• persembe@persembe.com

Dünya Küçük

Aralık 2016
200 sayfa

ARKA KAPAK:

“Küçüklüğümüzde radyoda “Kırk Ambar” diye bir program vardı. Malummatfüruş meşhedi bilgilerini paylaşır, bizi bilmediğimiz dünyalara götürür, bilgilerimizi arttırırdı. Ali Perşembe de aklımıza gelmeyecek kişileri, olayları, tarihleri ve mekanları birbirine bağlayarak bizi zamanın ve ülkelerin/şehirlerin üzerinden aşırarak insanlık tarihiyle buluşturuyor. Üstelik de bunu çok keyifli bir dille anlatıyor.”

– Soli Özel

“İÖ 2’nci Yüzyıl’da Beytelhaym’da çocuğunu tokatlayan bir fırıncının, rahmetli babamın 1927 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelmesinde ne etkisi olduğunu bu kitap sayesinde öğrendim.”

– Ertuğrul Özkök

“İnsanlar ikiye ayrılır: Bilgiyi sevenler ve sevmeyenler… Eğer sevenlerdenseniz, Ali Perşembe’nin kitabında yeni kitabınızı buldunuz. Tek okumalık değil, dönüp dönüp yeniden bakmalık.”

– İsmet Berkan

İÇİNDEKİLER:

ÖNSÖZ
1. BİR FİNCAN KAHVE
2. HAYALLER ŞÖVALYE, GERÇEKLER VEREM
3. KRİZ Mİ? NE KRİZİ?
4. KIRMIZI TEZGAH
5. MAHŞER GÜNÜ
6. ZAFER TANRISI
7. PRANGALARIN EFENDİSİ
8. LUPA
9. BROOK CADDESİ
10. ÜÇ KÖY
11. LEUVEN’İN SUYU
NERELERE GİTTİK
KİMLERİ GÖRDÜK

KİTAPTAN BİR ALINTI:

Küçük olmasına küçük de, teknoloji bu küçük dünyayı her zamankinden daha da küçülttü de biz, biz insanlar ne yaptık? Tekrar büyüttük. Yaşadığımız ülkelerin etrafına sınırlar, duvarlar, tel örgüler çektik. Yaşadığımız kentlerin semtlerini sadece kendi sınıflarımıza ayırdık. Yaşadığımız evlerin bahçelerinin etrafına çitler örüp ağaçlar diktik. Neden yaptık? Sahibi olduğumuz mülkü korumak için mi? Bu doğru olamaz, çünkü mülkiyet hakkını koruyan ağaçlar, çitler, tel örgüler, duvarlar, sınırlar değil ki. Hukuk. Biz bu duvarları ördük, çünkü bize aşılanan tuhaf bir gereksinim vardı. Maslow’un gereksinimler hiyerarşisinin üçüncü katında oturan aidiyet gereksinimi. Cinsiyetime ait olmak, aileme ait olmak, semtime ait olmak, halkıma ve ulusuma ait olmak. İyi de bunu yaparken insanlığa ait olduğumuz unuttuk. Ağacı yarım metre yakın dikti diye komşuyla kavga ettik. Başka takımı tutan taraftarı bıçakladık. Kente göç eden köylüyü varoşlara ittik. Sonra işi büyüttük. Loncalar kurduk, işe başkasını sokmayalım diye. Beş bin yıllık akrabalıkları olan halkları kuma çizgiler çizerek sınırlarla ayırdık. Sonra bu sınırları korumak için savaşlar çıkardık. Dünya savaşları. Milyonlarca kişiyi öldürdük. Benim aileme, benim semtime, benim takımıma, benim kentime, benim memleketime, benim dinime ait olmadığı için.

Refahımız arttı. Pasaportlar aldık, gittik, gezdik ama görmedik. Eyfel Kulesi’ne çıktık, Disneyland’da kaydık, doğurmak için Cleveland’a, oynaşmak için Batum’a gittik ama kitap almak için Maastricht’in Boekhandel Selexyz Dominicanen‘ine gitmedik, La Traviata’yı dinlemeye Roma’nın La Scala’sına bilet almadık. Dil öğrenmedik. Başkasının yaşadığı yeri gördük ama niye öyle yaşadığını anlamadık. Dilini bilmediğimiz, kardeşini tanımadığımız, aynı bizim gibi zevkleri, bizim gibi endişeleri olduğunu idrak etmediğimiz için anlamadık. Sıkıştıkça sıkıştık kendi dar sınırlarımız içine. Halbuki çıkabilseydik bu dört duvar arasından. New York’un Empire Diner’ında New York Times, Paris’in Café des Deux Moulins’inde Le Figaro, Buenos Aires’in Café Tortoni’sinde La Nación okuyabilseydik, dostlarla Johannesburg’da kriket oynayabilseydik, Japon kaplıcalarında sohbet edebilseydik, Oslo’da çocuklarla bukkehorn çalabilseydik, onların bizden bir farkı olmadığını görmeyecek miydik!

Anlatmamız gerek. Dünyanın en müthiş yerinde, Anadolu’da oturduğumuzu. Anadolulu olmanın son birkaç yüz yıla sıkıştırılamayacağını. Bizim sadece Osmanlı, sadece Müslüman, sadece Türk olmadığımızı. 13.000 yıldır burada oturuyoruz. Hitit’iz biz. Romalı, Asurlu, Galat, Bizanslı’yız biz. Filistinli, Suriyeli, Trakyalı, Giritli, Kimmer, Acem. Selçuklu’yuz, Osmanlı’yız, Kapadokyalı, Mezopotamyalı Sümer’iz. Levanten’iz, Rum’uz, Ermeni’yiz, Kürt’üz, Makedon’uz. Soyumuz Kilikyalı, Frigyalı, Truvalı, Lidyalı, Fenikeli,  Süryani. Camilerimiz, kiliselerimiz, cemevlerimiz, sinagoglarımız, tapınaklarımız var. Say say bitmez. Daha kimde var dünyada bu hazine.

Bu zenginliği, aidiyet gereksiniminin konduruverdiği atalet ve tatmin hissine teslim edemeyiz. Çünkü biz Afrodit’le, Beatles ile, Benjamin Franklin ile, Björk ile, Elia Kazan ile, Handel ve Hendrix ile, Kanunî’yle, Sinan ile, Robin Hood ile, Shakespeare ile, Vivaldi ile akrabayız. Çünkü; Germir, Akçakaya, İstanbul, Foça, İznik, Kayseri kadar İzlanda’da, Venedik’te, Viyana’da, Roma’da, Marsilya’da, Boston’da, Berlin’de, Brüksel’de, Edinburgh’da, Dublin’de, Davos’ta, Atina’da ayak izlerimiz, kardeşlerimiz, mektuplarımız, aşklarımız, seslerimiz var. Dünya bu kadar küçük. Bu kitabın sayfalarına sığacak kadar.