdurup Türk Lirasına çevirmelerini isterken daha yılın başında 3,78 olan $/TL paritesi bir günde 5,53’ten 6,80’e, ertesi gün de 7,21’e kadar çıktı.
1951: Denizcilik Bankası Kuruluş Kanunu kabul edildi. 500 milyon sermayeyle kurulup 1952’de faaliyete geçti. Bankacılık kısmı 1992 yılında Türkiye Emlak Bankası ile birleştirildi. 1997’de Denizbank adına bankacılık lisansı yeniden tanımlanarak üç şube binasıyla satışa çıkartıldı.
1945: Kuruluş tarihi 1878 olan Tokyo Borsası şiddeti iyice artan müttefik bombardımanına dayanamayıp kapandı ve ancak 4 yıl sonra (1949) tekrar açılabildi.
. . . . .
1897: Alman kimyager Felix Hofman asetilsalisilik asidi işledi ve Aspirin’i yarattı. İki yıl sonra çalıştığı şirket Bayer ilacın patentini aldı. İlk ağrı gidericileri Mısırlılar söğüt kabuğundan alıyorlardı. Aslında Aspirin Avrupa’ya ilk kez 1763’te girdi. İngiliz papaz Edward Stone söğüt kabuğunu çiğneyerek canlandığını gördü ve olayı bilim çalışmaları yapan Londra Kraliyet Kurumu’na bildirdi. Akabinde herkes o mucize ilacı geliştime işine girişti. Bir asır sonra Fransız kimyacı Charles Gerhardt bugünkü Aspirin’in nasıl yapılacağını yazdı ama kimse oralı olmadı. İşi 40 yıl sonra Hoffman becerdi.
Küçük çocuklar için tehlikeli ve çeşitli yan etkileri ve zararları var ama mucize bir ilaç Aspirin. Sadece akşamdan kalmalara değik kalp, alzaymır ve kanser hastalarına, artrite, karın ağrısına, hazımsızlığa, gribe, uyku bozukluklarına, migrene, sivilceye, kepeğe, nasıra iyi geliyor. Bir tek tıpta değil, başka alanlarda da mucizeler yaratıyor. Meselâ ölü aküyü canlandırabilir, vazo çiçeklerinin ömrünü uzatır, ter lekelerini çıkartır. Hatta şşşşşşşşşşşşş boynunuzdaki aşk ısırığı izlerini bile Aspirin’le saklayabilirsiniz.
1940’lı yıllarda Arjantin dünyanın en çok kişi başı Aspirin tüketicisi oldu, çünkü daha sonra first lady olacak Eva Peron radyoda cingıllarını söylüyordu. 1950’lerde ise dünyanın en çok satan ilacıydı. Bugün dünyada yılda 60 milyar Aspirin tableti yutuluyor. Bir Amerikalı yılda 120 adet yutuyor. Evet, Amerikalılar yutuyor, İngilizler suda eritiyor, Fransızlar da fitil olarak alıyorlar. Fransızlar işte!
Bayer bu işten iyi kazanıyor. Tüm işlerinde yılda €40 milyar satış yapıp €2,6 milyar temettü ödüyor. €10 milyar FAVÖK’ü, €60 milyar piyasa değeri var. 117 bin kişi çalıştırıyor, spor klübü Bayer Leverkusen’in de sahibi. Geçmişi biraz bulanık. Nazi konsantrasyon kamplarındaki esirler üzerinde deneyler yapmak için Nazi subaylara rüşvet verdikleri ortaya çıktı.
9 Ağustos
1995: İnternet hisse senetleri sektörü, 16 aylık Netscape’in $28’lik başlangıç fiyatıyla halka açılması ve NASDAQ’da işlem görmeye başlmasıyla büyük bir patlamayla doğmuş oldu. İlk alıcıların hiçbiri satmaya istekli olmadığından, lider yüklenici Morgan Stanley, borsa işlemleri başlamadan önce açılış fiyatını $71’e çıkarmak zorunda kaldı. T. Rowe Price’ın önde gelen teknoloji analisti Lise Buyer, “Buna nasıl değer biçeceğimi bilmiyorum, ödemeye razı olduğunuz bir bedeli seçin ve onu rasyonelleştirmenin bir yolunu bulun” dedi. Hisseler günü $58,25’ten kapattı.
Netscape web tarayıcısı bir zamanlar piyasa lideriydi, ancak 1990’ların ortasında %90’dan fazla olan pazar payı 2006’da %1’in altına düşmesiyle, o ilk tarayıcı savaşında Internet Explorer ve diğer rakiplerine yenildi.
. . . . .
1994: Aydın Doğan, Hürriyet grubunu satın aldı. Hürriyet, 1 Mayıs 1948 tarihinde Sedat Simavi tarafından kurulmuştu. 1988’de logosu değişti, 1992’de de Erol Aksoy, Dinç Bilgin ve Haldun Simavi’nin ortak girişimi haline geldi. 1994 yılında, %70 hissesi Doğan Yayın Holding tarafından satın alındıktan sonra, 22 Mart 2018’de de Demirören Holding tarafından satın alındı.
. . . . .
1973: Merkez Bankası genelgesiyle dolar alımı kısıtlandı ve İstanbul’da bankaların $200’den fazlasını bozamayacakları açıklandı.
1970: Cumhuriyet tarihinin 3. devalüasyonu yapıldı. 1 dolar 9 TL’den 15 TL’ye çıkarıldı. Güya ithalat düşecek, ihracat patlayacak, dış ticaret dengesi düzelecekti ama hem ithalat azalmadı hem de patlayan ihracat değil zam furyası oldu. Şeker %11 gaz %38 benzin %40, mezar fiyatları %100, taksi, otobüs ve nakliye ücretleri %35, meyve, sebze ve ithal mallar %10 ilâ %60 arası zam yedi.
İlk Cumhuriyet dönemi devalüasyonu 1946’da Recep Peker Hükümeti tarafından yapıldı. Dolar 1.31 TL’den 2.83 TL’ye çıktı. İkincisinde (1958) Adnan Menderes Hükümeti doları 2.83’ten 9 TL’ye devalüe etti.
Aslında, IMF 1970 devalüasyonun 1968’te yapılmasını istedi, hükümet kabul etmeyince 1968 Şubat’ında yapılacak Stand-By’dan vazgeçti. Siyasi iktidar 1969’da seçim yapılacağı için devalüasyon yapmayı göze alamadı. Daha sonra Nisan ayında İMF ikna edildi. İstediği devalüasyon ve tedbirler de 2 yıl sonra gerçekleşti.
Başbakan Süleyman Demirel 9 Ağustos 1970 Cumartesi akşamı bakanlara “evinize gidin, yüzünüzü gözünüzü yıkayın, Bakanlar Kurulu toplantısına, gelin” dedi ve gece yarısına kadar çalışıp devalüasyon kararını aldılar. Halbuki hükümet piyasadaki devalüasyon söylentilerini daha birkaç gün önce yalanlamıştı. Aslında bu karar üzerinde 4 aydır çalışılıyor ve sadece 5 bürokrat biliyordu (Maliye Bakanı Mesut Erez, Hazine Genel Sekreteri Kemal Cantürk, Merkez Bankası Başkanı Naim Talu, Devlet Plânlama Müsteşarı Turgut Özal ve Gelirler Genel Müdürü Adnan Başer Kafaoğlu). Karar ertesi gün radyodan duyuruldu.
Bu olay tarihe 10 Ağustos devalüasyonu olarak geçti ama kararın bir gün önce kesinleşmiş olması solayısıyla İMF kayıtlarına 9 Ağustos olarak işlendi.
Bu sonuncu olmadı ve devalüasyonlar dalgalı kur rejimine geçene dek durmadı, zaten ismine devalüasyon denmese de TL’nin değer yitirme süreci hâlâ devam ediyor.
8 Ağustos
2014: Birleşik Arap Emirlikleri’nin bayrak taşıyıcısı Abu Dabi merkezli Etihad, Alitalia’ya %49’luk hisse karşılığında 750 milyon dolar daha enjekte etmeyi kabul etti. Alitalia, bir zamanlar İtalya’nın bayrak taşıyıcısı ve en büyük havayoluydu. 1946’daki kuruluşundan 2009’da özelleştirilene kadar devlete aitti. Özel bir şirket iken kârlılığa geçemeyince 2020’de yine devlete geçti ve 15 Ekim 2021’de faaliyetlerini durdurarak tüm operasyonunu yeni kurulan ve şu anda İtalya’nın bayrak taşıyıcısı olan Italia Trasporto Aero S.p.A.’ya (ITA Airways) satıldı. ITA’nın çoğunluk hissesi (%59) Ekonomi ve Maliye Bakanlığı aracılığıyla İtalya Hükümeti’ne, kalan hissesi ise Lufthansa Group’a (%41) ait.
. . . . .
1981: Dalaman Havaalanı açıldı. Yapımına 1976 yılında başlanmıştı. 7 Mart 2014 tarihinde yapılan ihalede en yüksek teklifi €705 milyon ile YDA Havalimanı Yatırım ve İşletme A.Ş. yaptı ve 31 Aralık 2040 tarihine kadar havalimanının işletme hakkını aldı.
1963: Bruce Reynolds liderliğindeki 17 kişilik çete Glasgow’dan Londra’ya giden posta treninden içi £2,62 milyon dolu 120 çantayı çaldılar. Tarihe “Büyük Tren Soygunu” diye geçen bu olay daha sonra kitaplara, dizilere, filmlere konu oldu. Çalınan paranın (bugünkü değeri £55 milyon) sadece £400 bini geri toplanabildi.
Çete, haftalar süren titiz bir plânlamanın sonunda gerçekleşti. Kraliyet posta idaresinde çalışan birinin tren ve taşıdıkları hakkında ayrıntılı bilgi vermesiyle ne yürüteceklerini gayet iyi bilen çete, treni demiryolları sinyalleriyle oynayarak durdurup vatmanı sıkıca patakladılar, diğer görevlileri de yerde kelepçeleyerek çantalarla tüydüler. Vatman Jack Mills bir daha işe dönemedi, sağlığına da hiç kavuşamadı ve birkaç yıl sonra öldü.
Çete etraftaki bütün iletişim kablolarını keserek zaman kazandı ve daha önce bu iş için satın aldıkları bir çiftliğe giderek paraları bölüştü. Ayrılırlarken kanıt kalmasın diye çiftliği yakacaklardı ama beceremediler. Napolyon lakaplı lider Bruce Meksika’ya kaçıp ihtişamlı bir hayat yaşadı. Para bitince Kanada ve Fransa’da sahte isimle iş aradı, bulamayınca 1968’de İngiltere’ye döndü ve yakalandı. 25 yıl ceza yedi ama içerde 10 yıl kaldı. Sonra da anıları yazıp yayınladı.
Bir diğer çete mensubu Ronald Biggs 4 hafta içinde yakalandı. 2 yıl sonra hapisten kaçtı, estetik ameliyatı oldu, Avustralya ve Rio de Janeiro’da lüks içinde yaşadı. Sağlık sorunları çıkınca 2001’de ölmek için İngiltere’ye döndü ve hemen içeri tıkıldı. 2009’da serbest bırakıldı ve 4 yıl sonra da öldü.
Sonuçta dördü hariç hepsi yakalanıp hapis cezası çektiler. Hiç yakalanmayan o dört kişiden biri de posta idaresinde çalışan köstebekti. Bu arada suçsuz birisi de güme gitti. 24 yıl hapis cezası yedi ve orada öldü. Polis daha sonra hatasını kabul etti.
1896: Daha 3 ayını doldurmamış Dow Jones Sanayi Endeksi on haftada %30,5 düşerek tarihinin en düşük seviyesine indi (28.48)
7 Ağustos
1990: Başkan Bush Irak’ın petrol zengini Suudi Arabistan’a saldırma olasılığına karşı Amerikan silahlı birlik ve uçaklarını harekete geçirme emrini verdi. Filmin başında Bush’un tamamen “savunma amaçlı” olacağını söylediği bu Çöl Kalkanı Operasyonu’nun ismi daha sonra Saddam Kuveyt’e girince “Çöl Fırtınası Operasyonu oluverdi.
ABD yıllarca süren ve yüzbinlerce ölüme neden olan İran-Irak dalaşmasına karşı resmi olarak tarafsız kaldı (aslında Irak’a silah ve para gönderiyordu) ama Suudi’nin petrolü tehdit altına girince hemen hareketlendi. Irak bu savaştan Kuveyt ve Suudi Arabistan’a karşı büyük borçlarla çıktı. Zaten Kuveyt’e kendi toprağı gibi bakıyordu ve üstelik Kuveyt’in OPEC kotalarına uymamasından dolayı yılda $7 milyar kaybediyordu.
Bu zararı telafi etmeleri için Saddam Kuveyt’ten $10 milyar istedi. Kuveyt $500 milyon veririm deyince 1 milyona yakın askeriyle (o zaman dünyanın en büyük dördüncü ordusuydu) Saddam 16 bin askerli (çoğu tatildeydi) Kuveyt’e giriverdi. Kuveyt emiri ve ailesi tüydüler ama Irak ordusu merkez bankasına girip $1 milyarı talan etti.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük koalisyonla (34 ülke) herkesin televizyondan video oyunu gibi izlediği savaş fazla sürmedi. Asker gönderemeyen Japonya ile Almanya da $17 milyar verdi. Koalisyon askerlerinin %73’ü Amerikalıydı (956 bin). Savaş onlara $60 milyara patladı. Kuveyt ve Suudi Arabistan daha sonra bunun $32 milyarını karşıladılar.
7 Ağustos silahları ve petrolü çok seven ABD’nin en bayıldığı gün. 1964 yılında da Vietnam Savaşı’nı 7 Ağustos’ta başlatmışlardı.
1990: Wall Street Journal gazetesi, piyasa gurusu Joe Granville’in borsanın “birkaç gün içinde çökeceği” tahminini yayınladı. Granville, o zaman 2.600’ün üzerinde olan Dow Jones Sanayi Endeksi’nin Ağustos sonunda 2.200’ün altına düşeceğini ve 1992 baharında da 1.750’nin altına çökeceğini söyledi. Onun için ne yazık ve onu görmezden gelen herkes için ne iyi ki, Dow neredeyse hiç kıpırdamadı ve ayı 2.614’te kapattı. 1992 baharında ise 3.200’ü aştı.
6 Ağustos
2001: Eski başkan Clinton yayınevi Knopf ile hatıralarını yazmak için anlaşarak $15 milyon avans aldı. Bu rakam o güne dek bir özyaşamöyküsüne ödenen en büyük avanstı. Ondan önceki rekor Papa II John Paul’deydi ($8,5 milyon avans). Daha sonra Clinton’un eşi Hillary de hatıralarını yazmak için $7-$8,5 arası bir avans aldı.
Yayınevleri eski başkanlara ödedikleri bu büyük avansları genelde kitap satışlarıyla kurtaramıyorlar ama Clinton’un kitabı My Life (Yaşamım) 2.250.000 sattı ve Knopf’a para kazandırdı.
Kitap hayli uzun (1.008 sayfa) olduğu için televizyon programlarında dalga konusu oldu. Komedyen Jon Stewart “Kitabı bitiremediğimi itiraf etmeliyim, şu anda 12 bininci sayfadayım” dedi. George Bush bile dalga geçti. Daha sonra yapılan bir araştırmada kitabı satın alanların %30’unun kitabı okumadığı ya da başlayıp bitirmediği ortaya çıktı.
Fark etmez. Clinton’un kitabın satışından toplamda $30 milyon yaptı. Zaten başkanlığı bıraktıktan sonraki 8 yılda karı koca $109 milyon kazandılar (özyaşamöyküleri, avanslar ve konferanslarda konuşmacılık ücretlerinden). Son konuşma ücreti $250 bin idi.
. . . . .
6 Ağustos: Bugün herhalde dünya lüpleme günü olmalı. Dünyanın her tarafında bugün herkes küfelerce lüpledi, küplerce istifledi.
1990’da bugün Pakistan Başbakanı Benazir Bhutto 20 ay koltuğunda kaldıktan sonra Cumhurbaşkanı Gulam İshak Han tarafından beceriksizlik ve yolsuzluk suçlamalarıyla görevden alındı. Daha sonra gelen tahminler çeşitli kuruluşlardan $1,5 milyar değerinde rüşvet, komisyon ve avantalar alındığını söyledi.
1998’de bugün Rus maliyeciler 3 büyük petrol şirketinin bürolarını basarak vergi kaçırma suçlamasıyla $150 milyon değerinde cezalar kesti.
2001’de bugün ABD’nin en dürüst (!) başkanlarından Clinton Knopf Doubleday yayınevinden hatıralarının yayınlanması için $10 milyon peşin ödeme aldı.
2004’te bugün ABD hükümeti, casus çetesi elebaşı Vladimiro Montesinos’un Amerikan bankalarında Peru hükümetinden yürüttüğü fonlarla açtığı $20 milyonluk hesaplara el koyarak parayı Peru’ya iade etti.
2005’te bugün Brezilya’nın Sao Paulo kentinde hırsızlar merkez bankası kasasının altına tünel kazarak $70 milyon götürdüler (3 yıl sonra çete lideri yakalanıp 50 yıl yedi).
2009’da bugün Amerikan SPK’sı SEC dev sigorta ve finansal hizmetler şirketi AIG’nin CEO’su Maurice “Hank” Greenberg’le sürdürdüğü sahtekârlık davasında $15 milyon ceza üzerinde anlaştılar.
Yine 2009’da bugün iki iyi giyimli hırsız Londra’nın Bond Caddesi’ndeki mücevherat dükkanına girip silahlarını çıkartarak $65 milyonluk mücevheri alıp gittiler. Sonra yakalandılar ve hatta çetenin iki kişiden çok daha kalabalık olduğu anlaşıldı.
2010’da bugün mürekkep kartuşlarından ocağımızı kurutmuş olan Hewlett Packard şirketinin CEO’su cinsel taciz ve abartılmış masraf raporları suçlamalarının karşısında istifa etmek zorunda kaldı. Kaldı da $12,2 milyon kıdem tazminatı ve $350 binlik HP hissesiyle evine döndü.
Ne 6 Ağustos’muş…
1979: Fed’in başına 2,01’lik dev Paul Volcker (1927-2019) getirildi. Volcker 8 yıl görevde kaldı (Naci Ağbal başkanlığının 22 katı) ve %14’e yaklaşmış olan enflasyonu gitmeden %2’nin altına indirerek (evet, indirerek, üstelik faiz oranlarını yükselterek) ABD’de 20 yıl sürecek bir hisse senedi rallisi başlatırken herkesin konut sahibi olmasının da yolunu açtı.
5 Ağustos
Çocuk annesini kansere kaybettikten sonra kuzey Rusya’da bir yetimhanede sefalet içinde 9 yaşına bastığında zengin Amerikalı çift Ralph ve Carolyn Flynn’e evlatlık gitti. İsmini Denis koydular. Denis 2019 yılında, bugün (27 yaşındayken), mahkemenin ona $28 milyon tazminat ödenmesine hükmettiğini öğrendi. Öğrendi çünkü, garajında Rolls Royce olan 340 m2’lik Amerikan rüyası evlerinde yeni anne ve babası tarafından 10 yıl boyunca cinsel tacize uğramıştı. Denis parayı alıp Rusya’ya annesinin mezarını aramaya giderken Ralph ve Carolyn toplam 36 yıl hapis cezası yediler.
2014: Münih mahkemesi rüşvet suçundan yargıladığı F1 patronu Bernie Ecclestone’u (83), $100 milyon ödemesi karşılığında serbest bıraktı. Pek üzülmemiştir herhalde, o zamanlar $4 milyar serveti vardı.
2005: Çinli arama motoru Baidu, Nasdaq’ta halka açıldı ve ilk işlem gününde halka arz fiyatı olan $27’den %354 yükselerek $122.54’ten kapandı. Baidu aslında sadece bir arama motoru değil, uluslararası bir teknoloji devi. Yapay zekâdan internet hizmetlerine kadar bir çok alanda faaliyet gösteriyor. Sürücüsüz araba işinde büyük oynuyor.
Baidu bugün Çin pazarının %76’sına sahip ve dünyanın ikinci büyük arama motoru. Şirket 2000 yılında kuruldu. İlk ofis sahibinin okuduğu Pekin Üniversitesi’nin yanındaki bir otelin odasıydı. Sonra gidip Silikon Vadisi’nde iki girişim sermayesi şirketinden $1,2 milyon sermaye buldu ve bir daha da arkasına bakmadı. Holding şirket mi? Cayman Adaları’nda tabi.
Şirketin değeri 2018 Mayıs’ında neredeyse $100 milyara yaklaşmıştı ama bugün $38 milyar civarında. Kurucusu Robin Li 1968 doğumlu. Annesi babası fabrika işçileriydi. Robin Li 2013’te Çin’in en zenginiydi, artık değil. Şimdi $10 milyarıyla on beşinci. Birincilik iş adamı (Tencent’in %10’una sahip) Ma Huateng’de. $41 milyarı var. Alibaba’nın Jack Ma’sı da $38 milyarıyla ikinci sırada.
Baidu ismi Çin edebiyatının klasik şiirlerinden Xin Qiji’nin mısralarından geliyor. “Kalabalığın içinde yüzlerce kez onu aradı, arkasını dönünce onunla karşı karşıya geldi, oradaydı, loş mum ışığında”. Baidu’nun kelime anlamı bu mısralardaki “yüzlerce kez”.
. . . . .
1999: Tam da dot.com çılgınlığının başında bir e-ticaret şirketi olan Internet Capital Group $6’dan halka arz oldu. Yıl sonuna gelindiğinde, hisse fiyatı %2.800 yükselerek $170’lere geldi ve piyasa değeri $90 milyondan $50 milyara çıktı. 2 yıl sonra hisse fiyatı $1,45’e düştü ve 2018’de de tasfiye edildi.
4 Ağustos
1991: New York Times gazetesi bilgisayar endüstrisindeki “kartların yeniden karılmasıyla Microsoft’un hegemonyasının sonunun yaklaştığını yazdı. Bilgisayar sektöründeki eğilimleri inceleyen prestijli firma Forrester Research’ün başkanı George Colony, “Microsoft artık zirveye ulaştı. Bence Microsoft iki yıl içinde hantal ve zorluklarla mücadele eden bir şirket olacak.” dedi. Forrester Research’in internet sitesinde bütün dünyaya misyonunun “Müşteriye bilmediği bir şey anlatmak” olduğunu ilan eden Colony başka ne gibi bilinmemesi gereken şeyler yumurtladı acaba?
1958: Cumhuriyet tarihinin en yüksek devalüasyonu yapıldı. $ 2,80 kuruştan 9 liraya çıktı.
. . . . .
1950: Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, TCMB’nin desteği ve ticari bankaların pay sahipliği ile Türkiye’nin ilk özel kalkınma ve yatırım bankası olarak İstanbul’da kuruldu. Bugün TSKB hisselerinin %50,92’si İş Bankası grubu ve %8,38’i Vakıflar Bankası’na ait. %40’a yakını ise fiili dolaşımda.
1930: Micahel J. Cullen çalıştığı bakkallardaki patronlarını ikna edememekten bıkıp, müşterilerin içinde rahatça dolaşıp, alacakları ürünleri iyi organize edilmiş raflardan kendilerinin ucuz fiyatlara alabilecekleri geniş ve aydınlık bir mekân açmak için 560m2’lik bir garaj kiraladı. İsmini de süpermarket koydu.
. . . . .
1693: Dom Pérignon şampanyayı keşfetti ve bizi günün her saatinde çay, kahve, su içmekten kurtardı. Aslında içine maya ve şeker katılmış köpüklü şaraptan başka bir şey değil ama ne yapalım, alışmış kudurmuştan beterdir.
Aslında keşfi Dom Pérignon yapmadı. 1531 yılında güney Fransa Benedict rahiplerinin köpüklü şarap içtiklerini biliyoruz. Zaten Dom Pérignon’dan 6 yıl önce de İngiliz bilim adamı Merret şaraba şeker ekleyerek o ikinci fermentasyonu yaptığını yazmıştı. Bu keşif İngiltere’deki gelişmiş cam yapımıyla da örtüşüyor, çünkü o zamanlar Fransızlar o basınca dayanacak kalınlıkta şişe üretemiyorlardı. Fransızlar şampanyayı kazara yaptılar. Basınçtan şişeler ve mantarlar patladığı için ona le vin de diable (şeytanın şarabı) diyorlardı. O zamanlar içinde köpük oluşmasına defo olarak bakılıyordu. Ta 1844’te mantarı tutacak tel keşfedildi.
Dom Pérignon’dan yüz yıl sonra Fransız kimyager de Lavoisier (oksijen ve hidrojene isimlerini veren adam) fermentasyon esnasında şekerin alkol ve karbon dioksite (köpük) çözüldüğünü gösterdi. 1860’ta da Pasteur fermentasyonun merkezinde mayanın yattığı biyolojik bir süreç olduğunu açıkladı.
1800 yılında üretim yılda 300 bin şişeye, 50 yıl sonra da 20 milyon şişeye ulaştı. Bugün yılda 300 milyon şişe satılıyor (50’si bizim eve). Denize gemi mi indireceksiniz, Formüla 1’de podyuma mı çıkacaksınız, Marylin Monroe gibi şampanyalı küvet sefası mı yapacaksınız (350 şişeyle doldurmuştu), Wimbledon’da İngiliz sosyetesiyle mi kırıştıracaksınız (2 haftalık turnuvada 28 bin şişe içiliyor), Napolyon gibi zaferinizi sabrajla mı (şişeyi kılıçla açmak) kutlayacaksınız, neyse ki şampanya var. Bir şişedeki 49 milyon kabarcık kadar mutlu ediyor.
Bugün en çok satan isimler Moët & Chandon, Veuve Clicquot, Nicolas Feuillatte, G. H. Mumm ve Laurent-Perrier. Ucuz geldiyse, el yapımı şişesindeki logosuna 19 karatlık elmas koyan Goût de Diamants var, $2 milyoncuk.
Şampanya içince hatırladım. Haftada 1-3 bardak şampanya yaşla ilgili hafıza kaybını önlüyor! Şerefe!!
3 Ağustos
2013: New York Times gazetesi, sahibi olduğu Boston Globe gazetesini ünlü işlemci/yatırımcı John Henry’ye $70 milyona satacağını duyurdu (halbuki 20 yıl önce $1,1 milyara almışlardı). John Henry Liverpool futbol ve Boston Red Sox beyzbol kulüplerinin de sahibi ve $3,5 milyar serveti var.
. . . . .
2005: Alman spor ayakkabısı üreticisi Adidas-Salomon AG, Reebok’u $3,8 milyara satın alarak şirkete ABD pazarının yaklaşık %20’sini ve lider Nike Inc. ile kendi sahasında daha iyi mücadele etme potansiyelini vereceğini söyledi. Öyle de oldu ama daha sonra (Mart 2022’de) Adidas Reebok’u $2,5 milyara sattı.
1924: Üzerlerinde Türkiye Cumhuriyeti yazısı bulunan ve Türkiye’nin ilk madeni parası olma özelliği taşıyan bronz 10 kuruşluk paralar tedavüle çıktı.
1778: Milano’nun ünlü opera evi Teatro alla Scala açıldı.
Orada daha önce faaliyet gösteren Teatro Regio Ducale 1776 yılında bir karnaval galasında yanınca özel locaları olan 90 Milano zengini Avusturya Arşidükü Ferdinand’a (ağabeyi Sarayevo’da suikaste kurban gidip 1. Dünya Savaşı’nın çıkma nedeni olan Franz Ferdinand’ın dedesi olur) mektup yazarak operayı yeniden inşa etmesini talep ettiler. Yeni bina Santa Maria della Scala (Merdivenlerin Aziz Mary’si) kilisesinin yerine yapıldı (scala merdiven demek). Mary’nin merdivenlerin azizi olmasının nedeni de bir efsaneye göre merdivendeki Meryem heykelinin yanına bırakılan hasta bir çocuğun mucizevi bir şekilde iyileşmesi. İtalyanlar bayılır böyle hikâyelere.
Zamanın bütün operaları gibi La Scala da ana salonunda sadece sosyeteye değil aynı zamanda kumarbazlara, borsacılara ve müzayedelere ev sahipliği yaptı. Salonda önceleri oturacak yer yoktu ve orkestra şimdiki gibi çukurda değildi. Herkes ayakta seyrederdi ama localar ihtişamlıydı. Hatta ünlü 13 numaralı locanın sahibi her tarafını aynayla kaplatıp sahneyi her açıdan görebilmeyi becermişti. La Scala bugün 6 katta 678 locasıyla 3 bin kişiye ev sahipliği yapabiliyor.
Opera binası başta 84 adet yağ kandili ile aydınlanıyordu. Yangın çıkmasın diye her tarafta yüzlerce su kovası bulundurulurdu. 1883 yılında Edison fabrikası 2.450 ampul getirince dünyanın elektrikle ayndınlanan ilk tiyatro salonu oldu. Aydın hem ne aydın! Yeterince iyi değilseniz oraya çıkamazsınız. 2006’da tenör Roberto Alagna performansının ortasında yuhalanıp kovuldu, ama La Scala büyük yıldızlar da çıkardı. Paganini, Bellini, Verdi, Toscanini. Callas’lar, Gencer’ler oradan geçtiler.
Toscanini 1926’da Puccini’nin Turandot’unu yönetiyordu. 3. perdede orkestrayı durdurup, batonunu yere bıraktı ve salona Puccini’nin operayı tamamlamadan tam da bestenin orasında ölmüş olduğunu söyledi. La Scala’da sahnelenen ilk opera Mozart’ın can düşmanı Salieri’nin L’Europa Riconosciuta’sıydı ve bina 3 yıllık renovasyondan çıkıp 2004 yılında tekrar açılana dek bir daha hiç sahnelenmedi.
Geçen yıl Suudi Arabistan kültür bakanı Prens Badr bin Abdullah yönetim kuruluna girmesi karşılığında La Scala’ya €15 milyon bağış yapmayı taahhüt etti ve €3 milyonu gönderiverdi. La Scala ise Cemal Kaşıkçı olayı patlak verince parayı reddedip geri gönderdi. Her şey para değilmiş Trump Efendi.
2 Ağustos
2011: Güzel gülücüklü, inci dişli, sarışın Amerikan fıstığı Robyn Gardner Karayip cenneti Aruba adasında erkek arkadaşıyla yaptığı tatilde şnorkel yaparken kayboldu ve bir daha hiç bulunamadı.
35 yaşındaki Robyn tatile çıktığı 50 yaşındaki Gary Giordano ile internette tanışmışlardı. 1 yıl süren on-line arkadaşlıkları boyunca Gary’nin birlikte tatile çıkma tekliflerini geri çevirdi ama işini kaybedince kabul etti. O zamanlar bir erkek arkadaşı vardı, ona aileyle tatile çıkacağını söyledi. Aruba tatili sadece 48 saat sürdü.
Baby Beach’teki Rum Reef Bar & Grill’de akşam yemeğine gittiler. Robyn süslü püslüydü, hiç de şnorkellik gözükmüyordu ama kör kütük sarhoş oldu. Yemekten sonra plajda yürüyüşe çıktılar. 2 saat sonra Gary restorana dönüp kız arkadaşının şnorkel yaparken kaybolduğunu söyledi ve polis çağırdı. Polis 12 saat boyunca arama yaptı ama ceset bulunamadı. Arama sırasında Gary’nin uykusu geldi ve gidip yattı. 12 saat sonra da restorana geri dönüp avukatıyla hiçbir şey olmamış gibi yemek yedi.
Gary uçuşunu erkene alarak geri dönmeye kalktı ama havaalanında tutuklandı, çünkü Robyn’in tatile çıkmadan önce American Express’ten $1,5 milyonluk seyahat kaza sigortası satın aldığı ve Gary’yi de poliçenin lehdarı yaptığı ortaya çıktı. Telefonunda da Robyn ile kaydettikleri neredeyse pornografik resimler çıktı. Aruba polisi Gary’yi 4 ay içerde tuttu ama aleyhine bir delil bulunamadığı için serbest kalıp ülkesine döndü.
Kitap yazdı, suçsuz olduğunu anlatmaya çalıştı ve hatta parasını alamadığı için American Express’i $3,5 milyon talebiyle mahkemeye verdi. American Express de onu dava ediyor. Beş kuruş alamadı ama serbest. Olaydan bir yıl sonra otoparktaki arabasının içinde bir kadınla cinsel ilişkiye girdiği için ceza bile yedi. Peruk değiştirip duruyor.
. . . . .
1990: Saddam Kuveyt’i işgal etti. Akabinde ABD hisse senedi piyasası %19 değer kaybedince analistler yıllar sürecek bir ayı piyasası çığırtırken piyasa 1 yıl sonra %26,9 yükseldi.
1926: Dow Jones haber bülteninde J.P. Morgan & Co.’nun kıdemli ortaklarından Thomas Cochran ile yapılan bir röportajın metni yer aldı. Cochran, “General Motors şu anki fiyatıyla ucuz. En az yüz puan daha yükseğe satılmalı ve satılacak.” diyordu. Bu şaşırtıcı bir açıklamaydı, çünkü J.P. Morgan General Motors’un yatırım bankacısıydı, firmanın GM hisselerinde büyük payı vardı ve ortaklarından birkaçı GM’nin yönetim kurulunda yer alıyordu. Bültenin yayınlanmasından dakikalar sonra GM hisseleri 189,50 dolardan 201 dolara yükseldi. Bu bir dönüm noktası oldu, çünkü artık bankacılar ve brokerlar en ufak bir endişe duymadan kendi pozisyonlarını pompalayabileceklerdi.
1909: ABD’nin üzerinde bir başkan olan (Abraham Lincoln) ilk kuruşu (penny) basıldı. Bu 1¢ ilk günlerinde 25¢’e satılacak kadar rağbetteydi. %95’i bakır olan bozuk paraların arkasında tasarımcısının isminin baş harfleri daha sonra itirazlar gelince kaldırıldı.
1 Ağustos
2017: Bir grup Bitcoin aktivisti, Çinli “madenciler” tarafından desteklenen ikinci bir versiyon oluşturup ismini Bitcoin Cash koydular. İşlemler $440’dan başlayıp yıl bitmeden $3.900’e fırladı. Şimdi $145’lerde.
2003: Kral V. George Tupou, Tonga Kralı olarak taç giydi. Taç giyme töreni 5 gün sürdü ve yaklaşık 2,5 milyon dolara mal oldu. O yıl, ülkenin kişi başı yıllık geliri $1.937 idi. Anlaşılıyor ki, memleket ne kadar muz cumhuriyeti ise saraylar, törenler de o kadar savurgan oluyor.
1907: Bank of Italy (daha sonra Bank of America olacak) San Fransisco’da ilk şubesini açtı.
Aslında banka 1904 yılında İtalyan göçmen Amadeo Giannini tarafından kurulmuştu ve sadece Amerikalı zenginlere hizmet veren bankaların ihmal ettiği kendisi gibi göçmen İtalyanlara kredi veriyordu. Giannini 1906 San Fransisco depreminden sonra yanıp kül olan banka binasından mevduatların çoğunu kurtarabilip birkaç gün sonra iki varilin üzerine koyduğu kalas masadan kredi vermeye devam etti. 1922’de Los Angeles’ta Banca d’America e d’Italia diye bir banka vardı ve Giannini onun azınlık hissedarıydı. Giannini’nin başka bankalarda da hisseleri vardı. 1928 yılında hepsini satın alıp birleştirdi ve 2 yıl sonra da bankasının ismini Bank of America olarak değiştirdi.
Banka satın almalarla hızla büyüdü ve bugünkü dev haline geldi. 35 ülkeden 67 milyon müşterisi (37 milyon dijital, 28 milyon mobil), 5.000+ şubesi, 16.000+ ATM’si, 210 bin çalışanı, $2,35 trilyon aktifleri, $90 milyar cirosu, $28 milyar net geliri, $269 milyar mevduatı var. Dünyanın en büyük servet yöneticisi ve ikinci büyük konut kredisi bankası.
2008’de Sorunlu Varlıkları Kurtarma Programı TARP’tan (yâni devletten) aldığı paralar ve garantilerle batmak üzere olan Merrill Lynch’i aldı. Batan Lehman Brothers’ı da alacaktı ama garantiler yetmedi. TARP’tan $45 milyar para, $118 milyarlık da garanti aldı. Her türlü bataktan kurtarıldı, vergilerini ödemedi ama konut kredisi verdiği 11 milyon kişi evini kaybederken üst yöneticiler on milyonlarca dolarlık bonuslar aldılar. Başı belâdan çıkmadı ama. Hâlâ devasa cezalar ödeyip duruyor (2013’te ödediği $2,43 milyarlık Merrill Lynch cezası tarihi bir rekordu).
Banka şimdi halka açık ve hisselerinin %69’u kurumsal hissedarların elinde. Warren Buffet’ta %13, Vanguard fonlarında %8 var. Bazı üst düzey yöneticilerin de hisseleri var ve hatta onlar vasıtasıyla ABD hükümetinin de Bank of America’nın hissedarı olduğu söyleniyor.